Bir an, tek bir an yetti düşmeme,
Yerçekimi sardı kollarını bedenime.
Zaman yavaşladı, durdu sanki hayat,
O anda öğrendim neymiş gerçek sanat.
Gökyüzü uzaklaştı benden yavaşça,
Vardım bir zamanlar, tahtın en yüce katında,
Sözlerim yankılanır, bakışlarım buyruktu her anımda.
Her arzu bir emir, her istek bir ferman,
Yıkılmaz sandığım kaleler vardı etrafımda o zaman.
Kimseyi kırmazdım, derman arardım her derde,
Bu satırlar, kanayan bir yaranın kabuğu,
Kalktıkça yeniden sızlayan acısı, hiç dinmezdi, buruktu.
Ne bir yerden alıntı, ne başkasının fısıltısı,
Her kelime, solgun ruhumun derinlerinden bir esinti.
Bitkin bedenimin ağırlığından bir bir kopup düşüyor,
Eğer ben ölürsem, hayatım sessizce üşüyor.
Ergani’nin insanları,
Sade, ama yürekleri büyük.
Her bakışlarında bir anlam vardır,
Her adımda bir sevda.
Büyük dağların arasından gelirler,
Çağlar öncesinden bir nefes gibi,
Hilar'ın sırrı var taş duvarında.
Bakır yatakları, bereketli toprağında,
Binlerce yıllık hikâye saklı bağrında.
Dicle'nin suları akar derinden,
Makam Dağı'nın eteklerinde kurulmuş şehir,
Tarihin izleri, taşlarında gizli nehir.
Çayönü'nden yükselen medeniyetin sesi,
Hilar Mağaraları'nda yankılanır nefesi.
Dicle'nin suları, ovayı besler durur,
Gözleri uzaklara daldı, hayaller kurdu,
Bir zamanlar tanıdık yüz şimdi puslu.
Baba dediği kelime dilinde kurudu,
Uzaklarda bir anı, kalpteki paslı.
Yıllar geçti, mevsimler döndü,
Bu yazı, her birimizin kalbinden sızan o derin endişenin ve yorgun ruhumuzun isyanıdır. Her yeni güne, neşeyle değil, korkunun ve çaresizliğin gölgesinde uyanıyoruz. Etrafımızdaki manzara öylesine ağır, öylesine manasız ki; artık vicdanımız bize sessiz kalmamızı emretmiyor.
Kadim bir öğretiyi unuttuk: "Kalp kırmak, Kâbe'yi yıkmak gibidir." Bir sözle dahi yıkılan o kıymetli maneviyatı, bin ömürle geri getiremeyiz. Fakat bizler, ne yazık ki bir sözü bırakın, bütün bir hayatı dahi hiçe sayar hale geldik. Saygının ve erdemin sıfırlandığı bu çağda; çıkarın ve menfaatin acımasız saltanatı, insani değerlerimizi bir virüs gibi kemiriyor. Yalan, riya ve aldatma, en kutsal kabul ettiğimiz bağları dahi çözüyor.
Şöyle bir bakın etrafınıza, gözlerinizi kapatıp hissetmeye çalışın: Masumiyetin en saf hali olan küçük bedenler bir hiç uğruna katledilirken; kadınlarımızın çığlıkları şiddetin zalim gölgesinde boğulup giderken; mazlumun hakkı güçlüler dünyasının acımasız çarklarında ezilirken, sesimiz nerede? En temel direğimiz olan ailede; evlat anne ve babasına kıyarken, anne ve babalar evlatlarından kayıtsızca vazgeçerken, bu toplumsal çürüyüşün aynadaki yansımasından ibaret olduğumuzu görmüyor muyuz?
Yüreğim yandı mı dedin, ey yabancı, ah,
Yandı da kül oldu, rüzgârla savruldu, durma, eyvah!
Kadim surların gölgesinde savruldu o küller,
Kaldı geriye bir hicran, acıdan bir demet güller.
Aşk mı dedin? Bir bahçe rüyasıydı, umutlarla yeşeren,
Kara bir leke gibi çöktün üzerime,
Her yönden sardın, vurdun, kırdın yüreğime,
Onulmaz yaralar açtın her köşemde,
Yine de isyan etmedim, sinip sustum.
Ey zalim hayat, ben sana ne yaptım ki?




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!