İftira ki hem de asırlardan beri süregelen bir iftira. Hayır bu iftiradan kolay kolay da kurtulamıyor bu vatandaşlar. Vatandaşlar dediğime bakmayın, teşbihte hata olmaz. Onlar aslında havada dolaşan vatandaşlar, kuş cinsinin uzun gagalı, uzun ayaklı varlıkları, yani leylekler... Leylek kardeşlerimiz.
İllaki her çocuk belli bir yaşa geldiği zaman anne ya da babasına sorar mutlaka ’’Anne baba ben nasıl dünyaya geldim?’’ Anne de baba da, soğuk terler döker, nasıl cevap verse bir türlü bulamaz. ’’Yetişiiiiiin leylekleeeer.’’ der ve yetişir leylekler annenin de babanın da imdadına... ’’Seni leylekler getirdi evladım.’’ ba ba ba ba ba ba ba ba!
Neden leylek? Güvercin değil, serçe değil, papağan hiç değil, karga zaten olmaz, illa leylek de leylek. Hayır leylekler ne diyor acaba bu büyük iftiraya? Leyleklere sorsalar ’’Ulan geri zekalılar bir çocuk doğdu mu en az üç beş kilo biz nasıl taşıyalım kilometrelerce uzak diyarlardan o bebekleri, düşer gagamızdan zaman zaman, o zaman da düşük yapılır, hanımlar bizi mi suçlayacaklar, kabul etmiyoruz bu suçlamaları, bebekler uyanın, hepiniz hastanelerde dünyaya geliyorsunuz, biz ne sizi ne de başkalarını getirmiyoruz gagalarımızda. Boşuna iftira atmayın bize.’’ derler, mutlaka derler bunu...
Ahanda, hatuuun bütün numaralar tutuyor, bizim çeyrek bilete çıkmış, seksen milyon. Dörtte bir hissemize yirmi milyon yani, eski parayla yirmi trilyon vurmuş. Ben demiştim sana ama içimde böyle bir his var, sanki bu yılbaşı sıra bizde diye, demiştim demiştim...
Bir düşünelim bakalım, neler yaparız neler? Üç yüz beş yüz tane daire alsak da kiraya mı versek? Ya da yok, yok, arsa alsak beş on bin dönüm, patates soğan, domates biber eksek diyorum. En iyisi borsaya girsek, hisse senedi alsak, yok ya o da pek aklıma yatmadı... Dolar alıp beklemeli veya yuro alsak, o da olmadı Japon Yeni alsak.
İyi de parayı almaya gidince mafya düşerse peşimize. Kara para aklayanlar filan peşimizi bırakmazsa. Yok yok o zaman tanıdık bir banka müdürü bulup ona aldırmak lazım parayı. Üç beş de ona sus payı vermemiz gerekir. Kredi kartlarımızda limitsiz olur artık. Hava atmak için yüz dolar ile sigara yakarız...
Yürümekle yollar aşınmaz diyenler.
Cevap verin bana;
Niye iki senede bir yolları asfaltlıyor,
O zaman belediyeler.
Benzin içilmez tabiki yoksada, varsada
Sen bilmiyormusun sanki...
Türküz türkü çağırırız ya
bu yurdun bütün türkülerini sevdim ben
insanlarını da sevdiğim gibi...
Saftır temizdir türkülerimiz
Büyütün Yüreklerinizde Barış Umudunu
Ahmet Zeytinci
Öpünce geçmiyor
Filistinli Çocukların kollarında ki bacaklarında ki yaralar
yüreklerindekini zaten hiç dile getirmiyorum
yine de o direnişi
Anlıyorum böyle saçma şey olur mu dediniz? Durun canım hemen kızmayın bana, buz dediğimiz bir ufak köpekcik. Hav hav diye ses çıkaran, sevincini kuyruk sallayarak gösteren, babaannesinin dedesinin ve halasının canı ciğeri Ays adlı bir kuçu kuçu... Buz demekmiş Ays, rengi de bembeyaz olduğundan benim oğlanla kız Ays koymuşlar adını...
İlk defa evimize uzun süreli, iki üç gün diyelim bir köpek misafir oldu. İşi vardı oğlumla kızımın hafta sonunda bendeniz dedesi, babaannesi bizim hanım ve de halası, kızımcım baktık. Çok uysal bir köpek, zaman zaman atarlansa da çok da zararı yok, tüy dökmenin dışında. Ona da katlanıyoruz işte çocuklarımızın hatırına...
Barış,
gözümüzün bebeği yaşamımızın ana ereği
ne kadar kolay söyleniyor, ne kadar zor ele geçiyor
ne kadar huzur veriyor sakin zamanlarda...
''Cehalet ne güzel lan her şeyi biliyorsun.'' Albert Einstein
Her şeyi bilmemize imkan yok tabi ki ancak cahiller her nedense bu gerçeği bilmezler, belki bilirler de işlerine gelmez... Oysa ki ne de güzel bir veciz sözdür ''Kimse bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmasın.'' Sabit fikirliler ile tartışmak hiç bir zaman sonuca ulaşmaz. Okumak ve araştırmak gibi bir yetenekleri olmadığı için kafalarındaki bir yerlerden duyarak öğrendikleri bilgileri size satmaya kalkarlar... Boşuna uğraşmayın onları hiç bir tartışmada yenemezsiniz Hazreti Ali Efendimiz de ''Cahiller ile girdiğim hiç bir tartışmayı kazanamadım.'' demiştir...
Çakallar indiği zaman bir köye,
Sobaların başında,
Nineler masal anlatıyordu torunlarına,
Onları avutmak için.
Küçücük bir tenceredeki,
Üç beş lokma yemeği,
İnsanın ilk yazdığı şiir de çalıntı olur mu? Oluyormuş demek ki... Kim bu şiir hırsızı diye de merak edip soracak olursanız, o zatı muhterem de bendeniz oluyorum. Evet, evet kendi kendi mi deşifre edip ifşa ediyorum. Ediyorum da durun durun hemen beni yerden yere vurmaya da kalkmayın canım. Hele bir olayı anlatayım dinleyin, sonra kararınızı verirsiniz.
Altmışlı yılların sonu, belki de yetmişli yılların başı, çok zaman geçti tabi hatırlaması zor. İlkokul iki ya da üçteyiz. Öğretmenimiz eve ödev verdi, herkes ev de kendi bir iki satır da olsa, bir yazı yazacak, ben de hepsine bakıp size not vereceğim, dedi... İyi de o yaştaki çocuk ne yazar, ne çizer, ne okur? Hani tekerlemelerden yazsam ''Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma.'' diye devam eden bir şiircik, öğretmen bilir onu... Siz yazın dedi mutlaka, dediğini yapmak lazım öğretmenimizin. Daha çocuğuz, anlarda öğretmenimiz mutlaka, başkasına yazdırırsak...
Bizler o zaman iki katlı sobalı bir ev de oturuyoruz. Alt katta amcamlar, üst katta biz. İki kardeş biz, üç kardeş de iki oğlan bir kız amca çocukları... Amca oğulları bizden üç dört yaş büyük. Onlar dörde beşe giderken biz bir de iki deyiz daha...




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!