Zaman, haritası kayıp bir çöl.
Her kum tanesi, unutulmuş bir soru.
Akıl, kervanını yitirmiş bir yolcu,
dudaklarında bin yıllık bir susuzluk.
Söndü kalpte ateşim
Dinmiyor hiç bu sızım
Düğümlendi nefesim
Çıkmıyor hiç avazım.
Kaz dağında yeşerir çiçekler ve otlar
Yaylalarında yayılır kazlar ve atlar
Zirvesinden patlar soğuk pınarlar
Benim bin pınarlı idâ dağım.Yüz bin çeşit çiçekleri mis gibi kokar
Bir tarafından yağ, bir tarafından bal akar
Efsanevi Sarıkız’ı zirveden denize doğru bakar
Ben, zamanın nabzını avucunda tutan eski bir saat sarkacı,
ne kralların fermanını dinledim
ne de cellatların bilediği çeliği.
Gönül kapısını sana, sonuna dek açmıştım,
Bu sevdayla kalbime, bir hançer gibi vurdum.
Ben her şeyi bir yana, bırakarak kaçmıştım,
Hayallerden kendime, bir darağacı kurdum.
Yıkık bir saltanat kaldı içimde,
Tahtında anılar, tacı elemden.
Bir fırtına koptu sevda gecemde,
Geçtim o zehirli, tatlı kelamdan.
Sürgününde yorgun düştü bu beden;
Onlar giyer, yeşil başlar
Çatar durur, kara kaşlar
Sözü zehir, dilde taşlar
Aşkım Hak'tır, kime ne ki?
Kintsugi...
Ben,
acemi bir ustanın elinden çıkmış, sade bir kaseydim,
tek rengin ve pürüzsüzlüğün sükunetinde.
Zaman,
parmaklarımın arasından sızan ince bir kum değil,
içimde birikmiş,
kristalize olmuş bir göl.
Her hareketimde çatırdıyor.
Kırık Pusula..
Yosun tutmuş kuyuların dibinde aradım seni,
sessizliğin çığlık attığı o en karanlık demlerde.
Hiçbir ayrılık, iki kişiyle başlamazmış meğer,
senden kalan o derin boşluğu kucakladım sadece, çaresizce.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!