Eyvallah dedik gidene, sırtımızda kırbaç izi,
Yorana eyvallah, yüreğimizde sökük bir sancı,
Kırana eyvallah, kırılan hep içimizdeki camdı,
Dökene eyvallah, her damla kanımız toprağa aktı!
Ulan felek!
Kahpe misin, kör kuyu mu bilmem…
Belki de bir çakılsın dilimde
Her konuşmamda kanatan.
Bilgisayar ekranına mıhlandı gözlerim
Radyolojik anatominin labirentinde kayboldum.
Nükleer tıpın izotopları, patladı zihnimde,
Dolaşım sistemi dedin
Kalbimi kırk yedi yıllık bir nehir yaptın.
Atardamarlarımda sınav stresi dolaştı,
Toplardamarlarımda not korkusu birikti.
Allah göstermesin dediğim her şeyi izliyorum,
Net, keskin, çerçevelenmiş:
Bir belgesel gibi acılarım,
Dublajsız, altyazısız.
Bir tren garının kuytu köşesinde duruyor,
Derisi çatlamış, köşeleri yıpranmış.
İçinde sararmış mektuplar, solmuş bir fotoğraf,
Üstünde tarihsiz bir takvim yaprağı…
Kim bilir kaç yıldır orada,
Yaprakların dilini bilen bir rüzgâr geçti şehrin üstünden,
Her düşüş, bir cümle yarıda kalmış gibi sarktı dallardan.
Gölgeler, ayak izlerini çalıyor kumsaldan geceye saklayarak,
Deniz, tuzlu bir hikâyeyi kemiriyor sessizce dilinde ay ışığı.
Kıyıya vuran her dalga, bir mektup zarflarından sızan mürekkep,
Şafak, bir kedinin sırtında taşıdığı ıslak tüyler gibi titreyerek düşer cama
Gün, henüz dilini yutmamışken,
Bulutların karnında biriken hikâyeler
Sokak lambalarının son nefesine karışır.
Bir çocuk, bisikletinin tekerleğine takılan
Gecenin koynunda yıldızlar yanar
Ay gümüş bir kayık denize dalar
Rüzgar saçlarımda söyler şarkılar
Hatıralar kumlarda sesleri kalır
Ağaçlar fısıldar geceye sırlar
Geçmiş, ardımızda bıraktığımız bir gölge gibi uzanır,
Tozlu raflarda saklanan bir anı, anlatılan bir masal,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!