dinle şairi!
“melâl”e karşılık bulamamış
ben de bulamamıştım
“gönül”ün bir eşi olmadığı gibi
yaban dillerde
Bir mektup aldım geçenlerde. Uzunca süredir unuttuklarımı yeniden hatırlatıyordu bana. Oldukça iyi tanıdığımı sandığım Dostoyevski ve Camus’nün dünyalarından gelen ılık bir esinti gibiydi.
İlginç olan tarafı Dostoyevski’nin az bilinen veya az okunan bir yapıtından; “Yer Altından Notlar”dan bahsediyor olmasıydı. Yapay entellektüelizmin bir anlamda hicvedildiği eserden yani… Onu okuduğumdan bu yana çok zaman geçmişti. Belleğimi bir hayli kurcalamak zorunda kaldım. Bir tür yılgınlığın, kaçışın ve kendi kabuğuna çekilmenin hikâyesi değil miydi? Sanırım öyleydi. Dostoyevski’nin tanınmış büyük romanlarından önceki dönemde yazılmıştı. Büyük Dostoyevski’nin doğuş ve derin ahlaki-felsefi konulara girişinden hemen önceki “gebelik” zamanının bir ürünüydü. Düşündüm biraz. Bu eseri günümüzde önemli kılan neydi peki? Sanıyorum toplumsal yaşamın bugün vardığı; değerlerin evrenselleştiği; post- modernizmin insan yaşamı üzerine bir kâbus gibi çöktüğü noktayı yazar yıllar öncesinden hissetmişti. Ve tepkisel olarak doğan zorunlu kaçışları işaret ediyordu…
“Yer Altından Notlar”, şimdi bana bir haykırış sesi ve güçlü bir çığlık gibi geliyor. Dostoyevski’den günümüze kadar uzanan kocaman uyarıcı bir çığlık…
düş lekesine yazıyorum yıllanmış yamaklığımı
söz’le sınanıyoruz
karaya vurmuş bir güvertenin tek başınalığında
hırçın bir deniz iniyor payıma
bir de sözün ağrısı
gümüşi pullardan başka
I.
uyku dahi dipçiklenir
Fellini filmlerinden fırlayınca gölgeler
sokak arası sevişmelerinden Puşkin’in
su durmaz akar
şimşeğim ol!
çeperlerinden fışkıran suyla doyarak
ölümsüz bir hayale dönüşsün karanlık
dilimin ateşiyle sektirilsin aşk
geç saatlerin hükümranlığına
aşk şiddetinde âfet
görülmedi daha
artçısı boyundan büyük
kudretin sırrına varamayan keski
suya bak!
bir balığın pullarına bıraktım kokumu
sözü umursamaz onlar
bir sen varsın
bir ben
krizantem kadar soylu
aşktan sayıldın hep
onuruna yükseldi sesim
mabedini arayan derviştim
susadı hece
Bir şiirinde babasını ne çok sevdiğini anlatıyor Can Yücel. Eve gelince, hemen gidermiş.
“Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi”nin aceleymiş işi. Öyle diyor…
tıpkı seninkiler gibi
ateştenmiş gözleri
ve yine
'Üzülme' diyorsun ama ben sevdiklerim, dostlarım, çocuklarım, ailem, ülkem, hasılı tüm canlılar için daima üzülürüm. Bu benim elimde değil. Ayrıca üzülmesini bilmek de bir ayrıcalıktır diye düşünürüm hep...
Herkesin kötü anları vardır evlat. Ve mutlaka bir yumuşak karnı veya Aşil'in topuğu misali kolaycacık vurulduğu zayıf bir noktası. Üstelik sıkça kendimizden düşeriz. Bizi bizden sorgular; içimizle yüzleşir ve hatta kavga ederiz. Aynalarımıza bakmaya korktuğumuz anlardır bunlar.
Kimse korkusuz değildir, unutma! Korku ki içimizi daraltır, yüzümüze damgasını vurur, sükunetimizi çalar ve sonuçta yürek öyle bir kabarır ki hiçbir yere sığamaz olur. Biz, eğer kavgamızı bizimle yapamıyorsak, başkaları ile yaparız. Dünyaya başkaldırırken, aslında kendi zayıflığımıza baş kaldırıyoruzdur. Önemli olan, bu mücadeleden sağ çıkabilmek...
Sevda Kenti'nin Öyküsü’nü dinlemek ister misin?
İstersen son şiirime bir göz at… Sevgilerle.
şiirinizde yorgun ve sarhoş bir yaprak gördüm onu aldım ırgat'a verdim...
bu sitede ender şiir yazanlardansınız..
saygı sevgi