*** EYY CEMAAT-İ MÜSLİMİN *** Bu sayfa adından da anlaşılacağı gibi bağımsız bir mecra... Bura da her mürşit, fikirsel teatide bulunabiliyor ve özgürce düşüncelerini paylaşabiliyor. O zaman neden burayı sabota ediyorsunuz? Bazen inadına ve ısrarla mevzuyu uzatıyor ve birden fazla kaydediyorsunuz? Bu tamamen provakatif bir davranış eylemidir...
Aslımız topraktır, Atamız Adem Hep aynı nesilden gelmişiz madem Bu kaos-kargaşa, kin-kibir neden Hepimiz insanız, hep kardeşiz biz. . Fark etmez o halde kişinin rengi Her kes birbirinin, inan ki dengi Bırakın kavgayı, savaşı cengi Madem ki insanız, hep kardeşiz biz. . Kime ne kişinin mezhebi-dini Kaostan beslenen nerdedir hani Barışla bitirelim, nefreti-kini Hepimiz yurtsever ve kardeşiz biz. . Der Vezir, niyetim arza varıştır Bu nasıl rekabet, nasıl yarıştır İnsana yakışan, sevgi barıştır Hepimiz insanız, hep kardeşiz biz... . Anlayana sivri Sinek saz, anlamayana benim sözlerim az...VESSELAM
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..." Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır: "Varoluşum bu muydu?" "Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır. "Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler. Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır. Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar: "Sesleri duysaydın, sen de susamazdın." Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz." Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir: "Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor. Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır. Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor: İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir. Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır. Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda, bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Önce, Helâlinden ağlamayı öğreneceksin, sonra ağlaşacak bir dost belirir başucunda.. Mesalâ. Derdini derdine emanet ettiğin, sağlam sırdaşlığı yüzünde vucut bulmuş, insanların varlığı gibi..
*** GÜLER MİSİNİZ--AĞLARMISINIZ *** Zee kuşağı evliliği Seda Sayan ve Hülya Avşar dan öğrendi? Türk Sanat camiası giyinmeyi Zennebaz Cemil İpekçi den öğrendi? İslamiyeti, sırtı cübbeli, başı kavuklu, eli asalı Şıhlar dan öğrendi? Hak-hukuk adalet mizanını, Müge Anlı dan öğrendi? Tarihsel devinimi, Muhteşem yüz yıl filminden öğrendi? Coğrafya'yı, sarışın güzel bayan Tansu Çiller den öğrendi? Siyaseti, meşhur fötür şapkalı merhum Süleyman Demirel den öğrendi? Ekonomiyi Sayın Nureddin Nebadattan öğrendi? KDV-ÖTEVE ve her türlü vergi kazığını merhum Özal dan öğrendi? Orta Doğuyu, Kurtlar Vadisinden öğrendi? Her türlü allem-kullem, denk-dubarayı Siyasal Akvamdan öğrendi? --------OZAN ÇAKIROĞLU-------
Ne söylersen söyle, benliğimde beni kabul edene söyle. Kabulü erkamı, benlikden başkası değilde ne? Gidişat an be an tek yönlü yol, zamânın gidişatı değilde ne? Bilemem doğruyu çalan benlikde ben olan ne? Şu âlemde onca farklı çalan tellerden hangisi yakinen benlikden bene giden yol ne? Amaç, maksat, gaye, niyet bir anda okunmalı, hakikate uymayan haykırış ne?
Derdin etten kemiğe bürünmüş hâli kederse, gamsa, çözümü çaresimidir? Çözümün etten kemiğe bürünmüş hâli ise çaremidir? Şu tek yönlü gidişatta zamanın akışında, yaşanan dertmidir, gammıdır, çözümmüdür, çaremidir? Yolun sonu belli, olayın ufkunda belirense ümitmidir?
Ne söz, ne görü, ne duyu, nede dokunuş tek başına doğru okuyuş. Hakikat okunuyorsa, bana kalan benliğimdeki serzeliş. Farkındalık küçük bir cüzzi uyanış sonu neye göre davranış? Aklımı irfanımla yakaladım, sonu deliriş, bilmem yolun sonundan sonra nereye bu gidiş?
Söylerim ben sen de dinle, bin makusa varmak ne ? Gah tımarda bin sipahi gah emirde nerde ne ? Şu cihanın evamirde dengi yoktur farkı ne ? Bil derim ben her telden de çalmanın şu farkı ne ?
Dert denirdi derde bin dert olsa çare dert midir? Şu diyarın şairleri acep yolda fert midir? Hep büyüktür sanat ile lakin ola nasihat Gergedanda boynuz olur insana ya dert nedir ?
Veciz sözler bilmedim ben,aciz olmam gam değil Şöhretleri görmedim ben şampiyonluk nam değil Aklımın irfanı varsa ben de o da tam değil Bilmedin mi her şey olan yolda yolcu dert midir ?
Şu yalan dünyada, çocukluktan kalan hayallerimdi. Samimi bir sevda beni hayata bağlasın Ağladığımı bile kimseler görüpte bilmesin, Hatta göz yaşlarım iki kaş, iki göz aralığı kadar yakınıma süzülsün..
Kendimi illegal bir sürünün haylaz kuzusu sanmıştım. Sırtımı yaslayacak hayalde bulamazdım arkamda. Eğer gecenin seherini geçmişse zaman Bağrı yanık türküler bile beni teselli edemezdi. Bir barak dilime dolansaydı, bin hoyrat çalınırdı kulaklarımda.
Gel gör ki. Hep sevda çiceklerini dalında goncasıyla bırakmadıkmı. Gülü sevseydim, Yaprak döker gazele dönerdi Leylayı sevseydim, Mecnun olup düştü dağlara derlerdi
İnan ki. Ne adam gibi sevmeyi tadabildim Ne de bir sultana diz çöküp, Yarım demet gül sunabildim.
Bilemedim. Anlıma yazılmış kara bir leke mı ? Doğuştan kan damlayan yara mı ? Eğer şahsıma kesilen bir cezaysa ?
Şimdi. Söyleyin o Mecnunun Leylasına. Ömrümü, gönlüme ziyan ettim Daha duasını ettiğim, fakat kalemini kırmadığım, çok yeminler var içimde..
Peki yetişmem gereken bir hayat varken. Gözümde tüten bunca mutluluk ve özlem duruyorken, O zaman milyonlarca insanın içinde ihtimaldi sana rastlamak. Evet İhtimaldi yar...
Her yeni bir güne başka ağlıyorduk Güneşi kendi ellerimizle sıvamıştık gök kubbeye, Gök meclisi göç edince, gölgelere Kabuk bağlar dediler, yaralarımız Doyuyorduk bu sözlere, özlem duyarak, Mavi yüzlerden dökülen pembe sözcüklere, Zorumuza gidiyordu Hesapsızca ağlamak...
--Muhterem Beyefendi, öncelikle duyarlı ve sorumlu olduğunuzdan dolayı teşekkür ederim. --Benim Dini konular da bir ehli-yetkinliğim yoktur. Tanıdığım ve saygı duyduğum bir kardeşim, bu sayfa da *GAZZE* olayları bağlamında fikirsel teatide bulunmuşlardı. Ben de yazının muhteviyatına mukabil meselenin sosyal tarafını dile getirdim. Ancak her ne hikmetse benim dünkü yazımdan sonra, kendileri yazıyı sayfadan kaldırdılar. Bu doğru ve anlaşılır davranış eylemi değildir. Eğer ki, kendi fikri hürriyetinize güveniniz yoksa beyhude yazıp ta, bir başkasını zahmet ve töhmete sokmayacaksınız diye düşünüyorum... --Haa bu arada, ben Demokratik Laik, Sosyal ve Hukuk Devlet sisteminden yanayım. Şiirlerimin % 80 i Ulu Önder Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini, ilke ve inkılaplarını, muasır-çağdaş hür ve kutlu Cumhuriyetimizi anlatır... SAYGIYLA -------OZAN ÇAKIROĞLU--------
Sayın Pehlivan. Baştan sona yazdıklarınızın hepsini can kulağıyla okudum. Ve doğruluğunda bir şüphe yoktur. İmzamı atarım altına. Lakin bu yazdıklarınızın tümü yolun bir şeridi. Halbuki yollar genelde iki şerid olur bir gidiş bir dönüş. Günümüz içinde olduğumuz, kültürel, sosyal, ekonomik ve hukuki. Yani donüş şeridinide yazarsan, şablon oturur yerine. Adalet tesis edilir
--İslamiyet evrenseldir, kimsenin tekelinde değildir? İslamiyet bütün dinlerin gölgesidir? Bu Rahmani gölgeye her kim sığınmak, korunmak, ve barınmak isterse, bu davranış eylemine hiç bir *BEŞER* engel olamaz. İslam Dini asla ve kat-a bağnazlığı, yobazlığı aymazlığı, mezhepçi fetbazlığı ve her türlü nursuzluğu içinde barındırmaz?? --KURAN, bütün Evrenin tercüm-i ezeliyesidir...Devrani Alemin değişmez Anayasasıdır. Hz.Muhammed, Yüce Yaradanın Yer yüzünde ki tek ve son rehberidir... KURAN hiç bir Devlet ve ya, her hangi bir toplum tarafından siyasal bir malzeme olarak kullanılmaz? Hiç bir Devlet ve ya toplum KURAN-I Savaş çığırtkanlığına alet edemez? --Dört büyük Kitapta haktır. Ülkemiz de, özellikle 1980 lerden sonra görünmez bir üst akıl Dört hak kitabı birbiriyle yarıştırıp, ayrıştırıp, düşman edip ve kavga ettiriyorlar. Mevcut Siyasal erk'te bu aymazlığa, yobazlığa, fitne-fesat ve bağnazlığa her nedense ses etmiyor... KURAN indiğinden bu yana bütün mahlukata, insine-cinsine sevgi, saygı, barış, uhulet ve suhulet öğütler. Asla ve kat-a Din-mezhep, ırk, renk, dil ve cinsiyet ayrımı yapmaz. Asla Devlet ve Milletleri biribirine düşürmez... --Kardaş, yoldaş, sırdaş ve soydaşım, bunun aksi Cehalettir, Garabettir, Dalalettir hatta ihanettir... VESSELAM -----OZAN ÇAKIROĞLU------
*** EYY CEMAAT-İ MÜSLİMİN ***
Bu sayfa adından da anlaşılacağı gibi bağımsız bir mecra...
Bura da her mürşit, fikirsel teatide bulunabiliyor ve özgürce
düşüncelerini paylaşabiliyor. O zaman neden burayı sabota
ediyorsunuz? Bazen inadına ve ısrarla mevzuyu uzatıyor ve
birden fazla kaydediyorsunuz? Bu tamamen provakatif bir
davranış eylemidir...
Aslımız topraktır, Atamız Adem
Hep aynı nesilden gelmişiz madem
Bu kaos-kargaşa, kin-kibir neden
Hepimiz insanız, hep kardeşiz biz.
.
Fark etmez o halde kişinin rengi
Her kes birbirinin, inan ki dengi
Bırakın kavgayı, savaşı cengi
Madem ki insanız, hep kardeşiz biz.
.
Kime ne kişinin mezhebi-dini
Kaostan beslenen nerdedir hani
Barışla bitirelim, nefreti-kini
Hepimiz yurtsever ve kardeşiz biz.
.
Der Vezir, niyetim arza varıştır
Bu nasıl rekabet, nasıl yarıştır
İnsana yakışan, sevgi barıştır
Hepimiz insanız, hep kardeşiz biz...
.
Anlayana sivri Sinek saz, anlamayana benim sözlerim az...VESSELAM
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Los Angeles Yanıyor: Yalnızlığın Yankısı Üzerine Bir Deneme
İnsan, doğası gereği hem toplumsal hem yalnız bir varlıktır. İçinde taşıdığı anlam arayışıyla evrende sürekli kendine yer bulmaya çalışır. İbrahim Sadri'nin “Karagümrük Yanıyor” şiirinden ilhamla yazılan "Los Angeles Yanıyor" şiiri ise, bu arayışın tam ortasında duran bir şehirde geçiyor: Los Angeles.
Los Angeles, dışarıdan bakıldığında hayallerin, yıldızların ve ihtişamın şehridir. Ancak şiir bize gösteriyor ki, parıltının ardında suskun ve görünmez bir yangın vardır; ve bu yangın sadece kentin sokaklarında değil, bireyin ruhunda da yanmaktadır.
Yangının Küllerinde Anlam Arayışı
"Los Angeles yanıyor usta..."
Bu tekrar, şiirin kalp atışı gibidir. Her kıtada, her olayda yinelenir; çünkü yangın bitmez. Bu yangın, fiziksel bir felaketin ötesinde varoluşsal bir yanmadır. Şehrin dört bir yanına yayılan duman, aslında bireyin anlam arayışının dumanıdır.
İnsan adalet ister, çünkü adalet; kaosun anlamlı bir düzene kavuştuğu yanılsamasını verir. Oysa şiirin anlattığı Los Angeles’ta adalet de kırılgandır. City Hall önünde yükselen eller, aslında gökyüzüne açılmış sessiz sorulardır:
"Varoluşum bu muydu?"
"Bu şehirde, bu sistemde ben nereye aitim?"
Kalabalığın İçinde Derin Bir Yalnızlık
Protestolar kalabalıktır ama şiirin alt metninde sürekli bir yalnızlık vardır.
"Sessizlik artık bir suç gibi" dizesiyle ifade edilen bu durum, modern insanın en trajik çelişkisine işaret eder: İnsan, yalnız kalmaktan korkar; ama kalabalıklar içinde de kendini yalnız hisseder. Protestoların kalabalığı bile bu yalnızlıktan bir kaçış değildir, yalnızca onu paylaşma çabasıdır.
George'un, Maria'nın, Malik’in, Yoon’un isimleri burada sadece kurbanları değil, insanlığın ortak yalnızlık anlatısını simgeler. Her biri kendi bireysel hikâyesinde yalnızdır. Her biri kendi varoluş boşluğunda debelenir. Onların hikâyeleri birleşse de acıları tektir.
Adaletin Yitimi ve Camların Metaforu
Rodeo Drive’da kırılan vitrinler, varoluşsal kırılmayı simgeler.
Çünkü bu camlar yalnızca mağazaların değil, modern insanın umutlarının da camlarıdır.
Her vitrin, sahip olma arzusunun pırıltılı bir yansımasıdır. Ama sahip olamamanın öfkesi geldiğinde o camlar tuzla buz olur.
İnsan modern şehirlerde vitrinlere bakarak yaşar; sahip olamadıkça da içindeki yalnızlığı daha keskin hisseder. İşte o an, şiirin ruhundaki yangın başlar:
"Sesleri duysaydın, sen de susamazdın."
Bu susamama hali, insanın içindeki sonsuz huzursuzluğun dışa taşmasıdır.
Birlikte Olanların Ayrı Yalnızlıkları
"Ama bu kez yalnız değiliz."
Bu umut dolu cümle bile paradoksaldır. Çünkü aslında herkes, ortak bir yalnızlık bilinciyle bir aradadır. Kalabalık, bireysel varoluş krizini dindirmez; sadece onun yankısını büyütür.
New York’tan gelen pankartlar, Chicago’dan yükselen şarkılar, Oakland’dan taşan ağıtlar... Bunlar, varoluşun coğrafyaya sığmadığını, insan olmanın sancısının evrensel olduğunu gösterir. Herkes yalnızdır; ama yalnız olduklarının farkında olan yalnızlar artık bir çığlıkta birleşmiştir:
"Bir gün değil, her gün direniş."
Sonuç Yerine: Yangının İçindeki İnsan
Bu şiir, yalnızca Los Angeles’ın değil, insan ruhunun yanışını anlatıyor.
Adalet talebiyle sokağa dökülenler, aslında kendi varlıklarının görülmesini isteyen ruhlardır.
Şair, her dizesinde şunu fısıldıyor:
İnsan, kendi içinde yanan bir şehir gibidir.
Kalabalığın ortasında bile kendi anlam yangınında yalnızdır.
Ama bazen, yalnızlıklarımız aynı anda tutuştuğunda,
bir şehir yanar ve biz birbirimizi ilk kez o alevlerin ışığında görürüz.
Allah rahmet etsin
Başın sağ olsun Manisa'm
https://www.facebook.com/share/r/18hVHBaybf/
Önce,
Helâlinden ağlamayı öğreneceksin, sonra ağlaşacak bir dost belirir başucunda..
Mesalâ.
Derdini derdine emanet ettiğin, sağlam sırdaşlığı yüzünde vucut bulmuş, insanların varlığı gibi..
?si=Z5RwHS_B5pN2CRo2
?si=o52UZwWz_b5qXQlR
*** GÜLER MİSİNİZ--AĞLARMISINIZ ***
Zee kuşağı evliliği Seda Sayan ve Hülya Avşar dan öğrendi?
Türk Sanat camiası giyinmeyi Zennebaz Cemil İpekçi den öğrendi?
İslamiyeti, sırtı cübbeli, başı kavuklu, eli asalı Şıhlar dan öğrendi?
Hak-hukuk adalet mizanını, Müge Anlı dan öğrendi?
Tarihsel devinimi, Muhteşem yüz yıl filminden öğrendi?
Coğrafya'yı, sarışın güzel bayan Tansu Çiller den öğrendi?
Siyaseti, meşhur fötür şapkalı merhum Süleyman Demirel den öğrendi?
Ekonomiyi Sayın Nureddin Nebadattan öğrendi?
KDV-ÖTEVE ve her türlü vergi kazığını merhum Özal dan öğrendi?
Orta Doğuyu, Kurtlar Vadisinden öğrendi?
Her türlü allem-kullem, denk-dubarayı Siyasal Akvamdan öğrendi?
--------OZAN ÇAKIROĞLU-------
Her zamansız vedanın
Bir suçlu rıhtımı vardır.
Deniz, dalga belki,
Fırtınaya yalakalık eden
Çok şiddetli Lodos ta esmiş olabilir.
Bekir Bey
Güzel söylersin
Doğru söylediğin
Ama iş sana bana düşmüşse,
Hassasiyetinizi dikkate almalıyız.
Herkese hayırlı bayramlar diliyorum..
Türkiye’de et tüketimi Avrupa’ya nazaran çok çok düşük. Özellikle çocukların et tüketimi beyin vücut gelişimi açısından önem arzediyor.
Bu kurban bayramını yıllar yılı tabağında bir parça et bulamayan çocuklara adayalım. Ayaklarına gidelim, olmayanları sevindirelim.
Böylelikle yatırıp boğazına bıçak çaldığımız, zahiren kanlı bir tabloyu, toplumda bir empati, sevgi ve merhamet iklimine çevirelim.
Bu vesileyle herkesin Kurban bayramını tebrik ederim. Sevdiklerinizle güzel anılar biriktirmenizi temenni ederim.
Ne söylersen söyle, benliğimde beni kabul edene söyle.
Kabulü erkamı, benlikden başkası değilde ne?
Gidişat an be an tek yönlü yol, zamânın gidişatı değilde ne?
Bilemem doğruyu çalan benlikde ben olan ne?
Şu âlemde onca farklı çalan tellerden hangisi yakinen benlikden bene giden yol ne?
Amaç, maksat, gaye, niyet bir anda okunmalı, hakikate uymayan haykırış ne?
Derdin etten kemiğe bürünmüş hâli kederse, gamsa, çözümü çaresimidir?
Çözümün etten kemiğe bürünmüş hâli ise çaremidir?
Şu tek yönlü gidişatta zamanın akışında, yaşanan dertmidir, gammıdır, çözümmüdür, çaremidir?
Yolun sonu belli, olayın ufkunda belirense ümitmidir?
Ne söz, ne görü, ne duyu, nede dokunuş tek başına doğru okuyuş.
Hakikat okunuyorsa, bana kalan benliğimdeki serzeliş.
Farkındalık küçük bir cüzzi uyanış sonu neye göre davranış?
Aklımı irfanımla yakaladım, sonu deliriş, bilmem yolun sonundan sonra nereye bu gidiş?
Söylerim ben sen de dinle, bin makusa varmak ne ?
Gah tımarda bin sipahi gah emirde nerde ne ?
Şu cihanın evamirde dengi yoktur farkı ne ?
Bil derim ben her telden de çalmanın şu farkı ne ?
Dert denirdi derde bin dert olsa çare dert midir?
Şu diyarın şairleri acep yolda fert midir?
Hep büyüktür sanat ile lakin ola nasihat
Gergedanda boynuz olur insana ya dert nedir ?
Veciz sözler bilmedim ben,aciz olmam gam değil
Şöhretleri görmedim ben şampiyonluk nam değil
Aklımın irfanı varsa ben de o da tam değil
Bilmedin mi her şey olan yolda yolcu dert midir ?
buna benzer bir şey olabilir kanımca
Şu yalan dünyada, çocukluktan kalan hayallerimdi.
Samimi bir sevda beni hayata bağlasın
Ağladığımı bile kimseler görüpte bilmesin,
Hatta göz yaşlarım iki kaş, iki göz aralığı kadar yakınıma süzülsün..
Kendimi illegal bir sürünün haylaz kuzusu sanmıştım.
Sırtımı yaslayacak hayalde bulamazdım arkamda.
Eğer gecenin seherini geçmişse zaman
Bağrı yanık türküler bile beni teselli edemezdi.
Bir barak dilime dolansaydı, bin hoyrat çalınırdı kulaklarımda.
Gel gör ki.
Hep sevda çiceklerini dalında goncasıyla bırakmadıkmı.
Gülü sevseydim,
Yaprak döker gazele dönerdi
Leylayı sevseydim,
Mecnun olup düştü dağlara derlerdi
İnan ki.
Ne adam gibi sevmeyi tadabildim
Ne de bir sultana diz çöküp,
Yarım demet gül sunabildim.
Bilemedim.
Anlıma yazılmış kara bir leke mı ?
Doğuştan kan damlayan yara mı ?
Eğer şahsıma kesilen bir cezaysa ?
Şimdi.
Söyleyin o Mecnunun Leylasına.
Ömrümü, gönlüme ziyan ettim
Daha duasını ettiğim, fakat kalemini kırmadığım, çok yeminler var içimde..
Şimdi ki neslimiz nasihat almaz
Hakikat tarını yıkmış gidiyor,
Bilim pınarından testini dolmaz
Melanet atına binmiş gidiyor...
-----OZAN ÇAKIROĞLU------
Peki yetişmem gereken bir hayat varken.
Gözümde tüten bunca mutluluk ve özlem duruyorken,
O zaman milyonlarca insanın içinde ihtimaldi sana rastlamak.
Evet
İhtimaldi yar...
Gözlerin gözlerine bir dokunur..
Mazide kalmış yarim bir şarkı gibi..
Kulağına her çalındığında
Avuçların da bin ah işitirsin.
Yüzünü dönersin dağlara
Ellerini kaldırıp açsan allaha
Tövbe estağfurullah, bin kere maşallah.
Yinede dokunmak ister gözlerin..
Allah’ım...
Bu nasıl bir dokunuş
Bu ne ihtişam ki,
Gözünü gözüne mahkum bırakan..
Nöbetçi Müftü Gelmeden..
Her yeni bir güne başka ağlıyorduk
Güneşi kendi ellerimizle sıvamıştık gök kubbeye,
Gök meclisi göç edince, gölgelere
Kabuk bağlar dediler, yaralarımız
Doyuyorduk bu sözlere, özlem duyarak,
Mavi yüzlerden dökülen pembe sözcüklere,
Zorumuza gidiyordu
Hesapsızca ağlamak...
Özlemek ne kadar kötü bir duygu. Duyguda değil ateş gibi bir şey.
Sözlerin aşamayacağı dağlar yoktur. Lakin dağa varmak için yürümek gereklidir.
Adımı başkalarının elinde olan ise yürümesini hiç bilmez.
--Muhterem Beyefendi, öncelikle duyarlı ve sorumlu olduğunuzdan
dolayı teşekkür ederim.
--Benim Dini konular da bir ehli-yetkinliğim yoktur. Tanıdığım ve saygı
duyduğum bir kardeşim, bu sayfa da *GAZZE* olayları bağlamında
fikirsel teatide bulunmuşlardı. Ben de yazının muhteviyatına mukabil
meselenin sosyal tarafını dile getirdim. Ancak her ne hikmetse benim
dünkü yazımdan sonra, kendileri yazıyı sayfadan kaldırdılar. Bu doğru
ve anlaşılır davranış eylemi değildir. Eğer ki, kendi fikri hürriyetinize
güveniniz yoksa beyhude yazıp ta, bir başkasını zahmet ve töhmete
sokmayacaksınız diye düşünüyorum...
--Haa bu arada, ben Demokratik Laik, Sosyal ve Hukuk Devlet sisteminden
yanayım. Şiirlerimin % 80 i Ulu Önder Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini, ilke
ve inkılaplarını, muasır-çağdaş hür ve kutlu Cumhuriyetimizi anlatır... SAYGIYLA
-------OZAN ÇAKIROĞLU--------
Sayın Pehlivan.
Baştan sona yazdıklarınızın hepsini can kulağıyla okudum. Ve doğruluğunda bir şüphe yoktur. İmzamı atarım altına.
Lakin bu yazdıklarınızın tümü yolun bir şeridi. Halbuki yollar genelde iki şerid olur bir gidiş bir dönüş.
Günümüz içinde olduğumuz, kültürel, sosyal, ekonomik ve hukuki. Yani donüş şeridinide yazarsan, şablon oturur yerine. Adalet tesis edilir
--İslamiyet evrenseldir, kimsenin tekelinde değildir? İslamiyet bütün dinlerin gölgesidir?
Bu Rahmani gölgeye her kim sığınmak, korunmak, ve barınmak isterse, bu davranış
eylemine hiç bir *BEŞER* engel olamaz. İslam Dini asla ve kat-a bağnazlığı, yobazlığı
aymazlığı, mezhepçi fetbazlığı ve her türlü nursuzluğu içinde barındırmaz??
--KURAN, bütün Evrenin tercüm-i ezeliyesidir...Devrani Alemin değişmez Anayasasıdır.
Hz.Muhammed, Yüce Yaradanın Yer yüzünde ki tek ve son rehberidir... KURAN hiç bir
Devlet ve ya, her hangi bir toplum tarafından siyasal bir malzeme olarak kullanılmaz?
Hiç bir Devlet ve ya toplum KURAN-I Savaş çığırtkanlığına alet edemez?
--Dört büyük Kitapta haktır. Ülkemiz de, özellikle 1980 lerden sonra görünmez bir üst akıl
Dört hak kitabı birbiriyle yarıştırıp, ayrıştırıp, düşman edip ve kavga ettiriyorlar. Mevcut
Siyasal erk'te bu aymazlığa, yobazlığa, fitne-fesat ve bağnazlığa her nedense ses etmiyor...
KURAN indiğinden bu yana bütün mahlukata, insine-cinsine sevgi, saygı, barış, uhulet ve
suhulet öğütler. Asla ve kat-a Din-mezhep, ırk, renk, dil ve cinsiyet ayrımı yapmaz. Asla
Devlet ve Milletleri biribirine düşürmez...
--Kardaş, yoldaş, sırdaş ve soydaşım, bunun aksi Cehalettir, Garabettir, Dalalettir hatta
ihanettir... VESSELAM -----OZAN ÇAKIROĞLU------