beni çeken bir şey var sanki bulanıklıkta
çamura düşkün olmak
betona mesafeli
ağzında ezmek tadını
dişlerine sıvamak
yalanmak peltenin en ucunda
Bugünlerde öfkeli,kırgın, soluk ve silik bir haldeyim.
Tatlılıktan eser yok üzerimde.
Hava puslu, darmadağınığım.
Yataklara serilmek,
Kendimi koyvermek istiyorum.
Hiç bir şeyi artı yapasım yok.
Yazacağım yazının ilk şekillenme safhasında, iki konu başlığı içinde gitti geldi düşüncelerim. Birisi diğerine değerken, diğeri ötekinin içinde ilerliyordu çünkü. “Edebiyatta görsellik, edebiyat ve görsellik” Sonuçta, inceleyeceksem iki konu başlığını birlikte sürdürerek işlemeliyim şeklinde düşünüp, başlığı bu şekilde oluşturdum.
Fotoğrafın ardından sinema girmişti hayatımıza. İlk sinematograflar belgesel gibiydi. Trenin gelişi, koşan bir boğa, yemek yiyen insanlar gibi basit görüntülerin çekimiyle başlanan sinema yolculuğu bugün kendi içinde dev ve yetkin bir alana dönüştü. Bu dönüşüm, dünyanın her yerinde ve hemen her dilinde yazının da önemli ölçüde değişime uğramasında etken oldu. Bir olgu olarak yazı ile görüntü arasındaki ilişki, ilgi çekici olması yanında sorunsallığı yönüyle de bugüne dek pek çok yazar tarafından konu edildi.
Yazı ve görsellik birbirine nerelerde değer, nerelerde ayrılır? Birbirini kullanır mı, yararlanır mı? Ne kadar gerek vardır birinde diğerine? Bir şeyler getirirken neleri götürür edebiyatta görsellik, görsellikte edebiyat kullanımı? Olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir birbirlerine?
Yollarda kitap okumayı çok severim. Bedenim coğrafyada yol alırken, zihnim de yol alır gözümden akıp geçen sayfalarda. Bu günlerde elimde hep Gaston Bachelard’ın kitapları. Onun satırlarında kâh tarih öncesi günlere gidip harfleri tutuşturuyorum, kâh en gizemli mekânları düşlerken buluyorum kendimi. Bazen de takılıp kalıyorum bir cümlesinde. İşte öyle bir sayfaydı o gün tramvayda okuduğum da. Cümlelerin içinde bir gidiyor, bir duraklıyor ama bir türlü çıkamıyordum işin içinden. Gaston amcam, imgelem ve eğretileme arasındaki ilişkiyi tersten düzden anlatırken beynim anlamakta zorlanıyordu. Çok mu yorgundum, konu mu zordu? Neyse ki ilerki sayfalarda bu konuyu iyice açacağını söylüyordu da içim rahatlıyordu. Kendime not olsun diye sayfanın kenarına “imge” ve “eğretileme” yazdım ama sanki konuyu tamamen anlamış gibi bir edayla. Yazmamla birlikte sağ tarafımdan gelen telâşlı bir sesle sayfadan gözümü, içinde gezindiğim düşlerden algımı ayırdım...
-Pardon, siz öğretmen misiniz?
-Hayır…
tadın belimde kazılı, arkın kasıklarımda
göğsüm asude oklar
seni okuyorum ortasındaki benden
en gizli adınla çağırıyorum
çıngıraklı yollar geçiyor kulağımın ardından
harflerim buruşuyor seslerim tek tek
öpüşmek madem ilkel hâlidir
aç kurtlar gizlenen diş izlerinin
geçirsek düşleri eşiklerinden
mevsimler aşerse gözlerimizde
söner mi dersin bu çığlık hasret
yoksa kaybolup tenhalığında
içi fingirdeyen denizi içip bitirsem
azgın nehire çevirsem sarpa yolları
yaprağa tutunsam çölde süzülen
canıtez bir rüzgâr kuytularına atsa
zamanın ötesine geçirsem tırnaklarımı
Kaç kez çarpmalı aynı duvara
Kaç kez kaptırmalı göz göre göre
Düşmeden durmayı öğrenmek için
Kaç kez durmalı
Uçurum kenarında
sayin antoloji yetkilileri
Yildizlar kusandik nikli arkadasimizin pasiflendigini dusunuyorum. herhangi bir yanlis davranista bulundugunu dusunmuyorum. bir sebebi varsa aciklama alabilir miyim?
sayin antoloji yetkilileri
Yildizlar kusandik nikli arkadasimizin pasiflendigini dusunuyorum. herhangi bir yanlis davranista bulundugunu dusunmuyorum. bir sebebi varsa aciklama alabilir miyim?
sayin antoloji yetkilileri
Yildizlar kusandik nikli arkadasimizin pasiflendigini dusunuyorum. herhangi bir yanlis davranista bulundugunu dusunmuyorum. bir sebebi varsa aciklama alabilir miyim?