O çocuğu izliyorum…,
Evinin başköşesine kurulmuş yapay çam ağacının dallarında asılı ışıltılı toplardan bir tanesini kimselere göstermeden almasını…
O çocuğu izliyorum…,
Paltosunu sırtına geçirmeden, kaşkolünü boynuna sarmadan ve kimselere görünmeden sokak kapısını sessizce açıp dışarı çıkmasını…
O çocuğu izliyorum…,
Karlara bata-çıka, soluk soluğa koşmasını…
işte benim sağ tarafım
dizim çakıllı zemin, omuzum dipçik, tetiklenmiş işaret parmağım
şimdi gördüğünüz de sol tarafım
avucum namlu, namluda mermi, gözüm daima açık, göz-gez-arpacık
* * *
iki çocuk kovalıyor birbirini, ellerinde birer bıçak
martılar bile daha sakin, eğer düşünecek olursak
düşmeden tezgahlara fırından çıkmış taze simit kokusu
açlık bu …
…………
o gün bütün bulutlar en pembesinden pastel olacaklardı
uçuk mavi boşluklarda el ele oyunlar oynayacaklardı
hazırdı, elbiseler ve oyuncaklar .
koşmaya başladılar kırlara, dere boylarından yukarılara
başka türküler gibiydi kaval sesleri,el salladılar çobanlara
gözüm çok acıyor,
gördüklerimden değil canımın içi göremediklerimden
ellerim çok üşüyor,
soğuktan değil canımın içi, ellerini tutmasını bilemediklerimden ….
çocukluk işte “yeni hayat” koymuştum o tepeler ve ışıkların adını
Yarın 8 Mart. Dünya Emekçi Kadınları (bu şartlarda bir kutlama olamayacağına göre) hatırlama günüdür.
Özellikle yakın coğrafyalarda ve benzer kültüre ve dünya görüşüne sahip, geri bıraktırılmış “din kardeşi” toplumlarda birbirinden pek farklı olmadığını sandığım yerel gündemler eşliğinde ve adet olduğu üzere kadın-erkek hep beraber meydanlarda, sokaklarda, köşe yazılarında ve ekranlarda olacağız, gene kırmızı karanfiller dağıtacağız çevremize, öfkesi ve acısı dudak kenarından süzen saklı gülümsemelerle...
Nasıl kutlama olabilir ki…
Doğasının taşıdığı özellik, güzellik ve üretkenlikle tümü birer “emekçi” sayılabilecek kadınlara yönelik şiddetin, şiddet basamaklarını, arkasında sümüklü ve kanlı izler bırakarak şiddetle tırmandığı özellikle bu günlerde…, nasıl bir kutlama yapılabilir ki.
bu sabah soğuk düştü içime de ondan içtim bu çayı
yoksa sende biliyorsun yıllar var belki,
belki benden de öncedir yaşı
hiç bir sabahı seninle yaşadığım gibi yaşamadığımı
ve bundan sonrada yaşamayacağımı.
bakma sen bu sabah farklı bir soğuk düştü içime
Bugün içimden öyle geldi.
Şimdiye kadar sanatın hiçbir kolunda
İşlenmemiş bir konuya
Dikkatinizi çekeceğim.
Aşk!
aç sofralarının cazibesinde olmalı, saçların, bakışların, omuz başların
indifanın volkan taşı gibi yakmalı ellerimi, değdiği an parmak uçların
kuşkonmaz üstüne karlar yağsa da dışarıda, buna asla aldırmamalısın
odun kokusundan kıvılcım bir replik gibi, fırlayıp kollarıma atılmalısın
haydi şimdi dansımıza kalkalım, hazır mısın.
hiçbir ayaz bizi teslim alamayacaktı, fevkalade kararlıydık.
gecenin son ateşini, en yangın yüreğimizi söküp onunla yaktık
ne kadar kanadı geniş, gagası keskin alıcı kuş varsa üzerimizde
ve ne kadar yalnız ve cesursak her ikimiz de,
o kadar da kalabalıktık işte .
hiçbir ayaz bizi teslim alamayacaktı, son derece kararlıydık.




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...