Her akşam güneş batmadan önce hazırlardı salaş sofrasını
Tek kişilik olsa da o sade muhabbet
Çatal kaşık yerini aldı mı
Yavaş yavaş kalabalıklaşır
Gecenin zifirine inat yıldızlar yağardı yalnızlığına
Önce baş konuk yerini alırdı
Sözle
Gözle
Ya da yürekle dokunmanın yüceliği
Bir tıklamalık beğeniye teslim olmuşsa;
Doğallığın samimiyetin adresi
Sanal sevgilere emanet edilmişse
Güneş Nerede batarsa batsın
Manzara pek değişmez
Ancak her insanın yüreğine saplanışı farklıdır...!
Bir şehir hüznü taşır kimileri
İçinin sokaklarından dağılmış anılar
Herbiri ayrı gurbet
Tanıdık bir sima kalmamış
İğde kokuları
Fesleğen dokunuşlu komşu teyzeler
Şehrimdeysen
Aynı havayı soluyorsak
Ve aynı denizin iyotuna banıyorsak iç yangınlarını
Söner elbet birgün
Bu sokaklar içimizde taş duvar olmaktan çıkar
Bahçelerde toza bulanık çocuk olurum elbet
Şiirlerin mısralarında
İçlice şarkıların
Melodisinde saklım
Tuallere sığmaz ki,
Bu özlemin resmi...
Sen gel...!
Bağrımda yanık ezgisi kalmışken türkülerin
Dumanı başımda tüterken mor dağların
Kekik kokusu solurken şehrin orta yerinde
Ne mümkün unutmak
Ne mümkün sevmekten vazgeçmek
Bir Sevda türküsü gibi
Gün biter, hüzün siner
Kendi bedenime el olurum
Dinmez sözlerin sızısı dilimde
Şiir olur, söz olurum...
Ansızın uzaktan gelen
Bir sıcacık merhabayla
Gelse de ölüm güle oynaya
Masa başında kağıttan hükümlerle
Son icatların defilesi salınsa da insan üstünde
Süt kokulu gülüşler solsa da mülteci düş ülkesinde
Bilmezler azrail kurşun geçirmez melektir
Bilmezler acının tek yoldaşı ölümdür
Güzelliğin tohumları ekilmiş ezelden
İşlenmiş en derinden
Toprağa, taşa, insana ...
Değse de namerdin eli kâr etmez!
Varsın essin arada kara yeller
Geçer bugünlerde geçer...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!