Çay bu güzelde demlendi mi, ne güzel höpürdetilir, sabah, öğle, ikindi ya da akşam vakitlerinde... Alakaya Çay Demle, diye takılırlar bazı zaman eş dost arkadaşlarınız, ağzınızdan değişik bir cümle çıktığında... Alakaya çay demlenmez, dostluğa, arkadaşlığa, muhabbete çay demlenir... Burada bir kelalaka var gördüğünüz gibi...
Çayı demlerken, çaya çok kaba ve haşin davranmamaya gayret gösterin. Ne mülayim bir bitkidir bu çay. Önce alttan suyu koyar ısıtırsınız, ısıtırsınız gıkı bile çıkmaz. Sonrada o ısınan, kaynayan suyu çayın üzerine boca edersiniz yine gıkı çıkmaz... Biri gelse de sizin üstünüze bırak kaynayan suyu, normal su dökse fıttırırsınız adeta, dövmeye bile kalkarsınız adamı...
Çayın altında ki demlikte suyu ısıtırken fazla lafa dalmayın eşiniz dostunuz ile su kaynar kaynar sonra buhar olur bir de demliği yakar, demlikten de olursunuz... Yanınızda ki arkadaşınız da size ''Suyun Isındı.'' diye bir espri yapmaya kalkarsa ona da aldırmayın, çay içindir o da mutlaka...
Ah bu cemreler, nasıl da bekleriz onların sıra ile düşmesini. Kışın bitip de bahara, yaza merhaba demenin de ön şartıdır o cemrelerin düşmesi... Bu sene 20 Şubatta düşmüş ilk cemre ve birer hafta arayla da havaya, suya, toprağa canlılık, can gelmiş. En başta da biz insanlara hem coşku, hem de neşe, sevinç gelmiş...
Her ne kadar düşenin dostu olmaz deseler de cemrelerin düşmesi hepimizin, memleketimizin sağlığı güzelleşmesi açısından çok önemli bir olay. Biz ezeli dostuz cemreler ile... İnsan düşmeye görsün, çevrenizde ki çoğu arkadaşlarınız bir bir sizi terk eder, belki bir kaç hatırlı gönüllü kadim dostunuz arkadaşınız kalır yanınızda yörenizde. Hani diyor ya şarkıda ''İyi gün dostları siz şöyle durun, gerçek dostlar beni yerden yere vurun.'' Gerçek dost hatayı da söyler sevincini de paylaşır insanın her zaman, bize de onlar lazım zaten...
Doksanlı yıllardan sonra televizyon kanallarının çoğalması haliyle kanallarda oynayan televizyon dizlerinin ve oyuncularının sayısını da arttırdı. Şimdi burada hepsinin adlarını tek tek saymaya gerek yok, siz zaten biliyorsunuz çoğunun adını. Baştan sona benim hiç birini seyretmişliğim olmasa da, bu konuda kendim ile gururda duyabilirim ayrıca, ancak yurdum insanından çok sayıda bu dizileri ve oyuncuları takip edenler var. Her ne kadar diziler başlamadan önce uyarı yazıları çıkıyorsa da televizyonlarda yine de delikanlı olup, çocuk olup bu dizilere takılanları az çok tahmin edebiliyorum...
Bu tür şiddet içeren diziler insana hiç bir şey katmadığı gibi, çocukların ve gençlerin bilinçaltına da direkt şiddet içerikli sinyaller göndererek onların hayatlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bakın bakalım istatistiklere, bu diziler yaşamımıza girmeden önce suç oranları nasıldı; bu diziler hayatımıza girdikten sonra toplumsal şiddet olayları nereden nereye sıçradı?
Denizciler caddesinin en kral ciğercisi,
Seyyar ciğerci,ama ne ciğer yapar...
Bir yeseniz parmak marmak kalmaz.
Bir de dost canlısı,bir de kalender;
Ara sıra eşantiyon benden yiyin der;
Sayın Çiğ Süt emen, emmiş ve de emmeyi düşünen vatandaşlar. Adı üstünde süt pişmeyip de çiğ çiğ içmeye kalkarsanız inanın bunun hem size hem de topluma büyük zararları olacaktır siz bu topluma karışınca...
Çiğ süt en başta midenizi bozar yahu! Mideniz bozuldu mu aklınız başınızdan gider, aklınızda başınızdan gitti mi, her ne iş yapıyorsanız yapın saçmalarsınız, diyeyim size... Onun için yeni bile doğdu iseniz, annenizin memesini bile emiyor iseniz, o süt helal mi haram mı, diye annenize sorun, yok sormadınız, başkasına sordurun...
Anneniz size helal süt veriyorsa zaten, tadı da, kokusu da, rengi de pek bir tatlı pek bir güzeldir... Bir de emmeye başladınız mı annenizin memesini bırakamazsınız. Emer, emer sonrada ''Daha daha yok mu?'' dersiniz...
Ben beton yığınıyım bundan sonra
Tuğlayım, kiremitim
Ne doğru düzgün ağacım kaldı
Ne doğru düzgün yeşilliğim
Asfaltım ben kilometrelerce
Ben bir Çeçen çocuğu;
Yıllar önce,
Grozni'de vurulmuştum,
Kimse duymamış sesimi,
İki seksen serilmiştim,
Oniki yaşındaydım amma,
Ne de içime işlemişti, yüreğimin orta yerine oturmuştu bu cümle. ’’Çocuklar Babaları Ölünce Büyür.’’ Öyle ya, kırk yaşına kadar babamın oğluydum, kıyamete kadar ve daha sonrasında da babamdı... Cennette buluşur muyduk buluşamaz mıydık orası muamma...
Sanki bir anda mı gelmiştik kırk yaşına? Geride kalan otuz dokuz sene acısı tatlısıyla geçip gitmişti işte... Neler kazanmış, neler kaybetmiştik... Babasız geçen on sekiz sene... Dile kolay... Amma illaki olacaktı. Biz de zamanı gelince, emrihak vaki olunca çocuklarımızı babasız bırakacağız... Onlar bizi yeter ki evlatsız bırakmasınlar... Sıralı olsun ahirete intikalimiz...
Akıllı adamdı gerçekten babam. Belki de bize öyle geliyordu onu çok sevdiğimizden. Belli etmese de o da bizi çok severdi, eminim ki... Azarını işittik mi, hem de çok işittik de yine de gönül koymadık, yüksünmedik desek yeridir...
Kulağıma bilgisayar ya da televizyon belki de cep telefonu diye sesler geliyor uzaktan. Telgraf da olabilir mi, ya da elektrik ampulü öyle ya dünyayı baştan ayağa aydınlatan karanlıklara ışık tutan bir kullanım aracı. Hatta yıllarca insanlar bunu tartıştı, dünyamızı aydınlatan bu buluşu yapan Thomas Alva Edison cennete gider mi gitmez mi? O işin ahlaki ve dini yönü, bizim ilgilendiğimiz insanlara yararlı bir buluş olduğu kesinlikle, ayrıca kimin nereye gideceğini de Allah bilir...
Eveeet gelelim benim gözümde dünyanın en büyük buluşu yoğurta. Yoğurt mu dediniz veya buyur kelimelerini duyar gibi oluyorum. Kısaca tarihçesine göz atacak olursak aşağıda ki bilgilere de ulaşabiliriz...
''Yoğurt' kelimesinin Kaşgarlı Mahmut tarafından Divan-ı Lügat-İt Türk de kullanıldığı tespit edildi. Yoğurdun öyküsü ve tarihçesi başlığıyla yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:"Bugün yoğurdun nasıl yapıldığını herkes az çok biliyor. Sütün yoğurt haline dönüşmesi için eski yoğurt maya görevi görüyor. Peki, insanlar sütü nasıl yoğurt haline getirdi? Yani yoğurtsuz yoğurt nasıl yapıldı? Milli yiyeceğimiz olan yoğurdun ilk defa nasıl yapıldığına dair yeterli ve kesin bir bilgi mevcut olmamakla birlikte, göçebe olarak yaşamlarını sürdüren atalarımızın yoğurt yapımında kullandığı doğal mayalar karınca yumurtalarıymış. Taşların altında yer alan küçük ve beyaz baloncuk şeklindeki taze karınca yumurtalarını ezmişler ve ısıtılan sütün altına koymuşlar. Böylece süt karınca yumurtalarında bulunan kimyasal maddeler yardımıyla mayalanarak yoğurt haline gelmiş. Başka bir rivayete göre, sütün yoğurt olarak mayalanması Hz. İbrahim'e melekler tarafından öğretilmiş. Ve bu sır halinde uzun süre babadan oğla intikal etmiş. Eski Türkçe de yoğurt kelimesi 8. yy. metinlerinde yer alırken, Kaşgarlı Mahmut tarafından 10. yy. da yazılan Divan-ı Lügat-İt Türk ve Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eserlerinde bugünkü anlamında yoğurt kelimesinin kullanıldığı bildirildi.''
Ben dalların tepesinde gezerim
annem aşağıdan feryat figan bağırır çağırır
insene oğlum düşeceksin
olsun dut silkeleyeceğiz
komşular bayram yapsın sen de yiyeceksin...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!