ESKİ BOSTANLAR, BOSTAN KUYULARI VE 'ÂSİYÂB-I DEVLET'...
Eskiden, benim çocukluğumda, 1940 lı,50 li yıllarda, İstanbul'un pek çok semtlerinde, mahalle aralarına serpişmiş, büyük bostanlar vardı.
İstanbul halkı, bu günkü gibi, yüksek ulaşım giderleri ve birçok aracı kârı ödemeden, her türlü sebzeyi, hem çok taze, hem de ucuz fiyatla, bu bostanlar sayesinde temin edebilirdi.
O yıllarda İstanbul'un nüfusu 800.000 civarında olup, bu nüfusun da büyük çoğunluğu şehrin yerlilerinden oluştuğundan, hemen herkesin yıllardır barına geldiği, kendi malı veya kiralık bir evi vardı ve şehirde mesken problemi gibi bir sorun yoktu.
Böylece, bu bostanlar, semt ayırt etmeksizin, şehrin en güzel yerlerinde de, kendilerine yer bulabilmekteydi.
İnsan kopyalayabildiniz.
Protez organlar imal ettiniz.
Belki, kalbin ve ciğerin bile
Sun'isini yapabilirsiniz.
Fakat siz
Hiç 'gönül' yaratabilir misiniz? ...
PANORAMA
Öyle garip bir zaman ki,
'zaman' değil, bu 'zamane',
Her şey akıl karıştırıyor;
Bülbül, ısırgan otuna âşık,
ŞANLI Urfa,
KAHRAMAN Maraş,
GAZİ Antep
ve ŞEHİT İstanbul...
...........
VAHŞİ BATI
Gariplerin son damla kanını emmek için
Bin türlü hile, düzen... Ne aşağılık niyet...
Aç ve öksüz çocuklar, ateş, kan, ölüm... N'için?
Mâsum topluluklara ödettirilen diyet...
Vuslatınla hayatsın, firkatinle ecelsin,
Gönlümü, yüreğimi, ömrümü verdim sana.
Gülüşünle mest eder, bakışınla üzersin,
Tükendim, bittim artık! Duysana, anlasana;
Boşunadır feryadım, sen,duymazsın, gidersin...
'Bir ihtimâl daha var; o da ölmek mi dersin?
Bîr sevdâdan hâtırâdır, benle hemdem kederim,
Bir tesellî umdu gönül, şimdi târumâr oldu,
Yine firkat, yine hicran, yine hüsrân kaderim,
Bir kıvılcım düştü derken, o, serâpâ nâr oldu;
'Ayrı düştüm sevdiğimden, dünya bana dâr oldu,
Hüzün yağmurları yağdı hep
Sonsuz bir mevsim boyunca,
Masallar hiç mutlu son'la bitmedi.
Ne 'onlar erdi muratlarına',,
Ne 'biz kerevetlere çıktık'.
Gökten düşen üç elmayı
Kızıl gecelere sinen parfüm kokusu
Ve çıplak teninin tarifsiz tadı
Ve çürük dudakların...
Omzuma batan tırnakların
Ve yirmili yaşlarımın doyumsuz gücü,
Aç ve coşkun ellerim,
,
Nice sevdâlar yitirmiş gönlüm! Sev sevebildiğince,
Sevmek, senin işin,
Ve sen sevgili, git gideceksen,
Varsın, kader de yapsın kendi işini;
Nice günbatışları seyretmiş gözlerim;
Hoşgörüsü ,pınarlar gibi akar şiirin duvağından ;uçar bir kızın sinesine konar ,bir oğlan gülümser göğsünde, göğün kuşağından rengarenk sevgiler diziliverir boynuna insanın, Ünal babacığımın dokunuşlarından.Sabah eğilir, suyun çehresinden öper, inci tanesi gibi yaşlar sıralanır gözlerinden güle mera ...
'Öyle bir sen ol ki içimde, içinde hep ben olayım.'.. (*)
Tek bir mısra, satırlara bedeldi. güçlü kaleminizi ve yüreğinizi kutluyorum Sayın Ünal bey
herkese göre bir şiir olmuş... :) :) :) :) :