Şair ve yazar. 29 Mayıs 1955, İstanbul doğumlu. Bakırköy Lisesini bitirdikten (1974) sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde okudu. 1983’te aynı üniversitenin İÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. Yayınevlerinde redaktörlük yaptı. Yazıları Sanat Emeği, Yazko Edebiyat, Yazko-Çeviri ve kısa bir süre yönettiği Günümüzde Kitaplar gibi dergilerde yer aldı.
Edebiyatın şiir, deneme, günce dallarında ürün veren ve 1990’ların başlarından itibaren romana yönelen Atilla Birkiye, roman ve romanımız üzerine düşüncelerini ö ...
Yazın sakinliği
Lacivert denizde
Lacivert gökyüzünde
Bir gemi geçiyor
Yalnızlaştıkça
yalnızlaşıyor
Sonbahar düştü birden
Yapraklar sararmamış
Rüzgar, yağmur, bulutlar
Akşamdı
Hüznü söylüyor Pera
Eylül hazırlıksızdı
“Haziran’da açan güller biriciktir; benzeri yoktur. Bir dizenin bir şiirin imgeleri, vazgeçilmez esin perileridir, zamanın içinden gelen ve giden...” Diye yazmışım Cumhuriyet gazetesindeki “Işıldak ve Yelpaze” başlıklı köşemde.
Yazı Kitaplıkdergisinde yayınlanan (Haziran 2000) Robert Burns çevirileriyle ilgiliydi:
Kitaplık dergisinin son sayısında Yurdanur Salman, bize Burns’ün şiirlerini armağan ediyor. Robert Burns, iki yüz elli yıl önce doğmuş romantik bir İskoçyalı...
Bir sonbahar kadar yalnızım.
Bir yazsonu; işte 21 Eylül ve sonra takvimdeki sonbaharın başlangıcı. Yaşamımızdaki, sonbaharlardan biri daha... Kırılan ışıklar, yüreğinize birer hüzün okları olarak saplanır.
Belki de Eros’un intikam oklarıdır bunlar.
“–Gözlerini iyice kısmış, uzun kirpiklerinin arasından kim bilir hangi mehtaplı geceden çalınmış bir ışık çizgisiyle bana baktı.”
Romanın ikinci bölümünde, anlatıcının tutkulu ama içine kapanık ısrarlı iz sürüşü, Sabiha’yı “yüceltilen” bir karaktere dönüştürüyor.* Kuşkusuz romanın anlatıcısı Cemal’in açısından böyledir ama; öteki karakterlerin Sabiha’ya olan ilgilerine, tutkularına, özlemlerine, hayranlıklarına bakarsak, deyim yerindeyse, romanın gizlenmiş tanrıçası da diyebiliriz. Gizlenmiştir çünkü Sabiha ikinci bölümde ki bu romanın üçte ikilik bir kısmıdır, adı çok sık geçmesine karşın iki kez ortaya çıkar!
Sahnenin Dışındakiler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1950 yılında tefrika edilen ancak kitap olarak ölümünden sonra, 1973’te yayınlanan romanıdır. Mahur Beste ve Huzur ile “akrabalığı” çok yakındır. Roman, mütareke yıllarının İstanbul’unda geçer ve bir mahalleden şehrin geneline doğru genişler. Bu mahalle de Saraçhane’dedir. Cemal’ın akrabaları, sokağındaki, çevresindeki komşuları romanın kişileridir. Öte yandan Tanpınar yoksul ve yoksun bir İstanbul anlatır bize Cemal’in bakışından. Geriye dönüşlerle Dünya Savaşı’nın sıkıntısını, fakirliğini; avantacı savaş zenginleri ile onların düşkün yaşamlarını, İngilizler’le, Fransızlar’la iş kotaranlarını; ve “sahnenin dışındakiler”i yâni Anadolu’ya yardım edenleri de kurtuluş fikirleriyle anlatılır. Ayrıca, bazı karakterler siyasete ve saraya yakınlıkları-uzaklıklarıyla betimlendiği gibi Cemal’in de gerçek yaşamdaki “yazarın kendisini anımsattığını” belirtelim.
Cemal, babasının görevi dolayısıyla henüz Dünya Savaşı başlamamışken İstanbul’dan ayrılmıştır. Altı yıl sonra, 1920’nin Eylül ayında geri döndüğünde yirmili yaşlarındadır ve o günler İstanbul’un en buhranlı günleridir. Böylece İşgal altındaki o günkü İstanbul’u dolaşırken, şehrin kederini de gözlemler. Öte yandan geçmiş, çocukluk günleri, komşuları İhsan ağbisi ve tabiî ki Sabiha ile geçen ânlar bir bir ayrıntılarıyla anımsanır. Sabiha’nın bıraktığı iz derindir. İlkgençlik aşkıdır ve hiç unutulmayandır.
Sabiha’nın babası Süleyman Bey Avrupa görmüş biri olmasına karşın, daha çok çevrenin etkisiyle 12-13 yaşlarındaki kızını çarşafa sokar. Bu sahne biraz Aşk-ı Memnu’daki Nihal’in “tantanalı çarşafa girme” bölümüne benzemektedir. Kumaş seçerlerken Beşir, Bihter ile Nihal’e nasıl fikrini söylüyorsa, Cemal de biraz öyledir: “… genç kızların çarşafa girme hâdisesi çok sessiz sedasız geçerdi. Bununla beraber Sabiha’nınki öyle olmadı. Hiç olmazsa bizim evde, kahkahalar arasında ilk çarşafını giydi. Annemle ne kadar dost olduklarını yukarda söylemiştim. Bu çarşafın seçilişi, dikilişi hep onun nezareti ve yardımıyla olmuştu. Ben de bu vesile ile ilk defa kadın giyinmesinde estetik müşavirliği yapmıştım.” (s. 37)
Kitaplar vardır, insan içinde yok olup gider. Sayfalarının arasında binlerce şey bulup, zaman içinde yolculuğa çıkar; yazılanlar da zamanın derinliklerine dair olmasına karşın gününü, çağını bulur.
Savaşlar, bir yazgı mıdır? İnsanoğlu savaşageldiği için mi vardır? Yıkımlar sonucu mu günümüz uygarlığı oluşmuştur; yoksa, savaşlar daha yüce bir uygarlığı engellemişler, günümüzün hâlâ savaşan dünyasını mı oluşturmuşlardır? Kuşku mu var?
İşte bu sorulardır, ilk elde aklıma gelen, Christa Wolf’ün, Kassandra’sını okuduktan sonra, henüz kitabı elimden bırakmamış ve hâlâ kitabın sayfalarında gezinirken...
sabah kırılgan başlıyor
bulut bulut oluyor
öğlene kapıyor kapıyor
karanlık bir gün içinde
sanki bir kış ikindisi
gök gürültüsü önce
Bir yıldız kayar, gökyüzünden; mavi sulara izi düşer; bir kadının gözyaşı trajik yazgının acısı olarak dökülür. Aşk yüzündendir tüm bunlar. Bu kadın Aşk-ı Memnu (1900) romanının kahramanı Bihter’dir.
Bana göre modern romanımız, Halid Ziya Uşaklıgil’in (1866-1945) Aşk-ı Memnu’su ile başlar; Bihter’in iç çatışması, kişiliğinin evreleri, anlatım zamanının bozulması gibi... Örneğin romanın başındaki günü, iki kez yaşarız, hem Adnan beyin bakışından gün gelişir ve olayların akışı sürer; hem Bihter’in bakışından görürüz, Adnan beyin başlangıç noktasına (zamanına) geri döner anlatıcı, bu kez olaylar Bihter’in için akar.
Tahsin Yücel’in son romanı Kumru ile Kumru, “modern toplum”la birlikte bugün (ülkece) ulaştığımız yaşam biçiminin “tüketim ve eşyalarca kuşatılma” durumuna ironik ve eleştirel bir yaklaşım.
İstanbul’a kocasıyla köyünden gelen Kumru’nun sınıf atlama öyküsünü görüyoruz romanda. Kocası Haydar romanın başında korumalığı bırakmış bir kapıcı. Yücel, kapıcıların toplumsal katman olarak konumlarını da romana taşıyor böylece.
[Aslında Haydar yâni kapıcı yine bir “koruma”; ama bir binanın ve içinde oturanların koruması. Bu koruma biraz farklı. Silâh yok. Yanı sıra bina sâkinlerinin bazı alış veriş işleri hâlledilecek. Bakkala, manava, kasaba vb. gidilecek, siparişler yerine getirilecek. Merdivenler silinecek, çöpler toplanacak. Öte yandan, kapıcı bunu ailesiyle birlikte yapabiliyor. Örneğin kahvede takıldığı zaman, “servis” saati geldiğinde karısı diyelim, onun yerine “servise” çıkabiliyor. Ama öteki korumalıkta, yâni gerçeğinde tabiî ki bu söz konusu değil.]
En güzel çiçek yeryüzünde sevgidir, hiç kuşkusuz; birinin ötekine gururla beslediği. Sevgiyi gerçekten duyumsuyorsak, yüreğimizin derinliklerinde duyumsuyorsak, ne mutlu bize.
Çünkü en büyük barıştır bu; sevgi, özcesi.
Belki çok bildik ama özlü sözdür doğrusu: Bir insanı sevmekle başlar her şey.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!