“Kadın… Doğanın kendisi. Hayatın başlangıcı. Yaratıcı beden. Doğuran, var eden, hayata sunan. Bir anlamda ölümün, çürümenin, yok olmanın karşıtı.”
*
Yukarıdaki satırlar, bir sinema filmi için yapılan uzun bir değerlendirme yazısından, eleştirmenin kaleminden alıntıdır. Kadın, doğanın kendisi, hayatın başlangıcıdır demiş kalem. Ne kadar da doğru ve güzel söylemiş.
rengin, boz sarı, sapsarı toprak parçası
bir tek ağaç gölgesi bulsam da
ah çocuğum
gözlerindeki korkuya bir damla yeşil damlatsam.
dallarımdan
madem bir günlük ömrü var diyorsunuz kelebeklerin,
haydi o zaman, en uzun günde doğmuş kelebekleri sevelim…..
* *
hepsini topluyorum görüyorsunuz işte, ne kadar yengeç varsa yeryüzünde
basamak yapacağım her birinden, güneşe yol olacak yengeç dönencesinde
dağlardayım
görüyorum ağlıyorsun,
açtığın zarftan kan dökülmüş yüreğine, ucu hasret yanığı mektubum yerine
dağdayım …,
alıp sazımı astığım duvardan, şimdi türkümü söylesem sana en yanık telden
/kağıda yazılmamış her söz, bir çocuğun yüreğinden açan çiçektir/
uçtu… uçtu…
kanatları kağıttan bir uçak uçtu, pencerenin açık kanadından
sarı teneke kutularda rengine gebe, sardunyaların arasından
Bâtıl inançların, hurafelerin, söylencelerin değişmez mevsiminde yaşayan her insan için; 13 rakamının “aman üstünden atlayalım, yanından geçmeyelim, görmezden gelelim” dedirten ve gizliden iç ürperten bir etkisi mutlaka vardır.
Hatta bu etki kimi zaman öyle boyutlara ulaşır ki mesela bazı gökdelen yapılarda 13. kat tamamen boş bırakılarak rant pastasından kocaman bir dilim “pasta” rüşvet olarak gözden çıkarılır, asansörlerin 13. kat düğmeleri iptal edilir.
İşte şimdi gökyüzünü delerek sonsuzluğa doğru uzanan böyle bir 21. yüzyıl gökdeleninin merdivenlerinde karnı burnunda, hamile bir kadın görüyoruz.
12. kata kadar çıktığı asansörden inmiş ve 13. kata ulaşmak için de son basamakları adeta sürünerek, tırmanarak çıkmaya çalışıyor.
Bayramlar herkesindir.
İster ülkemizde olsun, ister dünyanın en varsıl ya da en yoksul bir başka köşesinde.
Bayramlar herkesindir, ama önce çocukların.
Bir bayram gününün getirdiği farklılığı, parıltılı coşkuyu, öncesindeki gizli heyecanları, sonrasındaki serbest bırakılan hüzünleri, su katılmamış bir masumiyet ile önce çocuklar fark eder, onlar yaşar.
mermerler çatlıyordu alınlarımızdan
damar yerlerimizden
duyduğumuz seslerden gözlerimiz kamaşırken
sevdiğimiz bütün çiçeklerin dallarında bahar açıyor sandık
ışık ellerimizde, sesler kulağımızda, işte buna aldandık..
/Duvarın üstünde iki kedi. Biri uyurken diğeri önce güneşe bakıp sonra yumuyor gözlerini. Ben de öyle yaparım ne zaman güneşe baksam. Bir anlık dahi olsa hemen yumarım gözlerimi. İçime dolan güneş ışıkları içimde kalsın, yüreğimi sarsın, ısıtsın, dışarı kaçmasın …………………../
ardımda dünleri yakılmış bir köy duruyor, yarınları bilinmeze saklanmış
ben boş peronundayım istasyonun, rayları hiç tanımadığım otlar sarmış
gelmeyecek treni beklerken gözlerim, yazdığım her şiire ayrı ağlıyorum
içimden istim buharlarını boşaltırken sanki daha çok karaya vuruyorum
çocuk, avucunda iki küçük kömür tanesi ile içeri girer ve seslenir annesine:
- bak, kardan adamın gözlerini yolda buldum, o da baharın gelmesini mi bekliyor anne…
* * *
bir su damlası:
manzaraya sürünce kömür karası gözlerimizi




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...