Atilla Birkiye Şiirleri - Şair Atilla Bi ...

Atilla Birkiye

arzulamak bir kadını
martının özgürlük çığlığı olmalı
genç kadın şarkı söylüyor
saçlarında alevler
sesi büyü melodisi
karanlıkta geziniyor

Devamını Oku
Atilla Birkiye

I

senin sen olduğunu bilemiyorum
tanıştırma sosyal bir yakınlaşma
bellek çalıştığında yüzün tanıdık
olacak iş mi ay parlıyor yukarıda

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Umutsuz bir başlık gibi gelebilir kimilerine. Ne var ki 80'lerin edebiyatına dönüp baktığımızda, ilk yıllarındaki yükselen çizginin 80'lerin sonunda düştüğünü görmek de olanaklı ve çizgi kendi içinde "istikrarlı" bir biçimde aşağıya doğru iniyor: "Elveda Edebiyat". Umutsuz, güvensiz ve birçoklarını kızdıracak bir hoşça kal...



Son on yıl, ülkemizin tarihinde en hızlı "değişim"lerin yaşandığı bir dönem oldu. Nitekim dünyada da en hızlı değişim ve dönüşüm dönemi oldu. Şu farkla ki, dünyanın eksenindeki Avrupa'da, bir öncekine göre daha fazla özgürlük ve daha fazla yaşam olanağı arar ve bulunurken, biz de "doğu"ya doğru yol alarak bir öncekine göre çok daha az özgürlük ve çok daha az yaşam olanağı arar olduk. Birçok "doğu”, üçüncü dünya ve arka bahçe ülkelerinde olduğu gibi. Ama yeryüzündeki değişim ve gelişim ister istemez bize de yansıdı, bazı alanlarda ileriye dönük değişimler, bazı noktalarda da ileriye dönük hareketler gelişti.

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Geçen sonbahar sonu ya da kışa doğruydu, bir buluşmamızda Selim İleri, İbrahim Yıldırım’ın Varlık’taki hikâyesini okuyup okumadığımı sormuştu, İleri hikâyeyi çok beğenmişti; hikâye derginin Temmuz (2011) sayısında çıkmıştı; dergiyi aldığımda, onu sona saklamıştım, edebî bir haz alacağımı bilerek. Ne var ki bir türlü okuyamamıştım. İleri’nin önerisinden sonra ertesi gün okudum, çok beğendim hikâyeyi: “Elveda Şemsiyesi”.

Nişantaşılı Anlatı
Hikâyede birinci tekil şahıstan anlatıcı, annesinin dayısı Şeref’i anlatıyordu ama o da dayı diyordu; arka planda da eski Nişantaşı vardı. Epeyce ilginç, sıra dışı ve gizlerle dolu, suskun, ölünceye kadar kanayan meçhul bir aşkın yarasını kalbinde taşıyan yalnız bir adamdı Şeref Dayı.
Yıldırım’ın son romanı Nişantaşı Suare birkaç ay önce yayınlandı (Doğan Kitap, 2012) . Kitabın adından da anlaşılacağı gibi Nişantaşı anlatılıyor. Yine birinci tekil şahıstan bir anlatıcımız var; bu anlatıcı adeta modern bir meddah. Nişantaşı için verilen bir gecede anlatıyor; semti irdeleme, değişimle hesaplaşma, bir bakıma da “nostaljik monografi”. Romanı da yine edebî haz alarak okudum, ne var ki burada değinmek istediğim, yukarıdaki “Elveda Şemsiyesi”nin romanın son bölümü olarak karşımıza çıkması. Romanda yine anlatıcının Şeref Dayı’sı var; ve belleğine, anılarına iyice kazınmış. Romanın başında Şeref Dayı’dan söz ediyor ve onun hüzünlü ve sıra dışı öyküsünü sona saklıyor.
Kuşkusuz romandaki aynı adla yer alan son bölüm (IV.) ile daha önce hikâye olarak yayınlanan metin arasında bazı farklar var: romanın gerçekliğine, ilişkisine, mantığına uygun olarak. Örneğin hikâyedeki ve bir anlamda “şemsiye”nin de açılımı olan görmediğimiz ve belli ki dayının meçhul aşkı Lale’deki küçük isim değişikliği ya da isimlendirme vb. Şimdi, çok önemsediğim ancak yanıtının şu veya bu olmasının da çok “önemli” olmadığı edebî soru şu: Önce hikâye mi yazıldı, oradan yola çıkılarak bir roman oldu; dolayısıyla, romanın çatısı sona konulan “hikâye”den el alarak genişleyip kuruldu. Yoksa yazılma sürecinde, romanın tasarısında, kurgusunda, olay örgüsünde, karakter zincirinde vb. yer alan öykü, bu yazma sürecini bekleyemeden kendini bir hikâyeolarak dışarı mı attı? Dışarıda tek başına var olabilecek değişikliklerle!

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Babıâlinin en hırçın oğlu
Cağaloğlu
Cağaloğlu, hem iniş
hem çıkıştır
Akşamın alaca bir saati
Her çıkışın ardındaki bir iniş

Devamını Oku
Atilla Birkiye

İşte yine Eylül düştü yeryüzüne; Eylül geldi sen yoksun; uzaklardasın ey aşk!

Ey aşk en güzel aydır, en anlamlı aydır oysaki Eylül.

İstersen önce Eylül’e gel…

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Mistik semt, üsküdar ile bakışımlı, varlık nedeni ana rahmine düştüğü gece, can veriyorlar, kim büyümek ister oynamak varken pek oynayacak yer de yok ya, sonra cennetine gidecek, cennetime gideceğim sonra ama gözümü açtığımda, köşebaşı manavı, cirozlar asılı, bir demet maydanoz, anne unutmuş, usul usul kaldırımdan gidip alacak, her şey kocaman, şimdi ise küçücükmüş meğerse diyorum ya da limon, salata hep olmalı babanın en sevdiği, benim de, hemen arkası bostan, istanbul’un bostanları, büyümek kolay mı, kasap bakkal manav, küçük kardeş gelmiş, bir sabah ayak ucunda, kıskanıyorum galiba, başka türlü olamazdı, daha tek hanelerdeyim, dokuz bile olmamışım, sonra ne çok bakacağım ona, sanki oğluma alışıyorum.

Hep ölümlere geliyor, bu kez büyük amca, tabutun ardında, kızıyor kendine; yetişemiyorum amcamın son nefesine, pişmanlık, çok severdi beni, tevazu, babamla birlikte ikisi ne çok şey öğretmiş.

En son ne zaman geliyor, eski istanbul, doğduğum semt, zaman dört nala giden beyaz at, beyaz ölüm olmalı belki beyazlar içindeki bir kadın, aile mezarlığı, en son kim için gelinecek, bencil soru, en son gelinen kendisiyse bilemeyecek; hiç bilemeyeceğim!

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Dolunayın denizden battığı
geceydi
Tüm kızıllığıyla izlediğimiz
Hemen yanı başımda
Çok mu zaman kaybettik
sevgilim

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Bir telefon bekler
Bir kafede
Bir rastlantı bekler

İstanbul’da
Büyük aşkların yaşanacağı

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Bütün gün pusluydu, güneşliydi Boğaz; 21 Mart gece ile
gündüz eşit! Baharın gelişi, ışıkların keskin dönüşümü, ikindi,
bu sözcük ne güzeldir, giderek dışarıdaki koşuşturma
hızlanacak, dün biraz yürümüştüm aşağılarda, Fındıklı
Parkı’na gittim, denizin mavisi çok tanıdıktı, Akademi’nin
duvarına kadar yürüdüm, üç civarıydı, güneşi gören kentliler,

Devamını Oku