Karga bu, çok uzun yaşar ve de çok zeki imişler kulağımıza gelen rivayetlere göre. İyi de biz bu kargaları beslediğimiz de bunlar hep niye bizim gözlere kafayı takıyorlar, onu da anlamış değilim. Ha bir de şu var, sayın, saygıdeğer karga, öyle kanarya gibi, muhabbet kuşu gibi beslenir mi?
Bir çok kuşun eti yense de helal rızk olarak, acaba karga eti yenir mi, yenirse de ne kadar lezzetlidir. Besleyin siz de kargayı büyüsün, belki eti de daha lezzetli olur o zaman... ''Her kuşun eti yenmez.'' veciz cümlesine de uyan bir kuş mu yoksa bu karga? Bıldırcın filan yedim de gençlikte, ama karga dedin mi beş dakika, on dakika durup düşüneceksin kardeşim. Çok eskilerden bizim ilkokulda ya da ortaokul muydu tam hatırlamıyorum Lafonten'den Karga ile Tilki masalı vardı, bir çoğunuz bilirsiniz bu masalı... Karga ağaçta, ağzında peynir, tilki aşağıda, karganın sesini övünce, tilkiye kanıp ağzında ki peyniri KDV bile almadan aşağıya düşürünce, peynir tilkinin oluyor...
Ben Cihanbatur beş yaşında bir İngiliz Atı, güzel bir kısrağım . Dedelerimin dedelerimin 36. Kuşaktan dedesi paşa baturdan beri rengimiz hep beyazdır bizim. Yalnız biz bu masallarda ki prenslerden hani şu Beyaz Atlı Prens diye adı geçen Prenslerden şikayetçiyiz...
Bu prensler hep mi beyaz atlara binerler? Nedir bu bizim Beyaz Atlı Prenslerden çektiğimiz? Daha da çekeceklerimiz var mı, onu da bilemiyorum... Herkes, hele de genç kızlarımız, evlenme çağlarına gelince, mutlaka Beyaz Atlı bir prens bekliyorlar, onlarda beyaz bir at yerine, beyaz bir Mersedes ya da BMW ile geliyorlar kapıya dayanıyorlar...
Yahu arkadaş, kahverengi renkte atlarda var, siyah renkte atlarda var, biraz da onlara binse bu beyaz at meraklısı prensler... Vallahi prensleri sırtımızda taşımaktan yara bere oldu sırtımız. Bir de ağırlar, bir de kilolular ki sormayın gitsin... Şimdi gidip bir de prensesleri alıp bindirdiler mi, ağırlık iki katına çıkıyor haliyle, zor oluyor bize de...
Kış mevsimine çoktan girdik girmesine de, beklenen karlar her nedense bir türlü yağmak bilmiyor. Hoş ne bilecek karlar yağıp yağmamayı, her şey Allah'ın dilemesi ve takdiri ile olmuyor mu zaten? Tabi ki kış mevsimini, başta garibanlar ve yoksullar olmak üzere, sokakta ki kediler ile köpeklerin, kurtların, kuşların, pek de sevdiği söylenemez. O gariban hayvanların kışın yiyecek bulması hayli zorlaşıyor haliyle... Bir de köy yerlerinde dağ başında ki vahşi hayvanlarda aç kaldıklarından evcil hayvanlara, koyun, kuzu ve tavuklara da saldırabiliyorlar.
Her olumsuzluğa rağmen kar ve yağış her zaman rahmet ve berekettir yağdığı yerlere ve ülkeye. Kar yağdı mı o güzelim topraklarımıza, kış sert geçti mi, bahar ve yazda hem erken geliyor hem de ürün bolluk bereket açısından çok verimli oluyor. Toprakların, tarlalarında karın altında dinlenmesi lazım tabi ki değil mi? Önemli bir özelliğini de yeni öğrendim. Kar kristalleri sesi yutarmış, kar yağdığında oluşan sessizlik ve huzur ortamının da nedeni buymuş.
''Türkiye'de özellikle son yıllarda bilimsel ve teknolojik araştırma merkezlerinin sayısının artması ile TÜBİTAK tarafından verilen destekler yurt dışına beyin göçünü tersine döndürdü.'' BASINDAN
''Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunun (TÜBİTAK) İnternet sitesinden alınan bilgiye göre, Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığınca (BİDEB) yurtdışındaki başarılı Türk araştırmacıların Türkiye'ye dönmelerini teşvik etmek ve çalışmalarını yurt içinde sürdürebilmeleri için destek vermek amacıyla yürütülen "2232 Yurda Dönüş Araştırma Burs Programı" kapsamında 2013 yılında 172 araştırmacı geri dönüş için başvuru yaptı.'' BASINDAN
Sevindirici bir haber gerçekten. Yıllar yılı bu konudan yakınıp dururuz ülke olarak. Bilim insanlarımızı, doçentlerimizi, profesörlerimizi, araştırma görevlilerimizi, yurt dışında ki zengin ülkelere kaptırıyoruz, gidiyorlar ve bir daha da dönmüyorlar diye, şikayet eder dururduk. Haber devam ediyor. ''Bir önceki yıla göre başvuruların 5 kat arttığı programda, 83 araştırmacının desteklenerek geri dönüşü sağlandı, 42 başvurunun değerlendirmesi ise devam ediyor.''
''Dünyanın ilk kafa naklini gerçekleştireceğini duyurarak büyük bir tartışma yaratan Profesör Canavero, Çin'de yaptığı operasyon sonrasında umutlu konuştu. Daily Mail'in haberine göre; cansız beden üzerinde yaptığı nakilde omurga, sinirler ve damarların başarıyla bağlandığını belirten Canavero'nun önderliğindeki ekibin çalışmalarının birkaç gün içerisinde kamuoyuyla paylaşılacağı belirtildi.'' BASINDAN
Yakın zamanda haber sitelerine ve gazeteler düşen bir haber bu. Ne güzel sevinmemiz lazım. İnsanlık demek buralara kadar geldi, daha da nerelere gidecek yaşarsak göreceğiz. Bir zamanlar hatırlayın kalp nakli bile yapılır mı yapılmaz mı, diye tartışılırken Cristian Barnard adlı Güney Afrikalı doktor 1967 yılında bu işi başarıyla gerçekleştirmişti... Yetmiş seksen yıl önce hayal olan bir şey başarılmıştı azim, kararlılık ve çalışmanın sonucunda...
Hayır bizde de o kadar çok beyinsiz, kafasız adam var ki en çok biz de yapılır gibi geliyor bana beyin ve kafa nakli... Beyni sulananları mı ararsın, beyni bunalanları mı, beyni kanlananları mı? Ne türde beyin sakatlığı ararsan var. Bir de şöyle bir durum söz konusu, bunların çoğu da beyninin normal çalıştığını zannediyor. Onlara göre diğer beyinler, kafalar sakat...
Beyin yıkama yoluyla neler neler yapılıyor? Bu beyinler nasıl yıkanıyor? Önce tabi yıkanacak beyini bulmak lazım... Artık bunu beyinci den mi alırsınız, yoksa başka bir yerden mi temin edersiniz onu bilemem?
Beyin yıkandı mı tertemiz olması lazımken kirlenir, başka başka bilgiler girer içine haliyle... Normal yıkanma ile temizlik doğru orantılı iken, beyin yıkama ile temizlik ters orantılıdır... Bunların hepsi psikolojik harbin de alanı içine girer ki dünyanın önde gelen istihbarat teşkilatları bu beyin yıkama yöntemlerinin hepsini bilirler ve kullanırlar. Bunlar tarafından kullanılacak ve dahi kullanılan az gelişmiş insan, çok gelişmiş robot tipli yaratıklar, kendi ülkelerinin hiç bir menfaatini göz önüne almadıkları gibi, hiç bir manevi değerin de onlar için kıymeti yoktur...
Kalemin kılıçtan keskinliğini
Bilen bilir bana sormayın dostlar
Yüreğin şiir de coşkunluğunu
Bilen bilir bana sormayın dostlar...
Bir kalemle insan idama gider
Savaş hiç bir milletin arzu etmediği bir durum aslında... Biz çocukken sokaklarda su tabancaları ile birbirimizi ıslatır, mantar tabancaları ile mantar patlatır milleti korkuturduk. Hoş bu zamanda sokakta oynayan çocukta yok, sokak oyunları da yok maalesef...
Şimdilerde bilgisayarlarda çeşit çeşit savaşı çağrıştıran oyunlar var. Bu oyunları çok küçük yaşlarda da oynayan büyük yaşlarda olup oynayan, hatta yetişkinler içinde bile oynayan arkadaşlarımız var. Sordun mu da ''Eeee ne olacak ki kime ne zararı var oyun işte içinde savaşta olsa, tabancada olsa, bombada olsa.'' deyip de işin içinden sıyrılamazsınız...
Biz ne kadar bu tür oyunların yasaklanmasını dile getirsek de milyarlarca doların döndüğü bir arz talep piyasası var ortada... Aslında burada iş birazda duyarlı anne ve babalara düşüyor. Bir şekilde sevgili çocuklarınızın bu şiddet içeren oyunlardan elini eteğini çekmesi lazım. Bunun için gayret göstermeli ebeveynler...
Hidayet Amcayı yıllardır tanırım. Mahallemizin oturaklı ağırbaşlı sevgi dolu insanlarından birisidir. Yıllar yılı, işçi olarak bir firmada çalıştıktan sonra, SSK'dan emekli olup kendi halinde ev geçindirmeye çalışan halim selim bir büyüğümüzdür. Bütün mahallenin çocukları, gençleri, orta yaşlıları ve kendi akranları olan arkadaşları da Hidayet amcayı severler sayarlar, hatta biraz daha ileriye gideyim yere göğe de koyamazlar, o derece yani sevgi saygı Hidayet amcamıza...
Son zamanlarda bir garip haller oldu Hidayet Amcaya. Yolda giderken durup durup kendi kendine bir takım konuşmalar yapıyormuş, görenler öyle söylediler. Yaşlılıktan olsa gerek, hem de ileri ki yaşlarda insanların ruhi durumları da bozuluyor siz de takdir edersiniz ki, Alzheimer olanda var, manidepresif olan da, romatizma olanda, insan yaşlanmaya görsün bir dolu rahatsızlığı çıkıveriyor. Her ne kadar yaş ilerlese bile kimseler kendine toz kondurmasa da, dert, tasa, elem eksik olmuyor insanın başından. Bir de ''Allah sevdiği kuluna dert verirmiş.'' derler ya, biz de hayra yoralım derdi tasayı, demek ki Rabbim yaşlıları çok seviyor, ahrete yaklaştıklarından mı nedir belki de?
Hepinizin bildiği gibi yirminci yüzyıl ve peşi sıra gelen yirmi birinci yüzyıl bilişim çağı olarak da adlandırılıyor. Teknolojide ki aklı almaz buluşlar ve ilerlemeler yıldırım hızı ile çağa damgasını vuruyor. Yapılan her aletin her buluşun kısa bir zaman sonra daha gelişmişi ortaya çıkıyor. Hatırlarsınız doksanlı yıllarda ilk önce çağrı cihazı çıktı peşine cep telefonu, çağrı cihazları aynen çöp tenekesine ve tarihin tozlu derinliklerine cumburlop. Cd ler çıktıktan sonra taş plaklar ve kasetlerin hükmü kalmadı. Telefonlarda artık sizi kim arıyorsa numarası kabak gibi çıkıyor amiyane tabir ile. Mail adresinize eğer birisi dadandı ise onu ortaya çıkarıp polise teslim etmeniz içten bile değil haberiniz olsun. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Bilişim Suçları ile Mücadele Daire Başkanlığı diye bir birim var 2011 yılında kurulmuş ve halen görevini başarı ile yürütmektedir...
Bildiğiniz gibi artık her devlet kuruluşunun ve çoğu özel sektör kuruluşunun büyük küçük bir internet sitesi var. Hacker denilen arkadaşların bir kısmı buraları koruyor, kötü niyetli bir kısmı da buralara elektronik saldırılar gerçekleştiriyor, dolayısı ile sitenin işlevlerini yavaşlatıyor ya da tamamen devreden çıkartıyor. Bu sebep ile önemli her kuruluşun ayrıca yedek siteleri de var...
Her ne kadar internet ortamından ben alışveriş ve bankacılık işlemi yapmasam da bunu yapanlar ve teknolojik çağa ayak uyduranlarda çoğunlukta. Artık İlköğretim çocukları bile babalarının bankacılık işlemlerini yapabilecek kapasiteye sahip...




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!