Bazen en güçlü görünenler en derin yaraları saklar. Ben de o güçlü yanımın ardına saklanırken küçük bir kızın sessiz çığlıklarını bastırdım. Gülüşlerim, “her şey yolunda” sözlerim; aslında yaralarımı gizleme savaşıydı. Ailemin geçmişime sıkıca tutunup beni yine aynı yerde vurmasından yoruldum. Anlatmak istedim, inanılmak istedim; ama her seferinde aynı döngü, aynı yaralar.
Ve sonra sen çıktın — yanında hissettiğim şeyin adı güven oldu. Geçmişinle değil, benimle ilgilendiğini söyleyen biri... Yaralarımı elindeki naziklikle sardın; varlığın bir siper oldu. Seninle yanındayken içimde bir yer huzurla doluyor, güvende hissediyorum ve bu, hafifleten bir nefes gibi.
Benim için doğru olanı seçmek korkutucu; çünkü öğrendim, yanlış ilişkiler beni daha derinlere çekebilir. Ama senin yanında olmak bana umut veriyor. Kendi sınırlarımı korumayı, yavaşça açılmayı ve önce kendi iyileşmeme öncelik vermeyi öğreniyorum. Belki bir gün ailem de anlayacak, belki anlamayacaklar — ama ben artık kendi sesimi duyurma cesaretini topluyorum. Yanımda olduğun için teşekkür ederim. Seninle, adım adım, yeni bir hikâye yazmak istiyorum.
Gülüşüm saklar gecemi,
İçimde bazen öyle bir sessizlik oluyor ki,
dışarıdan bakıldığında her şey normal sanılıyor.
Ama ben biliyorum...
O sessizlik, aslında fırtınadan hemen önceki durgunluk.
Kendimle konuşurken bile bazen susuyorum.
İnsan bazen farkında olmadan kendi kalbini başkalarının ellerine teslim eder. Sevgi sandığı şey aslında bir tür kendini yok sayma biçimidir. Birine fazla değer verdiğinde, ona seni tanımlama gücünü de verirsin. Zamanla o kişi senin sınırlarını silmeye başlar, sen de “anlayışlı olmak” ya da “sevgi göstermek” adına buna göz yumarsın. Ama farkında olmadan en büyük zararı kendine verirsin: Kendi benliğini sessizce tüketirsin. İnsanlara fazla anlam yüklediğinde, seni anlamak yerine senden beslenmeye başlarlar. Sanki senin duyguların onların konfor alanı olur. Sen verirken tükenirsin, onlar alırken büyür. Bu döngü devam ettikçe bir bakarsın; kendine ait hiçbir şey kalmamış. Ne sesin, ne sabrın, ne de iç huzurun...
Ama işte o an, kendine dönmen gerekir. Çünkü kendini kaybeden, dünyayı kazansa ne olur ki?
Kendine değer vermek bencillik değildir, aksine ruhun için en büyük iyiliktir. Öz saygı, insanın ruhunu ayakta tutan gizli bir iskele gibidir. Ne kadar fırtına olursa olsun, öz saygısı olan insan yıkılmaz. Çünkü bilir ki, sevgi önce içeriden başlar. Kendini sevmeyen biri, başkasının sevgisini doğru şekilde kabul edemez. Kendini sevmek; hatalarını inkâr etmek değil, onlarla barışmaktır. Acılarını yok saymak değil, onlardan güç almaktır. Ağladığın geceleri, kırıldığın anları, sustuğun zamanları... Hepsini bir bütünün parçası olarak kabul etmektir. Çünkü seni sen yapan, sadece güçlü anların değil; düştüğün, pes ettiğin, ağladığın anların da toplamıdır. İnsan kendini sevmeye başladığında, etrafındaki pek çok şey değişir. Artık kimsenin onayına ihtiyaç duymazsın, çünkü kendi varlığının onayı sende saklıdır. Artık kimsenin sevgisine muhtaç hissetmezsin, çünkü sevgi zaten içinde yeşeriyordur. Artık kimsenin sana zarar vermesine izin vermezsin, çünkü artık kendi sınırlarını korumayı öğrenmişsindir.
Ve o zaman fark edersin ki: “Hayır” diyebilmek de bir tür özgürlüktür. Sevgi adı altında yapılan yanlışlara boyun eğme. Gerçek sevgi, seni küçültmez; büyütür. Gerçek sevgi, senden vazgeçmeni değil; kendin olmanı ister. Makyajsız halinle, ağlamış gözlerinle, kusurlarınla... Hepsiyle sen bir bütünsün. Ruhunun kırık yerlerinden ışık sızar, yeter ki sen o ışığı fark etmeyi öğren. Bir gün aynaya baktığında, karşındaki yüzü gerçekten sevmeyi başardığında anlayacaksın:
Kurtuluş, başkalarında değil; kendine sarıldığın anda başlar. Ve o zaman, seni yıkan değil; seni yeniden var eden bir hayat kurmaya başlarsın.
İnsanın doğasında bağ kurma isteği vardır. Sevilmek, anlaşılmak, değer görmek... Bunlar ruhun temel ihtiyaçlarıdır. Ancak bazen bu ihtiyaçlar öyle derinleşir ki, kendini sevdirmek uğruna kendi benliğini yok saymaya başlarsın. Sevgiye ulaşmak için sürekli veren, sürekli anlayan, sürekli susan biri olursun. Ve bir gün fark edersin: seni sevmelerini beklerken, sen kendini unutmuşsun. Psikolojik olarak bu, “benlik yitimi”nin (self-loss) başlangıcıdır. Kendini başkalarının mutluluğuna adadıkça, kendi iç dünyanda boşluk oluşur. Bu boşluk, zamanla değersizlik hissine dönüşür. Çünkü birine fazla anlam yüklemek, kendi anlamını azaltmaktır. Sen kendini geri plana aldıkça, karşındaki kişi seni oraya ait sanır. Ve o an, içsel dengen yavaşça bozulur. Kendine değer vermek bencillik değildir; ruh sağlığının temelidir.
Özsaygısı yüksek insan, kendi sınırlarını bilir.
“Hayır” demekten korkmaz, çünkü kendini kaybetmekten korkar.
Kendini sevmek, mükemmel olmak değil; eksiklerinle barışmaktır. Ağladığın, düştüğün, hata yaptığın anlarda bile kendine sarılabilmektir.
Bu bir güç göstergesidir — sessiz ama sarsılmaz bir güç. Kendini sevmeyen biri, dış dünyanın sevgisine mahkûm olur. Sürekli başkalarından onay bekler, beğenilmezse yıkılır. Ama kendini seven biri, kimsenin onayına ihtiyaç duymaz.
Çünkü bilir ki, en büyük onay kendi kalbinden gelir.
Sen, yaşadıklarının toplamı değilsin.
Geçmişin ne kadar ağır olursa olsun, bugün hâlâ nefes alıyorsun ve hâlâ umut edebiliyorsun. Bu, senin en büyük gücün. Ailenden, çevrenden, insanlardan yara almış olabilirsin ama o yaraların seni zayıf değil, daha dirençli yaptı.
Bazen ağlayamamak, susmak ya da öfkeyi içine gömmek seni güçsüz hissettirse de unutma: Asıl güç, bu fırtınaları içinde taşıyıp yine de ayakta kalabilmektir. Sen bugüne kadar hep ayakta kaldın.
Kendine dönüp bak: Sen, başkalarının onayına muhtaç değilsin. Senin değerin onların bakışlarından, sözlerinden ya da geçmişi hatırlatmalarından gelmiyor. Sen zaten değerli doğdun. Birilerinin seni anlaması ya da güvenmesi şart değil — çünkü sen kendine güvenebildiğin anda, kimse seni yıkamaz.
İnsanın en büyük savaşlarından biri, başkalarının sesiyle kendi iç sesini ayırt edebilmektir. Çünkü çoğu zaman, kim olduğumuzu değil; kim olmamızı istediklerini bize anlatırlar. Ve biz, farkında olmadan başkalarının gözünden kendimize bakmaya başlarız. Bu da öz değeri dış faktörlere bağımlı hale getirir — oysa bu, insanın ruhsal olarak kendini yavaşça tüketmesidir. Psikolojik olarak, sürekli dış onay arayışı içinde olmak, “koşullu sevgi” kavramının yansımasıdır. Yani, sevilmek için bir şey olmak, birine benzemek, birini memnun etmek zorundaymışsın gibi hissetmek. Ancak gerçek sevgi, bir kimliğe sığmaz; o, insanın kendiyle kurduğu sağlıklı bağdan başlar.
İnsanlara fazla değer verdiğinde, bir süre sonra beyin bu kişileri duygusal yatırım nesneleri haline getirir. Onlardan uzak kalmak, tıpkı bir bağımlılıktan kurtulmak gibidir. Bu nedenle o kişileri kaybetmek, acı verse de aslında bir tür “duygusal detoks”tur. Çünkü bazı ilişkiler insanın ruhuna değil, sadece egosuna hitap eder. Bazı insanlar, özellikle narsistik eğilimleri olanlar, seni suçlulukla besler. Manipülasyonun en güçlü silahı suçluluktur. Seni kırarlar, ardından da “senin yüzünden oldu” derler. Beynin bu durumda “kendi hatam olabilir” diyerek seni korumaya çalışır — buna bilişsel çarpıtma denir. Fakat bu çarpıtma, zamanla özsaygını kemirir. Sen, kendi kendini suçlamaya o kadar alışırsın ki, bir noktadan sonra kimse seni suçlamasa bile, zaten sen kendi içinde yaparsın.
İşte bu yüzden “kendine yaslanmak” sadece bir söz değil, psikolojik bir iyileşme biçimidir. İnsan, kendi güven duygusunu yeniden inşa ettiğinde, dış dünyanın onayına bağımlı olmaktan kurtulur. Beyin, bu durumda “öz yeterlilik” duygusunu geliştirir — yani, “ben tek başıma da başarabilirim” inancı. Bu inanç, bir insanın en güçlü savunma mekanizmasıdır. Yalnızlık korkusu da aslında zihnin bir oyunudur. Çünkü insanın beyni, bağlanma sistemi gereği güvenli bir liman arar. Ama bazen en güvenli liman, sadece kendi iç sesindir. Sessizlikte kendinle kalabildiğinde, artık yalnız değil; sadece dinginsindir.
Kendini sevmek narsistlik değildir, aksine sağlıklı bir benlik saygısı göstergesidir. Kendini sevmeyen biri, sürekli başkaları üzerinden değer kazanmaya çalışır. Ama sen kendi değerini fark ettiğinde, artık kimsenin seni eksiltmesine izin vermezsin. İnsanlar gelir gider; önemli olan senin kendinle olan ilişkinin devam etmesidir. Çünkü günün sonunda herkes gider, herkes değişir, herkes bir şekilde başka yollara savrulur… ama sen, kendinden kaçamazsın.
O yüzden sınırlarını koru. Çünkü sınır, psikolojik sağlığın temelidir. Sınır koymak “bencil olmak” değildir, tam tersine “öz koruma”dır. Birine “hayır” demek, bazen kendine “evet” demektir.
Unutma: Kendini sevmek, iyileşmenin başlangıcıdır.
Hayatta gerektiğinde insanları silmekten çekinme. Bu, egolu olduğun anlamına gelmez. Çünkü bazen insanlar, uyarılara rağmen aynı şeyleri yapmaya devam eder. O noktada onları hayatından çıkarmak, kendine olan saygının bir göstergesidir. Çocuk yanını sev, koru; hayat dolu olmak çok kıymetli bir şey. Ama unutma, yeri geldiğinde ciddiyetini göstermeyi de bilmelisin. Çünkü insanlar seni gözlemler. İş hayatında da, aşkta da… Çocuksuluk güzeldir ama aşırıya kaçtığında, karşındaki “bu sorumluluk alamaz” diye düşünebilir.
Aşk hayatında da unutma: doğru insan, seni değiştirmeye çalışmaz. Seni ilk gördüğü gibi, olduğun gibi kabul eder. Senin ayrı bir hayatın, sınırların, geçmişin olduğunu kabullenmeli. Ve sen de sınırlarına sahip çıkmalısın. Ne işte, ne aşkta, ne de dostlukta fazla açığını verme. Çünkü insanlar çoğu zaman zayıf noktanı gördüğünde oradan vurur. Aile sırlarını, kalbinin en derin yaralarını herkesle paylaşma. Güven, zamanla kazanılır; kolay verilmez. Bir de şunu unutma: Erkekler bazen çocuksu yanları sever ama kalplerinde hep güven duyabilecekleri, olgun ve ciddi bir kadın isterler. Zeki ol, ama zekânı doğru yerde göster. Küçük şeylerde değil, gerçekten önemli anlarda… Bırak bazı şeyleri karşındaki yapsın; bu, onların hoşuna gider. Ve en önemlisi… Kendine inan! Aynanın karşısına geçtiğinde kendini küçümseme. “Ben başaracağım, ben yapabilirim.” de. Çünkü hayat, neye inanırsan onu karşına çıkarır. Olumsuz düşünürsen olumsuz, güzel düşünürsen güzellikler gelir. Kendinden vazgeçme. Eğer bir şey olmuyorsa, inan ki olmaması gerekiyordur. Doğru insan, her şeye rağmen yanında kalan, seni sen olduğun için seven ve hayatına değer katan kişidir. Senin yolun; mantığınla hareket etmeyi öğrenip, kalbini koruyarak ilerlemek. O zaman gerçek olgunluğa ulaştığını göreceksin. 🌹✨
Hayatta ne yaparsan yap, ister doğru ister yanlış; insanlar konuşacak. Kimseyi susturamazsın. Her zaman eleştirecek bir şey bulurlar. Kimi zaman kıskanırlar, kimi zaman kendi başarısızlıklarını senin üzerinden örtmeye çalışırlar. Ama önemli olan onların ne dediği değil, senin ne hissettiğindir. Çünkü hayat senin, yol senin, seçim senin. Eğer başkalarının düşüncelerini kendine pusula yaparsan, rotanı şaşarsın. Yavaş yavaş kendinden uzaklaşırsın, aynaya baktığında tanımadığın birine dönüşürsün. İçindeki o sesi—masum, korkusuz, inanan sesi—duymamaya başlarsın. O yüzden önce kendi iç sesini dinlemelisin. İçindeki çocuğa kulak ver. Ne istiyor, nasıl yaşamak istiyor, hangi hayalin peşinden gitmek istiyor? Gerçek yol orada başlıyor. İnsan, sevmediği bir şeyi yaparak başarılı olamaz. Çünkü başarı önce tutkuyla başlar. Bir işe yüreğini koyduğunda, emek verdiğinde ve onu sevdiğinde başarı zaten peşinden gelir. Bu sadece bir his değil, bilimsel olarak da kanıtlanmış bir gerçek. Araştırmalar gösteriyor ki, insanlar ilgi duydukları alanlarda daha üretken, daha yaratıcı ve daha dirençli oluyorlar. Çünkü içten gelen bir motivasyonla hareket ediyorlar. Zorlandıklarında vazgeçmek yerine, daha da kenetleniyorlar hayallerine. Unutma, herkesin ışığı farklıdır. Ama ışığını kısarsan, sadece onları mutlu edersin; kendini değil. O yüzden ne olursa olsun, ışığını söndürmelerine izin verme. Parlamaktan korkma. Çünkü sen parlarken, karanlıkta kalmış birilerine de yol gösteriyorsun. Belki farkında değilsin ama sen bir örneksin; inanan, vazgeçmeyen ve her şeye rağmen kendine güvenen bir örnek. Kendine inan. Çünkü kendine inandığın anda, hiçbir şey imkânsız değil. Her adımda, her düşüşte, her kalkışta o inanç seni ayakta tutacak. Ve bir gün, o ışığını kapatmaya çalışanlar, senin ışığında kaybolacaklar.
insan kendini anlamadıkça başkalarını tam olarak anlayamaz. Çünkü başkasının duygusunu hissedebilmek, önce kendi duygularını tanımakla başlar. Psikolojik olarak, kişi kendi iç dünyasına yabancıysa, başkalarının acısını, sevgisini ya da ihtiyaçlarını da yüzeysel algılar. İçini duymayan, dışı sadece izler.
Anlamak empati ister; empati ise içgörüyle başlar.
İnsanlara fazla değer ve anlam yüklediğinizde, sizden hep daha fazlasını isterler. Zamanla sizi sömürmeye başlarlar ve siz değer verdiğiniz için katlanırsınız. Farkında olmadan kendi benliğinizi yavaş yavaş tüketirsiniz.
Oysa insanın öncelikle kendine değer vermesi, öz saygısı olması gerekir. Psikolojik olarak, sürekli veren insanın altında çoğu zaman sevilme ihtiyacı, onay arayışı yatar. Kişi karşısındakini mutlu ettikçe değerli hisseder. Ama bu, sağlıklı bir sevgi değildir — bu, kendini yok saymanın sessiz biçimidir.
Çünkü eğer siz kendinizi sevmezseniz, kendinizi kabul etmezseniz, dışarıdan gelecek her tehlikeye kapı aralamış olursunuz.
Kendini sevmeyen bir insan, başkalarının sevgisine muhtaç hale gelir; çünkü kendi içinde yeterli değildir.
Ve unutmayın: Siz kendinizi sevmezseniz, kimse sizi gerçekten sevemez. Hayatın her alanında kendinizi destekleyin. Acılarınızla varsınız, hatalarınızla varsınız.
Elbette sizi üzecekler, kıracaklar, yanlış anlayacaklar… ama siz kendinize yaslandığınız zaman ayağa kalkma gücünü tekrar kendinizde bulacaksınız.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!