Sana 'gitme' diyorum,
Yabancı gözlerle bakışmayalım bir gün!
'Sensiz edemem' diyorum sana.
Anılar inceltecek soluklarımı, gideceksin;
Bir damla yaşım var gözümde
Kara günüme sakladığım,
Bir duman var hazan rengi Eylüller içinde,
Yanmış da gönül, sevdân tüter küller içinde...
Bir bahçe ki, lâleler, sümbüller içinde,
Gurubun renginden bir perde örtmüş üstünü,
Güller ve yüzün, hep eflâtun tüller içinde;
Gönlümü mesken tutmuş hüsran, bu nasıl iştir?
Kader, bir güfte olmuş, dolanıyor dilime.
Bu, kaçıncı tövbeden, kaçıncı vazgeçiştir?
Yine bir sevdâ sebep, perişan ahvâlime;
'Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime,
SİYAH GÜLLER
'Ayrılıktan Vurgun Yemiş Bir Sevgililer Gününde'
Sensizliği, ecel diye kadehlere doldurup
Zehir gibi anılarla, bir dikişte bitirdim.
Sevgi rengi çiçek açan bahçeleri soldurup,
Esir ettin gönlümü, ettiğin bir yeminle,
Sevdâma zincir vurdun, hem de kendi elinle.
Ziyan olan yıllarım, isyan ediyor dinle;
'Gündüzüm seninle, gecem seninle
Beyhûde geçti bu ömrüm derdinle,
Sen ve sevdâm...Ömrümde tek şâheserim...
Dudağımda gülüşüm, gözümde fer'im
Gözlerinde ümîdi, aşkı sezerim;
'Seni, sevdâ çiçeğim, tâc-ı zer'im
Bilemezsin, ne kadar çok severim...'
Ağlamak', yürekteki yangınlarla ısınıp kaynayarak buharlaşan duyguların, gözpınarlarına yükselip yoğuşmasıdır bence...Belki de ondan 'pınar' denmiştir gözlerin o kısmına ve belki de ondandır özlenenlerin hep oraya düşmesi...
.............................................................................................................................
Bir rüzgârın üzerine binip gelsen billur bir yağmur damlası gibi
Aşıverip aramızdaki tüm kem gözleri, konuversen göz pınarıma,
Ben ağlamasam, İstanbul ağlasa...
Lezzet kattın ömrüme, tuzum, biberim oldun yavan aşım üstüne,
Kader, ismini kazmış, yazılmışsın alnıma, gözüm, kaşım üstüne,
Elim, ayağım, gözüm, can yoldaşımsın benim, yerin başım üstüne
Bil ki yüreğimdesin, bin yıl daha yaşasam bunca yaşım üstüne...
Beni, çekip çeviren, deli-dolu ömrümün durulduğu ânısın
Adalet ve Hukuk... Bu iki kavramın, birbirini çağrıştıracak kadar yakınlığı var zihinlerimizde. Gerek aldığımız eğitimin, gerekse çevremizin belleğimize yerleştirdiği kural, adaletin, ancak ve mutlaka hukuk yoluyla sağlanabileceği... Oysa, yaşamın içindeki, özellikle de toplumumuzdaki gerçek böyle midir?
Öncelikle şunu hatırlamalıyız ki, hukuk bir müsbet ilim değildir. Yani, iki kere iki, hukukta her zaman dört etmeyebilir. Hukuk dili, çok kez yoruma açıktır.
Aynı olayı inceleyen iki savcının, bakış açıları farklı olabilir ve buna göre oluşan değişik görüşleri, birbirinden çok farklı iki iddianame oluşturabilir.
Savunma vekillerinin konuya hakimiyeti, hukuk bilgileri ve avukatlıktaki deneyimleri, maharetleri de, iddiaları tamamen farklı yönlere sevk edebilir.
Bütün bunların üzerine, bir de, davaya bakan yargıçların konuyu değişik değerlendirmeleri, idda makamının sunduğu delileri yargıçlardan biri yeterli görürken, diğerinin yetersiz bulması mümkündür. İşte bütün bu değişik yaklaşımlar sonucu, aynı şartlarda gerçekleşen bir olay sonunda, birbirinden çok farklı hükümlere varılabilir. Yani, hukuk yolu, her zaman gerçeğe, adil sonuca götürmeyebilir bizi.
Bütün bunlardan daha acısı da, bazen, en üst düzeydeki kanun adamlarının, cüppelerini giyerken, şereflerini dışarıda unutmalarıdır. 1960 yılında, Türkiyede, adalet adına adaleti öldüren o iğrenç yargı olayı bunun en bariz örneğidir. Yüksek Adalet Divanı adı altında oynanan o rezil oyunun baş aktörlerinden, Hacivat sesli savcı, idamını talep ettiği iddianamesinde, Başbakanı, örtülü ödenekten 2,5 liraya ayakkabısına pençe yaptırmakla suçlamış, diğer baş aktör, Karagöz sesli Başkan da, suçsuzluğunu iddia eden bir sanığa, sizi buraya tıkan güç böyle istiyor diyecek kadar alçala- bilmişti.
Söğütlerin suya sarkan ince, narin dalları
Nazlı nazlı salınırlar ince esen yel ile,
Tıpkı yarin ceylan gibi süzülürken halleri,
Kıvrılışı, bükülüşü o incecik bel ile...
Zülfü düşmüş de, süs olmuş ela gözün üstüne,
Hoşgörüsü ,pınarlar gibi akar şiirin duvağından ;uçar bir kızın sinesine konar ,bir oğlan gülümser göğsünde, göğün kuşağından rengarenk sevgiler diziliverir boynuna insanın, Ünal babacığımın dokunuşlarından.Sabah eğilir, suyun çehresinden öper, inci tanesi gibi yaşlar sıralanır gözlerinden güle mera ...
'Öyle bir sen ol ki içimde, içinde hep ben olayım.'.. (*)
Tek bir mısra, satırlara bedeldi. güçlü kaleminizi ve yüreğinizi kutluyorum Sayın Ünal bey
herkese göre bir şiir olmuş... :) :) :) :) :