hem yağmur hem güneş
bir var bir yok
hayat gibi düş gibi
saray duvarının gölgesinde yürüyorum
dörtbir yan ekim kırmızısı
Yıllardır bu köşede yazdığım konuların dışına çıkıyorum bu sayı, hem bilincim hem parmaklarım istiyor bunu. Bugüne kadar edebiyatın konularıyla, sorunlarıyla, kitaplarla daha çok romanla ilgiliydi buradaki yazılar. Bağımsız ya da birbiriyle ilintili değiniler olduğu gibi tek parça “deneme” de yayınlamıştım bu köşede ama bu yazı, yazıyı kaleme aldığım gün, saatler, başka alana bir “sıçrama”ya neden oluyor! Yine de edebiyatla ilgi kurmaya çalışarak...
2 Haziran, İstanbul, öğleden sonra
Yine de seni çok seviyorum İstanbul...
Bir kadını delice sevmek gibi; tutkulu bir aşk gibi...
Öyle bir kenttir ki İstanbul, kimileri tapar, kimileri nefret eder. Üstelik bazen iki yoğun duygu birlikte yaşanır.
Anılar insanın yakasını bırakmıyor, dolunay gecenin
sâkinliğinde yavaş yavaş yükseliyor, yıllar geçtikçe güzel
anılar özlem duygusuyla anılıyor, kötüler ise acı, içte sızım
sızım ancak bellek bunlarla dolu; doya doya bakmalıyım,
gerçi her dolunaya yaşadığım sürece böylesine bakacağım
gibi geliyor, bunca zaman doya doya bakmışsam, hele
Kesin çizgiler koymak çok da gerçekçi durmuyor günümüzde ama yine de –daha önce de yazdığım gibi– bizde modern roman Halid Ziya Uşaklıgil’den Selim İleri’ye uzanır. Özellikle de Bihter karakterinin ele alınışı; çatışmaları, değişim evreleri ve tüm bu özelliklerin romanın seyrini “belirlemesi” bakımından Aşk-ı Memnu’yu modern romanımızın “başlangıcı” olarak görebiliriz. Daha öncesi yok mudur? Vardır belki. Mavi ve Siyahvardır; başka romancılar vardır. Her şeye karşın bana sorarsanız, Aşk-ı Memnu yeni bir devir açar; o da modern romandır.
Bu süreç Selim İleri romancılığına kadar uzanır; Selim İleri –“klasik” anlamdaki– modern romanımızın bana göre “sonu”dur. Bu İleri’den sonraki romancıların önceki dönemle ilişiği olmadığı anlamına gelmez. Benzer şekilde, İleri’den önceki romancıların da verimleri sürmektedir pekâlâ.
Yukarıdaki modern romanımızın sürüvenine ilişkin “tez”im, edebiyat tarihi, estetik, eleştiri, edebiyatbilimi gibi alanların ışığındaki bir “tez” olmaktan çok, sezgisel bir ileri sürüştür/görüştür. Gerçi, bu alanların argümanlarıyla da değerlendirdiğimizde “benzer” bir “sonuca” ulaşma olasılığımız vardır ama; bunu yine de sanatsal sezgi; sanatçı, yaratıcı sezgisi olarak tanımlayalım.
Kar iyice kenti sardı. Yalnız damlar değil beyazlaşan; sokaklar, kaldırımlar, parklar, merdivenler (ah, İstanbul’un merdivenleri!) , bazı caddeler, bile.
Bir cumartesi sabahı, yine yalnız ama bu kez, ne hikmetse bir sevinç çığlığı uyanışta ya da kendine güven duygusu.
Kar lapa lapa yağıyor, İstanbul beyaz.
I
kar tanecikleri bir umut
kıpırtılarıysa gecenin
karanlığında
sen ile siz arasında
Kurmacanın dolayısıyla romanın gerçekliğinden dışarı doğru mu yol alacağız, yoksa gerçeklikten romana doğru mu? Yazarın gerçekliği nasıl dönüştürdüğü, kurguyu nasıl oluşturduğu merak konusu. Bunun tersi de önemli, bıçak sırtı gibi görünse de paranın öteki yüzü, romanın içinden gerçekliğe doğru çıkmak. Romanın yazınsal gerçekliği varsa, bu ilişki okuma sürecinde kaçınılmaz: yazarın bilinçdışının ortaya çıkması ya da bilinçli göndermeleri; kendinden önceki metinleri “izlemesi” ya da onların baskın çıkması; bu durumda, o sözü edilen metinle olan ilişkisi, beğenisi, örnek olarak alıp almaması vb.
“Mutlu musunuz”?
Yüreğim sıkışıyor
Körfezde uykusuz geceler
Yalnız yudumlanan kadehler
Dalgalar hüzünlü ayrılık
şarkısı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!