Susturulmuş ağzımda
Kan tadıdır karanlıkta bekleyişim
Bitmeler miydi yalnız sonu gelmeyen
Tükettikçe bizi
Hiç tükenmeyen,
Susuyorum
Kulakları sağır eden sessizlikler içinde
Aydınlığa türkü yakar gibi
Karanlıklar içinde
Aynı şiir her gün yeniden yazdığımız
Toprak tohum zanneder
Gencecik bedenini
İncecik bileklerin
Zamansız kırılan bir gül dalı
Susuz bırakmam fidanını
Kuruyarak geçirecek olsam da koskoca bir yazı
Sorun gitmek değil
Yada kalmak
Bana kal diyen kimse olmayacak
Bu şehirde
Ağlayışım bu yüzden...
Şu gördüğün dünyayı gerçek sanma
Yaşadıkların gözünün görebildiği
Kulağının işittiği
Yüreğinin hissedebildiğidir sadece,
Belki gerçek değildi bu hayat
aşklar geliyor aklıma haykırışlar...
kendi darağaçlarından çiçekler toplayan çocuklar...
1978' in bir yaz akşamında doğu berlinde bir çiftlik evinin bahçesinde söylenen şarkılar...
acının tam ortasından umuda yollanmış mektuplar...
gözden ırak olan gönülden de ırak olur diyene inat Nazım'ın Pirayeye yazdığı mısralar...
ve sen geliyorsun aklıma...
Suçlayamam seni hiçbir şey için
Bilemezsin nasıl acıttığını bu duygunun
Her sözünün derin yaralar açtığını sahipsiz ruhumda.
Bilemezsin, bakışlarının
Bir ok gibi saplandığını yüreğime her seferinde
Sürme esmer yüzünü yüzüme
Benim ellerimde
Taze çimen kokusu
Benim toza, çamura bulanmış ayaklarım.
Buz kesmiş çelik soğukluğudur yalnızlığım
Susarsam,
Cehennem olur gözlerim.
İçi boşalır
Sarhoş masalarda muhabbetlerin.
Susarsam,
Korlaşmış bir isyan olur
Seni gördüğüm zaman
Aklım tutulup,
Yüreğim kekeliyor
Şimdi uzun uzun sussam
Anlar mısın beni?
Bu harika şiirleri yazdıran güzel ve cesur yüreğinize selam olsun, sevgili Melih.
Şiirlerinizle tanışmama vesile olan sevgili Eylem Barış ve Cansın Ünver'e teşekkürü bir borç bilirim.
Sevgilerimle