Bir temmuz günü dünyaya gelmiş olup Allah'ın bahşettiği ilahi kader doğrultusunda hayatını devam ettirmektedir. İlkokul, orta okul ve lise başkentte bitirildikten sonra geç de olsa 1982 yılında Uludağ Üniversitesi İİBF İşletme Bölümünde bir yıl eğitim almış ve hevesi de kaçtığı için seksen üç yılında Ankara'ya dönmüştür. İşte şiirlerde o yıllarda yavaş yavaş ortaya çıkar. Sırf bir inat uğruna, sırf kendini terk eden ve bir daha da haber alamadığı bir kız uğruna şiir yazmaya başlar. İlk yazdıkları her ne kadar kayda değer şiirler değilse de onla ...
''4 Nisan 1953 günü TCG Dumlupınar Denizaltısında Şehit Olan Türk Denizcilerine''
Ölüm kolaydır vatan için
Bir an bile düşünmeden verilir can
Zor olan nedir bilir misiniz a dostlar?
Sevdiklerinizin şehit olup da
İnsan biriktiriyorum iyi insan adam gibi kelli felli
kadın gibi namus ehli
bir lokmaya muhtaç ama çalmayan laf olsun diye namaz kılmayan
eşi dostu tanıyan hal hatır sayan...
insan biriktiriyorum iyi insan
Sessizlik ile konuşayım biraz dedim. Döndü bana ne dese beğenirsin '' Benim adım sessizlik ne konuşabilirsin ki benim ile.''Gecenin bu saati olmuş yeni gün ve gece eski gün ve geceyi ardında bırakıp insanlara ve diğer canlılara merhaba demiş en keyiflisinden. Ben de seni karşıma alıp, hatta adam yerine koyup konuşuyorum ey sessizlik. Çıt çıt diye bir yerden sesler geliyordu, kulak kabarttım azıcık, döndü bana ''Herhalde o çıt seslerini benim çıkardığımı düşünmüyorsun, sağına soluna bak, belki de, kanadı kırık bir sivrisinek ya da ayağı topal bir hamam böceğidir o'' dedi...
Bak bu saat oldu daha yatmadım. Bir sor bana bakalım niye yatmadım? Senin sessizliğinin derinine inmek için, sessizliğin sesini duymak için. O sessizlik ki nasıl sekine salar insana, nasıl huzur verir yüreğe ve beyine. Şu an da herkes belki de renkli sinemaskop üçüncü beşinci rüyasını görüyor, çoğunun kı..n da pireler uçuyor hem de en kallavisinden. Ben ne yapıyorum senin gibi çıtı çıkmayan biri ile havadan sudan konuşmaya çalışıyorum, karşıma almış seni muhatap kabul ediyorum kendime...
Bir şair susar ve bütün ülke karanlığa gömülür
oysa acının, yoksulluğun korkusuz cengâverleridir şairler...
Bir şair susar;
işkenceler alır başını gider
hayat çok ucuzdur
''24 Ocak 1993 de Cumhuriyet düşmanlarınca katledilen Uğur Mumcu'nun aziz hatırasına saygı ve gözyaşlarıyla.''
o karlı yirmidört ocak sabahında
yüreğimizi sızım sızım sızlattın Uğur ağabey
ne çok hüzün saldın bu ülkenin insanlarına
Sinemalarda gösterime girmiş eski bir filmdi ''Kim Korkar Hain Kurttan'' seyretmemiştim ama yine de oynandığı zaman, hakkında çok konuşulduğunu biliyorum. Bir de sanırım böyle bir kitap var ''Kim Korkar Matematikten'' Ben de ondan mı esinlendim nedir, öykümün adını böyle koydum. Mahallemizin ortaokuluna başladığımız yetmişli yıllardı. Bir an da ilkokuldan ortaokula zıplayıvermiştik. İlk günler hocalar ile tanışma faslından sonra derse daha üç sene bizi okutacak olan matematik öğretmenimiz Hilmi Bey girmişti. Öğretmenliğini her zaman takdir ettiğim bir hocamızdır hâlâ kendisi. İlk günler ne kadar güzeldi o sene, modern matematik bizim ile merhaba demişti eğitim ve öğretim hayatına. Matematikten hiçte parlak bir öğrenci olmadığımı herkes bilmese de en azından ben kendimi biliyordum. Hal bu ki ilkokulda çarpım tablosunu sınıfta ilk ben ezberlemiştim, ama iş onun ile bitmiyor ki kardeşim. Kümeler, modüler aritmetik, bir bilinmeyenli, iki bilinmeyenli, üç bilinmeyenli ve benim de bilemediğim denklem türleri offf ki offf! ! !
Ya Hilmi Hocam sadece kümelerden sorsa yazılıdan ful çıkaracağım, ama konular fazlalaşınca sorularda fazlalaşıyor ve farklılaşıyor haliyle. Toplamayı yapıyorum, çıkartmayı da yapıyorum, çarpım tablosu da tamam. Ahhh o denklemler bir türlü yazılı da denk getiremiyorum o denklemleri, aslında bu matematik bilimlerin temeli yahu. Bunu da gençlik yıllarında öğrenmiştim. Edebiyatçı olacaksan bile matematik gerekli, ama matematikçi de olacaksan o zaman edebiyatta gerekli. Çok çalışkan çocuklar var sınıfta, Cemil, Serdar, Sevgi vb. onlara sorsam teneffüslerde bana anlatacaklar konuları ama on dakikalık teneffüslerde bahçede top tepmek var boş veeer...
Bir insanın matematik ile bu kadar mı arası bozuk olur bu kadar mı yıldızı barışmaz? Hilmi Hocamda benden yaka silkmiştir her halde o yıllarda. Ama Allah var eylülde ki ikmal imtihanlarında amcaoğlu beni çalıştırınca B ve C alarak geçiyorum çoğu zaman. Yahu arkadaş sene içinde de ders dinleyip ikmale kalmasan da, sen de, millet yazın sokaklarda top teperken, kız peşinde koşarken, masa başında oflayıp puflayıp, dersleri hatim etmesen, yok arkadaş yok, bize ters millet dokuz ay okula gidip de üç ay tatil yapacak biz de okumayı ve okulu sevdiğimizden, on iki ay okuyacağız.
Onu, o esmer teniyle ilk gördüğümde vurulmuştum. Altıncı, yedinci, on ikinci, yirmi beşinci hislerim onun iyi bir şey olduğunu fısıldıyordu kulağıma. Daha üç dört yaşlarında ya var ya yoktum. Üzerinde parlak bir kağıt vardı ki sanırım ilk önce beni o parlak kağıdın çekiciliğinin etkilemiş olması lazım. Şifoniyerin üstünde görünce kalbim öyle heyecanlı atmaya başlamıştı ki mutlaka iyi bir mama olmalıydı. Son dört adım, üç adım, iki adım veeee evet işte avucumun içinde. Önce elbiselerini bir çıkartalım bakalım. Çok da yumuşakmış. Niye bir türlü çıkmıyor ki bu üstündeki kâğıt parçası. Hmmmm! Biraz zorlanacağım bu yaşımda o kağıdı çıkarmak için. Terler sırtımdan ve başka bir yerimden çıkıyor neredeyse. Annem görse kızar mı ki acaba? Hah açtım üstündeki parlak şeyi, annem görmeden bir de ağzıma atsam bu iş tamamdır. Oooof ooof! Bu nasıl bir şeymiş ki ya muhallebimden ve yan komşumuzun kızı Songül'den daha güzel, daha iyi bir şey olduğu kesin. Çok çubukta eridi ağzımda, daha da var mı ki acaba? Bu yaşıma kadar niye görmedim ben bunu sanki?
Annem geliyor eyvah! Çaktırmamalıyım onu yediğimi. Ağzımın kenarlarında kalmış azıcık kahverengi kahverengi izler. Elimle de sildim ama belli oluyor mu ki? ‘'Bak bakayım bana Ahmet bayram için aldığım çikolataları bulup da sen mi yedin kerata? '' sıkışırım, bunalırım, yüreğim hızlıca atmaya başlar ne desem ki şimdi anneme, ne palavra sıksam. ‘'Ehemmm kem küm ben, ben sadece ellemiştim baktıydım.'' Anne biraz kızsa da çok fazla da üstüne gitmeyecektir çocuğunun. ‘'Sanki bir iki tane yemiş gibisin, demek ki yetişmesem hepsini götürecektin vay zibidi seni vay zibidi. Oğlum onlar bayramlık, misafirlik, bayram bitsin ben sana istediğin kadar veririm kuzum.'' Oy ki oy annem bana ilk defa zibidi dedi ne ki acaba bu? Ha bir de kuzum dedi, onu biliyorum işte geçen bayram arka bahçede meee mee diyen bir hayvan vardı ona diyorlardı. Her neyse, Ahmet bu ilk çikolata savuşturmasını başarıyla atlatmıştır, içinden derin bir oh çeker ki o çektiği oh yıllar sonra yuvarlana yuvarlana bir ‘'Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.'' Şeklinde edebiyatımızdaki yerini alacaktır.
Yıllar su gibi akıp gitmekte Ahmet de yıllar da yetmişli senelerin ortasına beraberce gelmektedirler. O yıllarda baston çikolatalar ve gofret diye tabir edilen çikolatalar pek revaçtadır. Üç dört yaşlarında çikolata ile başlayan o büyük aşkı bazen açık, bazen de annesinden ve babasından gizli olarak devam etmektedir. Hafta sonları cumartesi günü babasından yedi buçuk lira harçlık alan Ahmet doğru mahalle bakkalı Necdet amcasına gider ve elindeki yedi buçuk liranın tamamıyla bir torba çikolata aldıktan sonra o çikolataları evlerinin bodrumunda bir güzel midesine indiriverir. Akşam baba eve geldiğinde Ahmet'in biraz da karnı ağrımaktadır. Babası ve annesi bir şeyler olduğunu sezinlerler. Baba ‘'Oğlum ne oldu sana böyle sabah iyi idin çok mu terledin maç yaparken ya da yediğin bir şey mi dokundu? '' Terler yeniden fanilasını ıslatmaktadır Ahmet'in. ‘'Sabah okulda simit yemiştim baba biraz da bayattı belki o dokunmuştur anneciğim, babacığım, başka bir arkadaşım daha yemişti o simitlerden onlarda hastalanmış az önce telefon ile konuştum da.'' İşte böyle çikolataya babadan ve anneden habersiz yapılan bir yatırım daha böyle pembe bir yalan ile savuşturulmuştur.
Eskiden, yetmişli yılların sonu, seksenlerin başında her şey ne kadar güzeldi ne kadar hoştu. Gençtik, dinamiktik, capcanlıydık, coşkuluyduk. Okumaya çalışıyorduk, dersler bir taraftan, arkadaşlar bir taraftan, sosyal faaliyetler, halk oyunları bir taraftan. Asitler, bazlar, kızlar, tuzlar ve Lazlardan oluşan dopdolu bir hayatımız vardı. (O zaman Trabzonsporluydum da) Lazlar oradan geliyor anlayacağınız. Babamız rahmetli eve ekmek getirir, biz de ailecek hep beraber helalinden kazanılan paraları helalinden yemeye çalışırdık. Mahallemizde ki bütün arkadaşlarımızda da aynı şekilde ‘'Ekmek elden su gölden, cocacola ve sakız bakkal Recai amcadan, akşam ev de sopalar babadan.'' Sopalar şaka şaka, Allah var fiske vurmadı rahmetli. İşte böyleydi durumlar.
Öğrenci olduğumuzdan harçlık ile geçinir, kıt kanaat yaşamaya çalışırdık. Paranın değerinin düşmesiyle harçlıklarımıza zam kesinlikle gelmez, maaşlar dolar ya da euroya endekslenmezdi, yılda tek maaş ikramiyemiz bile yoktu, grevde yapamazdık, yalnız arada çaktırmadan yanağına bir öpücük kondurup valideden de para tırtıkladığımız da en büyük ikramiye oydu bizim için...
Babam çok çalışkan adamdı, adı üstünde baba, ha babam de babam çalışırdı bize geçim sıkıntısı çektirmemek için. Bizim haberimiz bile olmazdı elektrik faturası ne kadar, su faturası ne kadar, telefon faturası ne kadar, doğal ga... ha! Unuttum daha o zaman doğal gazın esamisi bile okunmuyordu ülkemizde, doğru ya. Aşağı yukarı benim yaşımda olanlar hatırlarlar Sayın muhterem büyüğümüz Süleyman Demirel'in ‘'Benzin vardı da biz mi içtik? '' dediği ve evlerimizin yine bir petrol türevi olan fueloil ve kömür ile ısındığı, şehirlerimizde kalorifer ve egzoz dumanı soluduğumuz zamanlar...
Hayallerini sordum bir güneydoğulu çocuğa.
"Kimse ölmesin ağabey dedi
artık vatanımızda
kimse bize gülmesin artık
bu topraklarda insanlar birbirini vurmasın
doktor ilaç gelsin köylerimize
Bu yaşamımızın vazgeçilmez parçası, her şeyi biliyor, bilmediği bir şey yok. Topluyor, çıkartıyor, bölüyor, çarpıyor. Bilgileri sayıyor. İyi de kardeşim bu meret evimize girdiğinden beri hem vallahi hem billahi aile bağlarımız zayıfladı yahu! Sizlerde durumlar nasıl bilemem ama biz de böyle arkadaşlar. Biz dört kişilik klasik Türk ailesi diyebileceğimiz bir aileyiz. Anne, baba, bir erkek, bir de kız evlat. Bu görünüşte ve kullanışta harika alet sayesinde birbirimizin yüzünü evimizin içinde bile göremez olduk. Her şeyi sayıyor da bir bizi saymıyor.
-Kızııım! bir bardak su getirir misin?
Evin kızı yan odadan babasına seslenir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!