Aynur Uluç Şiirleri - Şair Aynur Uluç

Aynur Uluç

Hayat, birbirini takip eden süreçlerle devam ediyor. Ve bu süreçlerin içinde o zaman dilimindeki yaşanılana denk gelen bir insan, sevdiğimiz oluveriyor. Belki ilk gördüğümüzde, bizden önce bilinçaltımız tanıyordur doğru kişiyi... Biz, kalbimizin çarpışından anlıyoruzdur ancak, 'aşk'ın geldiğini. Bize 'doğru çelişki'leri yaşatıp sıçratacak olan kişiyi, görünce kokusundan tanır gibi tanıyıp, peşinden sürüklenip gidiyoruzdur, kim bilir. Çünkü her aşk, birşeyleri değiştiriyor hayatımızda. Değişen o şeylerle örtüşüyor yavaşça dokusu.

Ya da şöyle bir çevirip tersten mi sormalı acaba soruyu? Aşk, yaşamımızda değişen şeylerin öncülüğüne de mi soyunuyor kendi rolünün yanı sıra? Oralardan da mı besleniyor? Daha da mı kök salıyor içimizde bu kaynaklarla kuşanınca? Hâl böyle olunca, adetâ çapraz bir bağla mı bağlanıyoruz iç sesimizin tanıdığı bu insana? Öyleyse, gün gelip biten de, o süreçtir belki de.

Yenilemeyi, yenilenmeyi, aşkı var olan son şekle uydurmayı beceremiyor genellikle aşkın sahipleri. İlk haliyle sorgulayıp yargılıyorlar belki. Kan kaybı olarak algılıyorlar can kazanımını...Daha yetkin bir hâle gelebilecek ya da belki de çoktan gelmiş bir düzeyi tanımıyor, anlamıyorlar. Varılan noktayı yola çıkılanın gerisinde sanma yanılgısı, yıpratıyor çırpınmaların yaşandığı sahnelerde. Oyun ilerliyor, ama finâle kesiyor her yeni replik…

Devamını Oku
Aynur Uluç

iğne deliğinden çıkan alazdan
al'ın kanı yaktığı ar'da kalarak
suyun yüzünü kora döndüren
çılgın üçgenimdeydi ateş

ve kâfurla ovmasam da ten gözlerimi

Devamını Oku
Aynur Uluç

Yaratıcı drama çalışmasında kullanılan bir yöntem vardır. İki kişilik mini gruplar oluşturulur. Kişilerden biri A olur, diğeri B. Önce A hamur olur, B heykeltıraş; sonra tersi. İlk şekilde B, A’yı dilediğince yoğurur ve hamurunun kıvamının hazır olduğunu hissettiğinde ona şekil vermeye başlar. A, B’nin kendisine yaptırdığı hareketlerin bedeninde duruşuna tamamen uyum göstermek zorundadır. Başka bir deyişle kendini B’ye bırakır. A’nın B’yi yoğururken düşüncelerinde oluşan hikâye, gittikçe belirginleşir. B, hikâyesi doğrultusunda A’ya son şekli verdiğini düşündüğünde onu o formatta bırakır. A kendisine verilmiş son durumunu sabitleyerek bir heykel gibi hareketsiz kalır. Bu çalışmayı yapan tüm mini ekipler heykellerini bitirdiğinde çalıştırıcı, teker teker heykellerin etrafında gezinir. Herhangi birinin omzuna dokunur. Dokunduğu kişi kendisinin hangi hâl içinde olduğunu düşünüyorsa, ona uygun olacak şekilde doğaçlama yaparak durumunu canlandırmaya başlar. Ancak, “Ben şuyum ” diye değil de doğrudan o kişi olarak. İşte bu bitirilmiş son pozisyonla, konuşmaya başlanma noktasına kadar geçen sessiz aralığa kocaman öyküler sığar.

Çok ilginçtir ki, tam bir yoğunlaşma ile çalışabilmiş ekiplerde hamur konumundaki kişinin kendi bedenine verilmiş şekle oldukça uygun olacak biçimde davrandığı görülür. Tam da kendisine yüklenen temaya ve onun yarattığı psikolojiye çok yakın bir öyküyü barındıran tutumlar sergiler, o kişi.

Farklı olma durumunda ise, bu o kadar da önemli mi sizce? Bu durumda hamurun düşüncesi mi gerçek olandır, heykeltraşınki mi; yoksa o çalışmayı izleyen çalıştırıcının gözünde canlanan öykü mü? O safhada hangi öykünün gerçek olduğuna kim karar verecektir? Konuya somut olarak bakıldığında; ortada sadece netleşmiş bir beden duruşu vardır ve sonrasında söylenmiş birkaç cümle. İşte oradaki duruşlarda, gülümseyişlerde, alındaki bir çizgide, kaldırılmış bir kolun havadaki edâsında şiirsellik vardır. Duruşun içinde şiir, o şiirin içinde gizli öyküler vardır. Tanımlanmamış, sınırları çizilmemiş bir aralıkta dans eder, orada sanat. Bu örneği edebiyat üzerinden düşünürsek, edebi form veya belli akımlara göre beklentisini önceden belirleyen okuyucuda ürüne karşı doğal olarak oluşan ön yargı yoktur bu aralıklarda. Dolayısıyla “ Tanımla ve sıkıştır”ların daraltılmış bakışı da.

Devamını Oku
Aynur Uluç

içte kalan fışkırdı
sıktıkça balçığı
sıktıkça yılanlar çıktı içinden
sıktıkça yalan

binbir yüzü çıktı kara gölgenin

Devamını Oku
Aynur Uluç

sarsak
tedirgin
beceriksiz bir çocuk gibi
öğreniyorum
dalgaya müzik katmayı
seni düşünmeyi öğreniyorum

Devamını Oku
Aynur Uluç

Şennaz’ım… Merhaba :)

Bazen insan hayatını yeniden gözden geçirir, ne neye dönüşmüş ne neye bağlı. Ben de bir sebeple kendimi bunları düşünür buldum bugünlerde.

Diyalektik işliyor hayatın her alanında. Her şey birbirinin içinde. Birinin ipinin ucundan tutunca bir diğeri geliyor. Yıllar önce hiç ilgimin olmadığı bir alanla tanımlıyorum kendimi bugün. Edebiyatla. Yazmak kendi içime yaptığım bir yolculuktu sanırım en başta. Ya da şöyle demeli; öyle başlıyor yazmak eylemi, en başta.

Devamını Oku
Aynur Uluç

hevesimde şiir var
odağımda içbükey ezgi
dışbükey anlamlar

belki yazılmamıştır hiç
okunmayacaktır da belki

Devamını Oku
Aynur Uluç

Anadolu sözcüğü daha duyduğunuz anda, oldukça geniş bir açıyla alır götürür sizi. Kucaklayan bir yanı; doğurgan bir yanı olduğunu bilirsiniz bu sözcüğün. Anadolu’ya dair genel bir kanınız vardır ve ayrıntıları bilemeseniz de, için için genel hatlarıyla aslında bildiğinizi düşünüyor da olabilirsiniz. Gün gelir bir film ismi, Anadolu’nun kayıp şarkıları olduğunu söyler. Merak edersiniz; kayıp şeyleri keşfetmeye meraklı her insan gibi. İyi ki de merak edersiniz. Belki de sırf isminin davetine kapılıp açarsınız Anadolu’nun kapılarını. Ve filmin ilk karesinde karşınıza birazdan ne göreceğinize dair ünlem işareti gibi duran şöyle bir cümle çıkar:

“Güneşin yükseldiği yer demekti Anadolu”

Şimdiye kadar bildiklerini tut hele bir kenarda, güneşin yükseldiği yerde ne sürprizler var daha, der gibi. Eski zaman uygarlıklarındaki ruhun bu ezgilerde olduğu yazar perdede. Belli ki, güneşin doğduğu yerden haber gelecektir, geçmişten dem alıp çıkacağınız yolculukta. Güneş yükselirken mayasında neleri de tutmuş; belli ki birazdan içinize işleyecektir. Böylesi bir hevese kapıldığınız anda gözünüzü İstanbul’un kareleri kaplar. Gökdelenler, ekranda evrile çevrile yükselir görüntüde. İnsanları, vapurları, yolları, arabaları içinde İstanbul sahnededir. Gizli açık kapılarıyla göz kırpar farklı aralıklardan. İnsanı çeken ve iten hali dengede öylece durur. Ve bir sokak çalgıcısının saksafonunun karanlık boğumlarında kaybolup, bir dağın tepesindeki bulutla eklemleniriz Anadolu’ya. İlk görüntümüz Bingöl’de sarp bir kayalıkta oynanan Kartal Oyunu’dur. Biz de, o tepelerden kartal gibi uçar, Kars’a varırız. Oradaki aşık atışmasından nasibimizi alıp bir anda Muğla’daki Aşık- Maşuk’a geçer gözlerimiz. Renkler belli eder ki; hazine belirmeye başlamıştır artık. Muş Varto’da iki dengbej kardeşin söylediği Narin Keklik türküsünden sonra gelen şu cümle karmakarışık olan duygularımıza yön verir:

Devamını Oku
Aynur Uluç

Sen benim hücrelerime zerk etmişsin kendini
İçimde ne var biliyorsun
Kendim olmamda çok emeğin var
İşlemiş olduğum değer
Dokuna akıttığım benliğim
Belki de o yüzden aynı insan

Devamını Oku
Aynur Uluç

-Ceviz ağacının üst dallarındaki cevizler güzel olur.

-Güneşe yakın tabii…

-Evet, o yüzden sincaplar, hep üst dallara çıkar. Ben de sincabı yukarda görünce ağacın altında bekler, onun yere attığı cevizleri yerdim.

Devamını Oku