İstanbul, şimdi renk renktir;
Sırtlar; baştan başa yeşil, pembe, mor, erguvan, leylâk
Boğazın suları lâcivert,
Güneş pırıl pırıldır, bilirim,
İstanbul, şimdi masallar kadar güzeldir
Ve masallar kadar uzak...
İnleye inleye eridi zaman,
Yollar, düdük uzadı.
Dağdan, taştan, dumandan bıkkınlık;
İçim mavisedi, susadı...
(1958)
GÜLTÂZE
Yusuf, köyün en yakışıklı, en güçlü ve en sevecen yürekli delikanlısıydı. Tanrı, onu yaratırken, sanki yüreğinin güzelliğini yüzüne aksettirmişti. Kara ve iri gözleri, gece siyahı,yele gibi saçları, geniş omuzları ve upuzun boyuna yakışan adaleli kollarıyla, âdeta bir heykel görünümündeydi.
Küçük yaşta anasız babasız kalmış, baba yadigârı tarlasını ve üç, beş baş hayvanını o küçücük yaşında, azimle, ölümüne çalışarak korumuş, belki de o güçlü kolları o çalışmaları sonunda oluşmuştu. Köyün tüm kızları âşıktı ona. Fakat o, tüm komşu kızlarını kardeş bellemiş, kısmetinin daha uzaklardan geleceğine inanmıştı.
Bazı hafta sonları civar köylerde düzenlenen yağlı güreşlere katılır, ödül olarak kazandığı koçları da hep, fakir ailelerine hediye ederdi.
''Allah, benim rızkımı kendi toprağımdan veriyor, gayrisini ne edeyim diyerek'' diyerek...
Not;
Bu şiir, altına tarih koymadığım tek şiirimdir. Hernekadar; bir 'böyyük'ümüzün
Cumhurbaşkanı olduğu,Türkçe özürlü bir bacımızın Başbakan olduğu, hayalî
ihracatın, orman yağmasının azdığı, siyasete ''Çürük','Yavşak', 'Paket' sözcüklerinin girdiği, Kardak Kayalarının ve 'Asala'nın gündemde olduğu bir zamanda yazıldığı anlaşılıyorsa da, her dönemde geçerli olduğundan,
tarih koymadım ve adını 'KLÂSİK' olarak belirledim.
Hüzün yağar gönlüme her günün seherinden,
Sanki, âsuman bile ağlıyor kederinden.
Bir gönül kalmış bende; kırık bin bir yerinden,
Umut dilenir, bıkmaz, umutsuz kaderinden;
'Kâlbim yine üzgün, seni andım da derinden,
'İşveren' belledim seni,
Seni sevmek, 'işim' oldu.
Şimdi 'emekli' ye ayırdın;
Bu benim 'bitişim' oldu,,,
(2008)
Bir, 'akşamın hüznü' var, bir ben vardım kimsesiz...
Sensizlik, yüreğime zehir gibi işlendi.
Kuru bir yaprak düştü ağaçtan, sessiz sessiz;
Gözlerimde bir damla, sanki menevişlendi,
'Menekşelendi sular,sular menekşelendi
Eski bir konsolun, buram buram lâvanta çiçeği kokan çekmecesinde, itina ile devşirilmiş, kar gibi beyaz çamaşırlar arasında saklı kalmış bir günlüğün, kenarları yaldız çerçeveli sayfalarında özenle yazılmış satırlar...
Yıllar, mürekkebin rengini soldurmuş, ayrıca, yer yer bazı harfler ıslanmış ve silinmiş gibi...Sayfalar arasında kurutulmuş bir gül...Sayfadaki tarih, gülün
neden bu kadar fazla, dağılırcasına kurumuş olduğunu açıkça gösteriyor.
Satırlara şöyle bir göz gezdirmeye başladığınızda, o harflerin siliniş nedenini, yanaklarınızda duyduğunuz ılık bir ıslaklıkla hemen anlayabiliyor-
sunuz ve o zaman, o kupkuru ve renksiz gül, öylesine kıpkırmızı oluveriyor ki birden...
O da, bunca yıl öncesini yeniden yaşıyor gibi...
Odalar, yine karanlığında,
Yalnızlığınla beraber can çekişiyoruz.
Aynalar ağlamaklı,
Pikap boşuna dönüyor,
Bir zamanlar birlikte yaşadığımız
'Histoire d'un amour' sancılar içinde...
Hoşgörüsü ,pınarlar gibi akar şiirin duvağından ;uçar bir kızın sinesine konar ,bir oğlan gülümser göğsünde, göğün kuşağından rengarenk sevgiler diziliverir boynuna insanın, Ünal babacığımın dokunuşlarından.Sabah eğilir, suyun çehresinden öper, inci tanesi gibi yaşlar sıralanır gözlerinden güle mera ...
'Öyle bir sen ol ki içimde, içinde hep ben olayım.'.. (*)
Tek bir mısra, satırlara bedeldi. güçlü kaleminizi ve yüreğinizi kutluyorum Sayın Ünal bey
herkese göre bir şiir olmuş... :) :) :) :) :