başlangıç noktamda gömülü bütün patlayıcılar
fitil ateşlenmeye dünden hazır,
bir şahinin gagasında çakıyor çakmak taşı
gözleri kör.
dökülmüş çiçek yaprakları gibi ağlıyorum.
çatıya sadece birkaç basamak kala,
fişek gibi bir çocuk fırlar içimden, yuvarlanır merdivenlerden aşağıya
önce izlemek isterim belki, sessizce
öylece bakar kalırım arkasından, ne yapacaksa yapsın diye, gönlünce.
...
hadi anladım diyelim,
ellerinin neden bu kadar uzak olduğunu ellerimden.
onun da biliyorum sebebini,
gözlerin neden geçmez oldu artık gözlerimin önünden.
(sadece aykırı bir çiçektin, zehirli sarmaşık değil, tutunduğun o dikenli tellerde)
/içini yarınlarımla doldurduğum ve sarılıp öptüğüm
dilinin çatalını hissedinceye kadar dilimin üzerinde
tek kalemdi cazibe, önümden akışını zehir gibi süzdüğüm
bir yılanın göz alıcı derisinde../
/bil ki her sabah uyandığında,
dudak izlerimi bulacaksın dudaklarında,
niçin bu gözyaşları.., sakın ağlama/
gün gelir derin darbeler vurur, sağ yanımızdan....
biz yakılması muhtemel kitaplar oluruz, biraz zincir ve işkence,
nasıl yoruldum biliyor musun, bin yıla mahkumiyetin içinde ani bir firari olmaktan
başımı dayasam omuzlarına, sen saçlarımı okşasan, gören ne der diye korkmadan
ne der gören diye korkmadan, su içsem ellerinden.
/beni, deniz gibi yaban kırlarına götür.
durgun ve fırtınaya hazırlıksız bir göl olsun bu sabah, sazlıksız ve kayıksız
hani, mavi-mavi kağıtları buruşturup, gökyüzü ve deniz yapmıştık ya bize
işte öyle, alabildiğine yorgun ama sancısız…
.
takvimin yaprağını koparmadan, geceden kokun sinmiştir diye üstüne
yetişemediğim son otobüse binen, gördüğüm en son yolcu sendin
saçlarından tanıdım, hiçbir saç seninki gibi savrulmazdı rüzgardan
bir de arkana bile dönüp bakmaman, sanki hiç gitmiyormuşsun gibi
sonra veda bakışı acısında yerine oturup, alnını cama dayamandan...
,
pencerenin camlarını saran, nefesinin içli buharından tanıdım seni
(… ne güzel bir rastlantı, kapıda karşılaşmamız,
hava serin ama beraber yürüyelim ne dersiniz …)
başlangıcı tesadüflere bırakmalı
yol-yordam bilir halimle, refakat kolumu uzattığım da bir şeyler başlamalı
öyle çıkıp yürümeliyiz gece vaktinde, üzerimizde sorgu-sual bulunmamalı
çocuk,
kaleminin ucunu önce yeşil yapraklara batırıp ormanları
ve sonra mavi dalgalara batırıp denizleri boyadı
derken güneşten üç-beş nokta başak rengi başak düştü ki
adlarına bereket yazıldı ve onlara tanrının armağanı denildi…




-
Nur Tuna
-
Ertuğrul Söyünmez
-
Gülin Su
Tüm YorumlarNe kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...