ve sığınılan
son limandı el yazmaları
teni yalayan alevdi tarihin nefesi
taşbaskılarda tutuşurdu karasuları
kan damlardı divitten
gündüze salıyorum gecenin cinlerini
yaprak yiyorlar
kibirli
özünü bilmekten oysa
ne bir eksik
ne bir fazladır bilgelik
alo Yalıkavak
alo halk plajı
hazır et sofrayı
birlikte yiyeceğiz kafaları
neyim mi var:
çok şey olacak çağdayım
olduklarımla
başım bir hayli dertte
olamadıklarımın bilincinde
bilmem ki büyüdüm mü
gözlerinde alevlenir gözlerim
tecellim olursun böyle anlarda
tek tesellim
ucundan tutmasan
bilmem nasıl kalkardı bu yük
Enis Batur’un aşk üzerine yazılmış bir denemesini* dün yeniden okudum. Bugün oradan edindiğim izlenimleri özet olarak ve kendi penceremden size aktarmaya çalışacağım…
Aşkı anlatmak ne haddimize! ..
“Dalı öncesizlikte aşkın / kökü sonrasızlıkta…” diyor M.Celaleddin-i Rumi…
Konuya ancak kıyısından köşesinden dokunabiliriz. N-boyutlu ve tanımlaması henüz yapılamamış bir şeydir aşk. Olsun! Yine de herkesin kendine göre bir fikri vardır elbette. Tıpkı sorular gibi….
dün düşmüştüm
bugün dineldim bak!
hangi alıcı kuştu isyana kışkırtan
hangi riyâkarlık
ve silsile-i ihanet göçer gözlerde
uzun bacaklı tayın
ihtişamlı koşusunu banardık
tedirgin akşamlara
talandan korurdu çadırlarımızı
taze bir umut muştulardı
çünkü çıplaklıktır en kısa tarifi güz’ün
birileri mısraı hançerler bu mevsim
sarı hüzünlere soyunur bir başkası
hangi nehir sevişebilir hemcinsiyle
denize varmaksızın
hayalet bir kent onarılıyor bozkırda
aynalar ruhumun mihenktaşı
yeşilin özlendiği
maviye sığınılan kara gün bu
düş imgeler tutuşuyor parmak uçlarımda
Sevda Kenti'nin Öyküsü’nü dinlemek ister misin?
İstersen son şiirime bir göz at… Sevgilerle.
şiirinizde yorgun ve sarhoş bir yaprak gördüm onu aldım ırgat'a verdim...
bu sitede ender şiir yazanlardansınız..
saygı sevgi