Ben bir Çeçen çocuğu;
Yıllar önce,
Grozni'de vurulmuştum,
Kimse duymamış sesimi,
İki seksen serilmiştim,
Oniki yaşındaydım amma,
Yolda yürürken tam karşıdan da O geliyordu ''Vaaaaaaay.'' diye cümleyi uzatarak ve kollarını da ardına kadar açarak... Ben de salak değilim ya, kayıtsız kalır mıyım? Onun vaaaylarından daha uzun olmalı benim vaaaaaaaaaylarım! Vaaaaaaaaaay!
- Neredesin oğlum kaç zamandır sen yahu?
- Sorma Abi sorma.
- Sormadım ama sen yine de anlat bakalım hele...
Hiç uykularınız kaçtı mı
Irak da Filistin de
çocuklar tanklarla ezilirken
ya da
Çeçenistan da kadınlara tecavüz edilip
ruhları parçalanırken...
Öyle bir zaman
ve yaşanmamış güzellikler için
sabır yolunda verilen güç
hüznümüze değer belki bir gün belki suç
yine de yazacağız yaşadıklarımızı
belki de yaşayamadıklarımızı...
Ben bu tavla oyununu oldum olası sevmem, bilirim de oynamam, oynarım da her seferinde yenilirim, iyi bir tavlacı olmadığım şüphe götürmez bir gerçektir. Oynuyorsam da şayet birisi ile matrak olsun diye veya kızdırmacasına oynarım, maksat muhabbet olsun yani sizin anlayacağınız.
Yaz günü dükkânın önünde oturmuşuz bir iki arkadaş pinekliyoruz, sinekleri sayıyoruz, bitiyor, başa dönüyor bir daha sayıyoruz, ikindi vakitleri... Kadim dostlarımdan kalfa İsmail pat koltuğunun altına almış tavlayı, geldi dikildi karşıma ''Ağabey var mısın bir tavlaya en gelelisinden ve de iki mars bir terslisinden'' Hava sıcak mı sıcak İsmail'de iyi oynar bilirim ama işin ucunda şamata gırgır var '' Varım İsmail senden korkan senin gibi olsun aslanım'' tabureyi koyduk üstüne de tavlayı biz de birer tabure çektik, o arada mahalle sakinlerinden bir kaç kişide başımıza toplandı, kimi İsmail'i destekliyor, kimi beni, veletler kırdıracaklar birbirimize bizi. Neyse İsmail salladı zarları, elini de biraz sertçe göğsüne vurdu ''Hadi aslanım kemik otuz sene ben sana hizmet ettim bir kere de sen bana hizmet et'' dedi fırlattı zarları sebai dü, yani neymiş Türkçesi üç iki, döndüm İsmail'e ''Oğlum adını koyalım bari İsmail şunun'' dedim o da ''Tamam ağabey nasıl istersen lokantada mükellef bir öğlen yemeğine'' döndüm biraz çamura yatayım dedim ''Ben kazanırsam İskender yerim sen kazanırsan tavuk döner'' İsmail yemedi tabi numaramı ''Hep aynı yerden yeriz ağabey'' dedi ben de ''Tamam arkadaş espri yaptım zaten'' deyiverdim.
Ne de içime işlemişti, yüreğimin orta yerine oturmuştu bu cümle. ’’Çocuklar Babaları Ölünce Büyür.’’ Öyle ya, kırk yaşına kadar babamın oğluydum, kıyamete kadar ve daha sonrasında da babamdı... Cennette buluşur muyduk buluşamaz mıydık orası muamma...
Sanki bir anda mı gelmiştik kırk yaşına? Geride kalan otuz dokuz sene acısı tatlısıyla geçip gitmişti işte... Neler kazanmış, neler kaybetmiştik... Babasız geçen on sekiz sene... Dile kolay... Amma illaki olacaktı. Biz de zamanı gelince, emrihak vaki olunca çocuklarımızı babasız bırakacağız... Onlar bizi yeter ki evlatsız bırakmasınlar... Sıralı olsun ahirete intikalimiz...
Akıllı adamdı gerçekten babam. Belki de bize öyle geliyordu onu çok sevdiğimizden. Belli etmese de o da bizi çok severdi, eminim ki... Azarını işittik mi, hem de çok işittik de yine de gönül koymadık, yüksünmedik desek yeridir...
Kulağıma bilgisayar ya da televizyon belki de cep telefonu diye sesler geliyor uzaktan. Telgraf da olabilir mi, ya da elektrik ampulü öyle ya dünyayı baştan ayağa aydınlatan karanlıklara ışık tutan bir kullanım aracı. Hatta yıllarca insanlar bunu tartıştı, dünyamızı aydınlatan bu buluşu yapan Thomas Alva Edison cennete gider mi gitmez mi? O işin ahlaki ve dini yönü, bizim ilgilendiğimiz insanlara yararlı bir buluş olduğu kesinlikle, ayrıca kimin nereye gideceğini de Allah bilir...
Eveeet gelelim benim gözümde dünyanın en büyük buluşu yoğurta. Yoğurt mu dediniz veya buyur kelimelerini duyar gibi oluyorum. Kısaca tarihçesine göz atacak olursak aşağıda ki bilgilere de ulaşabiliriz...
''Yoğurt' kelimesinin Kaşgarlı Mahmut tarafından Divan-ı Lügat-İt Türk de kullanıldığı tespit edildi. Yoğurdun öyküsü ve tarihçesi başlığıyla yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:"Bugün yoğurdun nasıl yapıldığını herkes az çok biliyor. Sütün yoğurt haline dönüşmesi için eski yoğurt maya görevi görüyor. Peki, insanlar sütü nasıl yoğurt haline getirdi? Yani yoğurtsuz yoğurt nasıl yapıldı? Milli yiyeceğimiz olan yoğurdun ilk defa nasıl yapıldığına dair yeterli ve kesin bir bilgi mevcut olmamakla birlikte, göçebe olarak yaşamlarını sürdüren atalarımızın yoğurt yapımında kullandığı doğal mayalar karınca yumurtalarıymış. Taşların altında yer alan küçük ve beyaz baloncuk şeklindeki taze karınca yumurtalarını ezmişler ve ısıtılan sütün altına koymuşlar. Böylece süt karınca yumurtalarında bulunan kimyasal maddeler yardımıyla mayalanarak yoğurt haline gelmiş. Başka bir rivayete göre, sütün yoğurt olarak mayalanması Hz. İbrahim'e melekler tarafından öğretilmiş. Ve bu sır halinde uzun süre babadan oğla intikal etmiş. Eski Türkçe de yoğurt kelimesi 8. yy. metinlerinde yer alırken, Kaşgarlı Mahmut tarafından 10. yy. da yazılan Divan-ı Lügat-İt Türk ve Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eserlerinde bugünkü anlamında yoğurt kelimesinin kullanıldığı bildirildi.''
Ben dalların tepesinde gezerim
annem aşağıdan feryat figan bağırır çağırır
insene oğlum düşeceksin
olsun dut silkeleyeceğiz
komşular bayram yapsın sen de yiyeceksin...
Allah’ım ya rabbim bu magazin, pardon mag/hazin programlarına bayılıyorum. Hatta bayılmakla da kalmıyor bayıldıktan sonra ayılmaya çalışıyorum, ayılamıyorum. Düşünün yani o kadar fazla bayılmışım...
Sanatçı müsved... pardon sanatçılar layk mayk almaya bayılıyorlar sosyal medyada... Tamam da o laykı alıp da nerelere gideceksin be ablam? Hayır aldın laykı diyelim sonrasında o laykları korumak bir şekilde saklamak biriktirmek de lazım. Sonrasında bozdurur bozdurur harcarsınız. Layk bu öyle kolay alınır mı?
Ben niye alamıyorum arkadaş layk mayk yahu! Demek ki bu layklar çok pahalı ya da çok gizli verilip, alınıyor, aklıma da başka bir şey gelmiyor. Peşin mi alınır kredi kartı ile mi alınır bu layklar? Bankadan layk kredisi çeksek olmadı, ha bir de bankalarda layk kredisi diye de bir kredi var mı, yok mu? Bunu da bir araştırmam lazım...
KPKYDÖ örgütüne ben de girdim sonunda... Bu KPKYDÖ de nedir, ne ayak, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Yasadışı bir örgüt mü yoksa bu? Olur ya sağımız solumuz her tarafımız yasa dışı terör örgütleri ile dolu... Durun Canım, hemen acele etmeyin açıklayayım KPKYDÖ örgütünün ne olduğunu. Bu örgütün açılımı Kapuska, Pırasa, Karnabahar Yemeyenler Dayanışma Örgütü... Siz yoksa bunu bölücü bir örgüt mü zannetmiştiniz? Evet biz de bölüyoruz ama, yemek yerken sadece ekmekleri...
Ta çocukluğumuzdan beri, bir çok çocuk gibi, biz de kapuska, pırasa ve karnabaharı sevmedik... İyi mi ettik kötü mü ettik orası sonra çıkar ortaya... Kapuska, karnabahar ve pırasalar da herhalde bize biraz küsmüşlerdir... Çok da umurumuzdaydı... Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış derler...




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!