Dert, tasa, kahır denir ya hani,
Yaşantılardan öğrenir olmak binini eklemekte üst üste...
Tadına varmak varya en hakikisinden,
nedendir bilinmez içini en çok acıtanın ne olduğunu...
Baktığın kareler, gördüğün diyarlar,
O anki soluk, o anki kuruntular...
çaydanlığın buğusu,
ıslak pencerenin önünde,
ateşi kısma!
fokurdayan kıpırtılar içimizde,
dön odanın dört bir yanını,
allı kumaşlara sarılı, hareler içinde,
kayıplardan ve kan kokulu topraklardan yeşeren bir yoncaydı hayat,
ağıtlarla ve kardeşlikle söylenen türkülerle büyüyen ve rengini küllerinden alan,
arkası güneş, arkası aydınlık dağların ardını göremeden,
ve uzanamadan kollarıyla gelecek zamanlara,
koynuna alır tutuk düşlerini...
Uçuşur tenimde bahar…
Yalnızlık senfonisi ezgileyen kemanlar yankılanır göğün avuçlarında…
Yollar ki bu uçurumlara sebep,
Zamana aşılar zehrini bir yılan misali, bu şehrin limanlarında…
Gecenin korkusu çöktü şimdi penceremin üstüne,
Beyaz bir dolunay şimdi suretin,
buğulanırken vitrini yalnızlığın,
o gecenin ayazında,
bir hırsız misali,
kaldırım taşını söküp yerden,
dağıtırken canı çerçeveyi,
ardında saklanmış o kadife kutuda,
bir yılkıdır başıboş tenhalarda,
yılgınlık ve kırgınlıklara aldırmaksızın,
çıplak ayaklarla sezilmez diyarlarda dolanan...
bir sestir beklenen,
dillerde hece, ellerde ter...
bir uzak şehrin can çekişmesidir,
sıyırdık üst başımızdan,
hayali sevmeleri,
soyutluklarda aradık,
bu aşk evrenini...
uykusuzluklara sığınırken,
en geç gecenin bir saatinde,
rayından çıktı
hayatın vagonları bir bir...
ayrıkotlarının arasından süzülüp
yükseldi soluk
köklerinden göklerine...
güz esintileriyle geldi,
kahve kokusu sarar
odanın dört duvarını,
koyu duvarlara ışığını salan
küçük pencereden girer,
aydınlık yarınlar
pervasızca içeri...
Aldanıp renkli umutlara,
Sevmeyi senle öğrendim,
Hayatı senle...
Bir lav püskürmesi gibi açtım yüreğimin kraterlerini,
Soludum güzel kokulu bahçelerden,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!