…./yasak avcılar, sessizce açılmışlar denize…
trol nöbet yerlerini devretmiş olmalı ki, dinamit fitillerine
yakamozlar bile nasıl kaçmaya başladı, en yakın sahillere
sular, birdenbire felaket soğudu.
dolunay saklanırken ölü cenin gibi, karanlığın heybesine
-denizin kenarında
bir vapur geçiyor gözlerimin önünden/ sen nerdesin, nerdesin.
….bana istenildiği kadar söz edilsin, boz bulanık sulardan ve kirli denizlerden…
ayaklarımı uzatmışım boğaz mavisine, bir vapur geçiyor gözlerimin önünden
bakışlarım ıslanıyor, uzaklardan bir yel gibi, martı çığlığına benzer hayalinden
/düşlediğin bu değil mi ….,
bir kumru uyandırsa seni bu sabah, seslenip pencerenin dış pervazından
duymak istediğin ne varsa önce ondan duysan, renklerin çiçek açmadan
ilk dizeden tebessüm gibi başlayıp yeni güne, iki kolunu açsan iki yanına
ve hayalindeki sevgilinin çağrısı olsan, koşarak gelip boynuna sarılmasına.
/çektiğimiz hasret sevdaya dair ise, bunun iki ucu vardır canımın içi
bir ucu senin elindeyse eğer, bilesin ki mutlaka benimledir diğeri.…/
sen bu köşesinde üşürken gecenin, ben başka ayazda çok tuhaf olurum
ecel gibidir beklemek saatin onikisini, cesaretim olsa kendimi vururum
hani ay nerede, nerede saklı yıldızlar, bu karanlık böyle, nereye kadar
“uykusuz mu kaldın sen dün geceden”
bir uzak gece kuşunun sesi, belki öfkesi ya da örselenmemiş hasretidir diyelim
aslı ölümdür içinde intihar saklı görmezden geldiğimiz, faili biz ele vermeyelim
çocukluk aşklarının silinen izlerinden, nasıl titrer yatak başlarında mum ışıkları.
kiminle söndürülüp bıçakla hecelenmişse bu sevişmeler
/sahibi gözükmeyen fotoğraf karelerinden, intiharlar patlamış
iskelenin çımacıları, güvertelerden miçolarla denizlere atlamış
sonsuz kanatlı bir albatros, çekerken güneşin önündeki perdeyi
başka gecelerde gerçek fenerler, başka dünyaları aydınlatmış/
…….
saymak aklıma bile gelmedi ki kaç kişi olduklarını
ama biliyorum sayılamayacak kadar çoktular
kimliklerinde ne yazıyordu, inanın hiç bakmadım
ama hepsi kadın, hepsi erkek, çocuk, genç ve yaşlıydılar
oturmuşlar bir mendirek kenarına, ayaklarını sarkıtmışlardı aşağıya
Düşünüyorum da bu adam nasıl çıkmıştır dünyanın en tepesindeki
bu yalçın ve yüksek kayaların üstüne, üstelik hiç yol olmadan ve
üstelik çırılçıplak. Oysa uyanmayı beklemeden, beyaz saçlarından
tanımalı ve benmişim demeliydim, oradan lacivert karanlığındaki
gökyüzüne bakan adam, meğer benmişim....
sen
son sahilin ıssız atlas çiçeği ve sevdaya bakire dilek taşıydın
ne kadar deniz varsa üstüne akardı, fırtına ve coşkulu dalgalarla
ama düşmezdi yüreğine beklediğin o tek damla, ıslanmazdın
sen kurumuş umut tarlalarında, sabahsızlığın akşam yıldızıydın…
deste içinde işine yarayacak olan o son iskambil kağıdı
ya senden bir el önce çekilir ya da senden hemen sonra.
bu masada böyle gelinir, yüzünden düşen bin parçayla
mevsimlerden sonbahara….
.....
Ne kadar ben...ne kadar yürek...ne kadar yaşam dolu şiirlerinz...yüreğinize kaleminize hayran oldum şiir dostu...yaşanmışlığın her köşesinde duygularınız aksın bir ömür...selam ve saygımla
sen çok seviyorum Cevat çeştepe
şirlerinide
özledim seni geleceğim elini öpmeye
iyiki varsın hocam
...sevdiklerimizden ve okuduğumuz kitaplardan değildi uğradığımız ihanetler...duvarlarımızdaki yaralar sevgisi tutsak olanların ve düşüncesi korkakların ihanetlerinin izdüşümüydü...
....yaşam çizgisinin iki ucu arasında bir merdiven çıkar ya da ineriz...doğuma veya ölüme doğru..etrafımıza ördü ...