her ölüm erken ölümdür denir.
her doğum erken doğum değil midir.
bugün doğsaydım ben mesela
yarın bugünkü ben mi olurdum hala.
hiçbir kimsenin avucuna sığmaz,
olmayacak fırtınalar üflerdim nefesimden.
yangınlar damlatalım yüreklerimize, çeşme başlarında
külleri masumiyet olsun, doğsun yeni sevdalar,
çağlasın kutsal pınarlardan, içsin bütün çocuklar …
sütü çekilmiş memelerden öğrenelim, iki ucu bedavadır emeğin
fosillere saklanmış çiçekler, karanlıklarda açarken.
Üç sandalyeli bir masada...
“Çok güzelliksiz” yaşlı kadınla “hiç yakışıksız” yaşlı adam, geçmişin derinliklerine açılan sonsuzluk kapısının hemen önünde, takvimin kendileri için hazırlamış olduğu sofrada ‘son gece yarısı yemeği’ için karşılıklı oturmuşlar ve ışığı azalmış ama hiç sönmeyecek gözleriyle biryandan birbirlerine bakarak gülümsemeye çalışırlarken öte yandan sofradaki üçüncü ve boş sandalyenin sahibini, yani çocuklarının gelmesini bekliyorlardı.
Akrep nazlanıyor, yelkovan akrebi bir an önce yakalamak için sabırsızlanıyor, saniyeler saatin onikisine doğru doludizgin koşuyorlardı.
sana gül topladım, diken yırtığı yüreğim
birde hayalet şatolarını aramasa gözlerim.
Transilvanya’sın, sen ne güzel manzarasın.
bin göçer kervanı, ben bir yana onlar öte
gecenin gündüze bir şehvet gibi teslim olduğu saatte
Bir pencerenin açılmasıyla, kan-revan bedenimizin acısız çığlıklarına karışarak, yarı kapalı gözlerimizin içine gerçek bir güneşin doğduğu ilk günden bu yana, hep aynı odanın dört duvarı arasındayız işte.
Yalancı çıkar hesaplarının tuş basmalarından uzak bir başka ve tek aşkı önce yaşatıp, sonra yaşadığımız, sevinç çığlıklarına ilk tanık olduğumuz o odanın dört duvarı arasındayız işte, doğduğumuz günden bu yana.
Ne fark eder ki duvarımızda, her göz-göze geldiğimizde boynumuzu hafifçe yana büküp gülümseyeceğimiz bir resmin asılı olmayışı. Ya da bir özel günde ilk gidilecek adresler arasında onun isminin bulunmayışı.
sözüm ortaya, kimse alınmasın üzerine.
sen ne kadar vatanseversin
ben ne kadar .
bakalım bir adım daha ileriye gitmesi için ülkemin
sen neler yapmışsın
ben neler.
bugün ağır bir haber düştü gündemime.
duydum ki umurunda bile değilmişim
cümle alemin.
bana ne.
derler ki;
Dünyanın bir yerinde, bir kahvehanede, laf lafı açar…..
.....,
A kişi-Ben yedi göbek şuralı ya da buralıyım.
hepimiz aynı mahallenin çocuklarıydık
aynı sokağı tutan köşenin başlarında yürekten delikanlıydık
gölgelerimiz el-ele uzardı gece boylarının loş aydınlıklarında
beraber çekerken yumruk içlerinden ne kadar kısa çöp varsa
hepimiz aynı mahallenin dalga yeleli şaha kalkmış atlarıydık
zor saatlerin nöbet yalnızı sınır taşlarıydık.
şık salonlar ve bol ışıklı,
geniş pistin ortasında erkekli-kadınlı
sırtlarda kostümler, hepsi saray artığı
vals yapmak gibi değildir, Viyanalı
sevişmek başka şeydir.




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...