bir öyküde geçer adın...
sen ayrılık türküsü,
ben saatın dördü-beşi,
bardakta soğuyan çay eşliğinde,
sabahı olmayan gecelerde.
hicranlar karışırken hayallere,
Gözlerin dönüşür ab-ı revana,
Arı konmaz olur bal kovanına,
Elbet varacağız hak divanına,
Seni sana hasret koyar ayrılık.
Dağlarını tipi sarar, sis sarar,
acıyla yaşamayı benden daha iyi bilemezsin.
ben, ayrılığı boynundan öpmüş adamım...
Duyulur uzaktan ince bir siren
Götürür o yârı bir kara tren
Bu nasıl bir ayrılık nasıl bir acı
Yok mu bu acıya bir merhem süren
Ayrılığın zehirli kurşunuyla vurdun...
Yağmur yemiş yeni mezar gibi içime göçtüm...
Güz yanığı günahlarımla birlikte beni yaralarıma göm git...
Ayrılık matemini nasıl yalvarıp, anlatayım
Dilimle kefen biçtim, yalnız nasıl sarayım
güneş devşirmiş dağlardan
yâr boynuna dizsin diye.
gerdan açmış al bağlardan
sevdiceğim öpsün diye...
gülüşleri pembe pembe
Sonu bilinmezde, yorgunluğu dizlerimde kilitlenmiş yol gibiyim.
İnsan bu işkencede nasıl ölmüyor anlayamadım ama,
Ben azar azar tükenen ömür gibiyim...
cahili olduğum her bilginin esiriyim, fark et
eyy yâr ! beni, bu karanlık girdaptan azat et...
şifayi em diye şirazın olam
sol cenahında birazın olam
naz edipte bana "sus" olma öyle
ağustos ayında ayazın olam.
eşkin eşkin akan pınarın olam




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!