Ve yalnızca sözler yarım kalan…
Umut edip, bekleyişler içinde süzülen…
Ve yalnızca gözler bakıp donan…
Dalıp öylesine, dalıp uzaklara azalan…
Susuz çöller gibi,
Bir sanrı gibi,
soğuktu beton,
ve durmuştu tüm saatler...
gezdim dört bir yanını,
yalnız ve yanlış hayatların,
durdum önünde arınmak için,
sevda mabedlerinin...
Yastığımda hayin bir yalnızlık tınısı,
dört duvar,
pencere sus-pus...
bulutlar geçiyor,
kara ve sis içinde...
bu gri şehrin sokakları dar,
sürer bu vardiya,
dinmez bağırışı motorların...
asfalttan yankılanan uğultular,
sağırlaştırır geceyi...
ışıklarla harelenir uzaklar...
oysa artık bakamam...
katırlara bindirip bir dünya dolusu heybelerini,
yırtık çarık, kopuk telli sazlarıyla sırtlanıp gittiler...
namlunun ucunda yitti 'pepuk'...
imdada yetişmedi 'hızır'...
söyle anlamayana,
söyle munzur...
sayıklıyorum geceleri,
sabırların tükenmişliği
ve inatların inançlılığıyla...
yol göründü yine,
uzanan yalnızlıkların doruklarına...
yol göründü,
yeşile çalan zamanlara,
ve senle dolu anlara
bir veda havası gerekirdi...
bir veda, bir söz...
tutuşsuz tutuşmalarımıza
acılarla yüceleşen bir ağıt...
yalnılgılı
ve kırılgan bulutlar
göçüyor tepemden,
sanrılar
sağnak olup
yağıyor göğün
kabiliyetsizce,
ve bıçak açmaz ağızlarla,
tınılarken yine türküleri,
bundan böyle,
flu bir geçmişe,
ağıtlarla yaşartmak gözleri,
sen değil miydin?
bakınca gözlerimde
alevleri donduran...
sen değil miydin?
ağzımdaki türküye,
dilimdeki heceye,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!