Sadık TORAMAN kimdir:
Sadık TORAMAN(1979) , Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Yüksek köyünde doğdu.(Kulfa)
İlköğretimini doğduğu köyde. Tamamladı İlkokuldaki öğretmeni Mehmet ÇELİKER’in
İlgisi ve sevgisi onu edebiyata ve şiir yazmaya yönlendirdi
Hayata kollarını sıvamaya fırsat bile bulamadan başladı. Çocukça hayallerini
İçine saklayarak 9 nüfuslu bir ailenin en büyük oğlu olarak yükünün ve sorumluluğunun bilinciyle Silvan’da lokantada çalıştı. Ayakkabı boyacılığı yaptı. Ve 1990’da doğduğu topraklardan ayrılmak zorun ...
BENİM TOPRAKLARIM
Rüzgâr susar namluda.
Dağlanır, yaralarım dağlanır...
Dağların heybetinden kaçar kartallar.
Bin yıldır yaşarım bu topraklarda.
Yüzümde yüzlerce yüz
Hiç yüzsüz kalmadım o yüzden
Göz kulak oldum yüzlerce yüze
Yüz yüze kurak geçtim aşktan
Yüzgeçlerim gel gitti (ler)
Yüzüm soyuldu duygum hırsız
Acıyı okşadın mı hiç
Sana acıması için
Kırık kapı kolları
Hüzne açılan odalar
Yüzüme nefesime alışkın
Şimdi hangi şiirde gizlemeli seni
SİLVAN DA NEFESİM
Gece yürürken gözlerim
Yollar yılları siliyor gezgin ruhumda
Uçurumlar korkuyor heyelanlarımda
Yol almalı artık
Bin yalnızlık,
Bin umut,
Bin savaş,
Bin özgürlük
Birde ölüm var içimde
Ama senin,
İNSANOĞLU SADECE İNSANOĞLU
Bir kozalak düştü
Hastanedeki parkta duran yalnızlığımın üstüne.
İrkildim bir anda.
Aklım başıma geldi
BİR EVREN SÜRGÜNÜ OLARAK ŞAİR: SADIK TORAMAN’IN ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR
Hölderlin, ‘Ekmek ve Şarap’ ağıdının bir dizesinde şöyle sormuştu: “Bilmem, hem, neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında? ”. İlhan Berk, “umudun elinden tutar şiir” demişti cevaben. Şiir kimi zaman da bir insanın elinden tutar ve onu kendi varoluşunu gerçekleştirmeye zorlar. Tıpkı ‘yoksun zamanlar’ın şairi olan Sadık Toraman gibi.
Nice zamandır şiiri kuran dil’in ‘varolan’dan ‘varlık’a geçişi mümkün kılan bir olanak olarak şairin mülkü olduğu söylenir. Öyle ya, çiçekten, kuştan, ceylandan söz edilirken, insanın doğadaki öteki varlıklardan farklı olarak; kim olduğunu anlatması, insanın kendi varlığına tanık olabilmesi için sahip olduğu bir olanağı sunar dil. Kendi varlığına dair hakikati yaşayan şair sahip olduğu dil üzerinden bir tarih tanıklığına yönelir. Sadık Toraman da yurt edindiği dil aracılığıyla bu tanıklığı gerçekleştirir.
O’nun şiiri her şeyden önce onulmaz zıtlıklar, baş edilmez çelişkiler, güçlü karşıtlıklar dolayımında kurulur. Bu zor ikilemleri, şair kendi iradesinde diyalektik bir çözüme kavuşturmayı başarabiliyor. Bu çözüm, şiirin ‘yoksunluk zamanları’ında benliklere taşıyacağı umudu içinde barındırıyor her defasında. “Acıyı okşadın mı hiç / sana acıması için” dizesinde olduğu gibi, karşıtlığı kendi karşıtının karşısına koyarak bir uzlaşıma sokabilmektedir. Bu nedenle, “gecenin Leyla’sı / gündüzün Mecnun’u” dur O. Çelişkileri kendi karşıtlıklarıyla bir uzlaşıma sokma çabası gücünü şiirin kimi durumlarda omurgasını oluşturan doğa tanrıcılık anlayışının özüne dayanıyor açık ki. Çünkü bu şiir doğaya insan özelliklerini yüklerken; çoğu zaman insanın kendisine de doğa özelliklerini yüklemektedir. “İnat ediyor ve yağıyor yağmur / bir ağaç altında kelimeler sırılsıklam” dizelerinde okunduğu şekliyle bu ‘evren ruhu anlayışı’ şiire içkin bir özellik olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden, doğurgan doğa şairin “Bir salkım özlemeye bir bağ yeşerir koynumda” demesinde olduğu gibi hep ‘nar’ gibi çoğalmayı, patlamayı anlatır. Ve “Bulutların arkasına gizlenmiş ürkek rüzgarın” yanında “Ay yine bir çocuk tebessümünde” görünür bize.
Toplumcu tavrın bireyci bir eğilimle bir arada hissedildiği; toplumsallığın kolaylıkla bireysel bir düzleme evrildiği, toplumcu damar yanında bireysel yönün ezilmediği bir şair duruşu karşısındayız: “Hem seni severken / serçelere ekmekte atabilmeli” derken yaşam ve varoluş birlikteliği güçlü bir kurguyla sunulabiliyor okura. “Çukurova’da pamuk toplarım kendi yaralarıma” dizelerindeki gibi işçi duyarlılığının bütün saflığıyla ortaya çıktığı bir duyuşla karşılaşırız. Sadık Toraman’ın şiir dünyasında bize betimlediği günümüz toplumsal yaşamı, “Ucuz bir resim gibi artık hayat”tır ve “Dostluğun faiz oranı sıfır” dır. Sokak çocukları, “Tükürülen bir çöp bidonunun içinde umutlarım” derlerken; “Derin mevzulara dalmış köşe yazarları / her gece ise üzeri gazete ile kapatılmış cesetler” vardır sokaklarda, ve yine çünkü; “Aç karnına kurşun yemek”teler dünyanın lanetlileri bu yaşamda.
Uzlaşmaz karşıtlıkların şairi kimi zaman bu zıtlıkları can acıtan bir kara mizah ile birlikte ortaya koyar. Bu nedenle Sadık Toraman’ın şiirinde ironiyi çoğu yerde ustaca kullandığını görüyoruz: “Ayrılık çiçekleri satılıyor sepet sepet / vazolar bomboş ve kırık”tır oysa. “Bir kahve fincanın / kırk yıl hatırı vardı borç defterinde”. Ya da, “Seni kahpe kurşuna sıktım / ölmedin yine içimdesin” dediği gibi. ‘Kırık Kalemler Sınıfı’nın öğrencisi olan çocuklar “İçimde çalardı okulun zili / sınıfta kalmıştı yine gözlerim” diyerek itiraz ederlerdi bu ‘öğrenim’ oyununa. Ve çünkü bu oyunda “Karlı yollar…/ üşüyen eller…/ ve yırtık ayakkabılardı yine cahil kalan”. Şair kendi içinde bulunduğu durumu ve ruh halini de kimi zaman iç acıtıcı bir mizahla, “Yalnızlığımı üstüme örtüp yatardım”, bazen de “Evraklarım eksik sevmeye” dediğinde olduğu gibi yumuşak bir tebessüm duygusu içinde dillendirir.
Bir garip adam tanımıştım bir balıkçı köyünde
Hiç konuşmazdı sürekli kaçardı insanlardan
Eskimiş bir sandalı vardı
Denize açılırdı her zaman tek başına
Akşamları deniz kenarında ateş yakar
Kendi kendine bir şeyler anlatır dururdu
Yarınlarına peşkeş çekilmiş hayatın.
Vurgun yemiş şahidiyim korsan beyinlerde...
Bir acı hesaplaşmanın ortasında...
Kötülüğün şarjöründeki merminin
Şaşmayan hedefiydim.
Ve kör gecelerde ürperirdim.
BEN SEVİLMEDİM
Ben sevilmedim
Sevgiye sevgiler kıymış
Hayata sıkılmış bir kurşun gibiyim
Hiçbir beden istemez kurşunu
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!