İrlanda’nın başkenti Dublin’de Noel babaya yazılmış 100 yıllık bir mektup bulundu. Bay J.Byrne’ ın evine merkezi ısıtma sistemi yerleştirirken eski şömine bacasının gizli bölmesinde yıllar önce bulup sakladığı mektup, 1911 de biri kız diğeri erkek, H. ve A. Howard adlarında iki kardeş çocuk tarafından kaleme alınmış… Mektup zaman içinde şömine dumanından zarar görse de hala okunabiliyor ve çocukların hediye istekleriyle Noel babaya iyi şans dileklerini içeriyor (gazetelerden)
-Ne yapıyorsun öyle…
-Görmüyor musun, Noel Babaya mektup yazıyorum.
onlar; dalları birbirine sarılmış iki kardeş ağaçtılar.
bir fotoğrafın tam ortasında
yemyeşil gülerek ve dimdik ayakta durmaktaydılar.
dünyanın bütün nehirleri aynı renk akardı aynı denizlere
ama onlar bu ağaçların yanında yer almazdı resimlerde
çatık kaşlı, koyu renkli bir ses:
-dalından kopmuş karanfil gibi ağlıyorlarsa, bir karınca ölüsüne
süs havuzunun o narin sularına ağır gelir, okyanus tonajlı gemiler…
soluk alınan hava bir memlekette eğer, baskı, işkence ve esaret ise
mahpushane duvarları gibi olmalı, yoksa tükenir-biter o yürekler…
bugün günlerden ilk gün öncesi canım
yapıştırıp kapağının üstüne resmimi, eğreti doğum günümün
ilk sayfasından okumaya başlayacağım birazdan günlüğümün
senden isteğim sadece yanımda olma şimdi, biraz çık dışarıya
görmeni istemiyorum, ben kan-revan içinde gelirken dünyaya
doldur kulaklarına gemici tarafımdan bir türküyü ve beni dinle
/sil aynadan gözlerini ya da bırak silme, kalsın öyle/
uzun vedalar gibi kıvrılıp giden saçının teli, dururken gözümün önünde
kulağım, öldürülmüş duvar gibi örülmüş, kapı ardından gelecek sesinde
mevsimim buz tutar, dudaklarını boyarken nefesin düşmezse üzerime
ağlarım, yüzümü kaplayan ıssız bir buhardır, benim gözyaşlarım.
yüreğimde estirdiğim,
en toz koparan fırtınaya
yakıyorum bu ağıdı.
üzerinde her şey yazılı
bu kağıdı
atarken denizlerime.
/……..karalar/karanlıklar;
renginde bir demet ‘ben’, solmuş çiçek bekleyişidir,
bir ayağı kırık iskemlede her köşe başı…/
ne de çok merak ederdim, yaşlılığım nasıl olacak diye
şimdi altmış yaşım gibi, çoktan geride kaldı o merakım.
karanlık dağların eteklerindeki o çocuklar.,
gökyüzünden düşen sahipsiz yıldızları toplamak için oradaydılar…
ne silah vardı oyuncakları arasında ne de truva atı.., bilmiyorlardı
yıldızlara benzer o yalancı ışıkların içinde
adı kalleş binlerce ölüm saklandığını…
yetmiyor uyumak için, koyunları çit atlarken saymak, yetmiyor
şimdi beynimde en heybetli atları ile atlılar, binlerce cirit atıyor
gece karanlığında üstüme salınarak gelirken, bir sıra uzak kavak ağacı
dalgalı hayaletlerin giysilerine benzetir rüzgar, dibinden vurulan ışıkları
sağıma dönsem boşluktur, solumda binlerce cellat kan içer gözlerimden
/bizim oynadığımız oyun., sadece kendi oyunumuzdu.
suflörün fısıltıları bir kulağımızdan girip., öbüründen çıkıyordu./
ve gözleri mahmur sabahlarda, ilk ışıkları ile uyanarak günün
hiç kimseye ait olmayan her yerine., el koyuyorduk yeryüzünün.
gülüp., oynayarak..,




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...