Hançereme dayanmış İbrahim bıçağı gibisin
Derin derin bakan gözlerine, nasıl da soluk soluğa can çekişiyorum...
Ölüme kafa tutardı, sebepsiz, hadsiz gülüşüm,
Bir sevda borcum vardı, şık durmalıydı yokluğum
Şafaksız bir gündü, kalbimden kesildi soluğum,
Gövdem üstüne devrildi asi, hırçın, yorgun ruhum.
siret-i eylülün gözüne düşmüş,
kaç kızıl şafak
kabuk bağlamış kaç hicran var.
denizin orta yerinde,
düşlere düşmüş yangını söndürmek için kaç bulut kalkar,
ayrılık dediğin ölümden yaman
çakılır yüreğe ansız bir zaman
züleyha dilinde çalınır türküm
bakışı eylülce, gerisi hicran.
yel ürküsüyle kalkar bir duman
Biraz yorgun, biraz da dargınım
Kimi kimden soram vallah şaşkınım
Sönmez oldu inan ciğer yangınım
Son darbeyi dosttan aldıktan sonra
Daha sarmamışken ürkek acımı
Feleğin tarhıyla yazılmış bahtı
Nağmeye döktüm cilveli ahtı
Nasıl arzedeyim halim efendim
Yapmışlar bir kere seraba tahtı
Yüreğe sancı, aşka yabancı
göçüp gitmek gerekli...
gece kara tülbentini çekmişse
her sabah güneş ölü doğuruyorsa
yollar yorgun, dereler kuru, dallar uykusuz, kuşlar yuvadan uçmuşsa
can kırıkları canını yakıyorsa,
toplayıp tası tarağı,
Derdin nedir,
Nedir bu hüzün,
Mahsun yüzüm.
Yapraklar ağaca küs,
Yer altın sarısı dizin dizin.
Göz dinmiş, bulut ağlar
Sana tuttuğum kiraz dalından,
Güneşi öpen yaprak aralarından,
Umudumu deviren rüzgarın uğultusundan,
Kanadımı kıran mavzer sesinden bağırıyorum.
Her gece ölüm sancıları çekerken,
Canımı dişime takıp seni yazıyorum,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!