Herkese olduğu gibi benim de doğduğum gün önüme.., üzerinde sayısını bilemediğim ve her doğum günümde sadece bir tanesini üfleyip söndürebileceğim yakılmış mumların dizili olduğu bir yaşam pastası konuldu...
Bugün., benim o yanan mumlardan birini daha üfleyip söndürdüğüm gün…
Geriye üflenip-söndürülecek kaç mum kaldı…, ya da kaldı mı…?
Bunu bilemiyorum elbette.., hiç kimse bilemiyor yaşam pastasının üstünde söndürülmeyi bekleyen kaç yanan mum kaldığını…
senaryo…
iğne yapraklı yağmurlar yağıyor
kurumuş düşlerimin üzerine
gecem yerinden fırlıyor, acı içinde.
şimdi çığlıkları dinleme vakti
kör kanatlı karanlık kuşlarının.
kişilik kurtlarımla selamsız bir kavga.
köşeleri ele geçirmece oynuyoruz.
saatimin akrebi ben oluyorum,
yelkovanlar tarafından hergün
sayısız kez
vuruluyorum.
Arada merak ederim.
Doğum günümde, yani 1 haziran 1950 tarihinde, benimle aynı gün dünyaya gelenler de dahil olmak üzere o gün yaşamını sürdürenler arasında, acaba bu gün kaç kişi ile hala aynı havayı solumaktayım diye … Bu konuyu bir daha merak etiğim zaman ise bu sayının bir bilinmeyen kadar azalmış olacağını bilmeme rağmen. Bu merakımın karşılığı, sürekli eksiye giden ve bir gün sıfırlanacak olan bir değerdir. Hiç hoş olmayan bir meraktır yani.
Peki bunu merak etmeye, düşünmeye değer mi? Onu da bilmiyorum.
Ama gene de şöyle bir göz atacak olursak;
“günübirlik doğardı aydınlıklarımız
yetişkin çiçeklerimizin üzerine,
kırağılarda şavkırdı sabah olduğunda.”
yolumuz çok ama çok uzundu,
biz kestirmeden gidiyorduk
mutluluk hangi tapınağının duvar taşında gizli.
uğurlu sayılarınla toplasan dört yanımdan
rengimden kokular salsan üzerlerine, yorulmadan
oyun değil desen sevdiğim, bu oynadığım,
yakalanır mıyım, senden daha çok saklanmadan.
önce bize;
öğrenmemiz gereken çok şey olduğunu öğrettiler.
el öpmesini ama boynu bükük durmamasını.
sonra okumayı-yazmayı-kerrat cetvelini
mantığı, felsefeyi ve pozitif bilimleri.
bize üretip para kazanmayı,
şairin önce yüreğinin sağlam olması gerekmez mi
durup dururken bu sekte-i kalpten ölmekte niye
yoksa Nazım, senin nazın mı geçmedi,
çarıktan büyük, manda gönünden yüreğine.
memleket ve yürek dolusu sevdanın bu mudur adı
sessizlik:
işlemeyi unutmuş gibidir saat asılı olduğu duvarda
akrep sokmuş kendini, yelkovan donmuştur soğukta
boşalmış zembereklerdir kaybolan.
bir sandal içindedir yaşam burada, okyanus ortasında
beni, benim gözlerim kör etti.
ben, seni gördükten sonra
görmez oldum hiçbir şeyi.
ne sabah sofrasında,
konuşabilmek kuşlarla.




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...