... sonra çekiç, paslı çivinin başına vurmak için havaya kalktığında,
bütün saat kuleleri kendi geçmişini göstermeye başladı, nehirler durdu
ben meydanın ortasında dönüyordum, dört yandan rüzgarlar geçiyordu
rüzgarların sesi sanki, kıyametin öncesi, İsrafil’in borusundan geliyordu
ve parmak izimi taşıyan duvarlardaki sloganların, hepsi tutuklanıyordu
bir gölge gibi dolmaya hazır
cezayir ormanlarına lejyoner kokulu
kum fırtınası.
dalgalarında akdeniz tadı,
bulutlarında yağmur sıcağı.
/sırtı siyah, karnı beyaz, gözleri gri bir kedi yavrusu/
*
... renksizlik ne demek anne diye sorar, tek kişilik sesiyle.
siyahtır...
Biz seninle olamıyoruz.
Ben Arktika’yım, sen Antarktika.
İkimizin de elleri buz.
Ben doğu’yum, sen batı.
Her ip çekme oyununda
Ortasından kopartıyoruz halatı.
/kırılmış camlar ve parçalanmış canlar üzerinden
duyulduğu zaman ayak sesleri/
tahta tekerlekli kamyonlar ve sopa boyunlu atlar geçer, gözlerimin önünden
cılız bacaklı süvariler geçer, atların dizginlerini bırakmadan küçücük ellerinden
kara yazdıklarımı, ak gözlerle okuyan
dostlarım soruyor bana
bugün neden aşk şiiri yazmıyorsun diye.
düşünüyorum da yanıtlamadan önce.
bembeyaz güvercinlerin;
taşıyamayacağımız kadar ağır kanatlarından
/yürek sorar sevda çeken yanına, yüreğine yani
kış geliyor diye hiç ses vermez mi, telgraf telleri…/
bir şose sessizliği çökmüş ölüm gibi üstümüze, sabahın bu ayaz vaktinde
en yakın deniz görüş sahamız dışında ve biz ne kadar uzağız tren yoluna
hava daha da soğumasın diyerek, bakmaya korkarken kilometre taşlarına
açılır kapılar,
su damlacıkları sanki sel olup dışarı taşar
her bir damlanın ışığı, kendi içinde saklıdır
fonda yükselen ses ise, çocukların avazıdır
böyle yazar, bizim inandığımız bütün kutsal kitaplar.
Bir İstanbul sabahında.
Saatime bilmem kaçıncı kez baktıktan sonra iki dirseğimi masanın kenarına dayayıp, parmaklarımı da birbirine kenetliyor ve ellerimi çenemin altına vererek geniş penceremden dışarıdaki daha geniş manzarayı seyre dalıyorum.
— Şimdi gelmek üzeredir.
Uzun bacalarındaki numaraları çoktan düşmüş Boğaziçi vapurları belli ki yol yorgunu. Zamanın ve boğaz sularının akış hızına inat, alabildiğine nazlı güzellikleriyle kendilerini yapay bir gölde yüzdürmek için suya indirmiş yaramaz bir çocuğun oyuncakları gibi. Öylece süzülerek akıp gidiyorlar. Ortaçağ gölgeli kagir ormanı içine saklanmış Galata kulesinin, Kız kulesine hiç dinmeyen hayran bakışlarını sanki hiç görmüyor ya da görmezden geliyorlar.
İstanbul ne kadar saklı, bu ülkenin hangi gökyüzündedir aydınlık
ya senin yangın kızılı ürkek bakışlarındaki,
o çok daha farklı bir ışık …
sarı Cavit ’i ben tanırım, sana anlatmadım ki, nereden bileceksin
okunmamış yüzlercesi arasında, sadece bir tanesi ona aittir defterlerimin




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...