damarlarımda dolaşan deliliklerin,
usulsüz çılgınlığına doluşurken ağrılarım,
aklımda bir tek ses, bir tek söz...
karmaşalar içinde çoğalırken sonsuzluk,
ve yürürken içten içe o uzak ritüeller,
çürük bir ağacın ortasında kaybolmuş bir haşere gibi,
bilgelerin zihinlerinde,
aynı telaş, aynı korku...
kehaneti tutmadı yücelerin,
ve kısırlaştı evren,
güzellikler doğurmamacasına...
ufuklar grimsi giynirken seherlerde,
sızlar eski yaralar,
hoyrat sevmelerle yitirilmiş düşler...
soyunur üst başından,
düğümü mavilere çalan umutlarını...
'hâl bilmez' der türküler...
ey acı vatan,
öyle ağır,
öyle soluk,
öyle puslu bir güz zamanında,
sabahladığımız otogarda,
emanetçiye bıraktım yüreğimin orta yerini...
hala seni aldatırken en uzak yüzlerle,
Bir Aralık’tı sızdığında gönlüme,
Bir türkünün yanık ezgisinde buldum senli sana saklanmış bu ömrü…
“Gönül eylenmezdi, yar olmayınca”
Bana “Yar” de yarin olayım…
Güz kışa dönmekteydi içime köz düştüğünde,
sokak lambalarının solgun ışıklarına üfledim nefesimi,
dumanlarla çizdim resmini mart ayazına..
yürüdüm soğuk kaldırımlarda umarsız,
sildim karanlıkları gönlümden,
ceketimi poyrazlarda savurup tren garında,
geceyi yardım ateşlerimle...
bugün doğum günüm,
ilk kez sensiz...
bugün doğum günüm...
yaşantılardan geriye,
yalnızca yakan kavuran,
sevi artıkları
senfonik bir şeyler
volta atıyor örsün içinde,
dükkanlar boylu boyunca
şangırdatıyor kapı üstü zillerini...
sarılarla parıldayan
altınlara çalan vitrinlerin önünde,
kerpiç duvarları yumrukladı rüzgar,
tellerin arasından...
süzülüp gitti nergizlerin kokusu,
dalların ve çalıların ıslıklarıyla
bozuldu sessizlik.
aydın gök,
derinlerde bir çığlık,
dışarıda ekimlere gebelikler...
lambalara sinmiş karartılarla,
ve uzak düşmüşlüklerdeki
o hep mavilikleri karalayan,
pervasız yağmur bulutlarıyla...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!