Atlar dörtnala koşar gelincikler darmadağın olur
Yapraklar köpürür ağaçlar kudururcasına büyür
Su çıldırır balıklar nehrin bataklıklarında sürünür
Kelebekler ağlara takılır dallar çiçeklere bürünür
Gecenin ayazında güller yorgun yorgun dökülür
Benim adım Osman Demircan... Keşke adım Osman Baydemir olsaydı. Bu ülkede hayatım daha kolay olurdu. Adam kalkmış özerklik istiyor. Adam kendini konuşuyor. Ben susuyorum. Çünkü ben 657 'ye tabiyim. Osman Baydemir ise PKK'ya bağlı. Onun bağı ipekten ilmik, benimkisi ise çelikten zincir. Neden dudaklarım ikiye ayrıldığında ben bölücü oluyorum da, Osman Baydemir bangır bangır bağırdığında hiçbir şey olmuyor. Ağlamak istiyorum hiç ağlayamayanlar adına. Ağlamak istiyorum şehit Osman'lar adına... Bu vatan toprağında gül açıp diken kabul edilenler adına. Bu vatanı gerçekten sevenlerin emeğenin, riyakarların BMW'leri ve Mercedesleri altında ezildiği için hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Düğünlerinde kilolarca altınları kendilerinden yirmi yaş küçük kızların boyunlarına takanların boyunlarına ip bağlayıp onları asmak istiyorum. Tok karnına vatan millet diyenlerin karınlarını, karnı aç insanların bakışlarıyla deşmek istiyorum. Bacak bacak üstüne atıp özerklik talebini Ankara tartışabilir diyenlerin gözlerine Türkiye tek Ankara'dan ibaret değil deyip Türkiye haritasını gözlerine sokmak istiyorum. Osman Baydemir'i alıp Osmanların suskun dudaklarındaki anlamı çözmesi için şehir şehir gezdirmek istiyorum. Bu ülkede susturulanlar ile konuşturulanlar arasındaki farkı görmesini istiyorum. Hayır ben bu ülkede Osman Baydemir olmak istemiyorum. Çünkü bu ülkede kan dökmektense, kan ağlamayı tercih ederim. Ve şu an kan ağlıyorum ve kan kusuyorum. Kan ağladıkça dudaklarım hilal, gözlerim yıldız oluyor. Bir bayrak oluyorum bu ülkede her yerinden kan damlayan. Sadece rüzgarlardır beni anlayan. Kızıl sabahlardır bana bu ülkede yaşatılan. Olsun açlığımın ve yoksulluğumun Türk olmak gibi bir anlamı var. Olsun Türkiye'yi namusuyla sevmenin aç kalmak gibi bir yanı var. Soframda şehitlerin ve emekçilerin ekmeği var. Ben o ekmekle de doyarım. Üstüne su içer, şehidime ağlarım. Ben bu ülkede aç da yaşarım. Osman Baydemir'i soframın peçetesi yaparım.
Benim kemiğim sevilmez. O yüzden senin gibi itler benden uzak durur. Senin bana yakın olmaman beni uyuz olmaktan korur. Zaten kancıklığını da çekemem. Salyaların ağzından akarken, seninle mum ışığında yemek yiyemem. İtliğin hayatıma ne katabilir? Boynuna zincir takıp seninle kumsalda yürüyemem. Hayatım boyunca sevilmemeyi ve düşmanlığı öğrenirken ve ben artık sevmek ve sevilmek isterken, seninle it dalaşına giremem. Sen hayat gibisin sevgili. Hayat da it gibidir ve hayat en çok korkakların peşine düşer. Yazık sana yazık! Senden korktuğumu mu sanmaktasın? Hayat korkaklara göre değildir. Ortalık kancıklarla doludur. Korkakların sonu itin eline düşmektir. Yazık sana yazık! Senin eline düşeceğimi mi sanmaktasın? Aslında senin bir suçun yok! Hayatın bana hep yazı tarafı düşmüştür. Bu yüzden şiir yazmışımdır, roman yazmışımdır, deneme yazmışımdır. Hayat ağacının gövdesine çizdiğim kalbin üzerine “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yazmışımdır. Ağaca kazırken Nazım Hikmet'in duygularını, tüm yongalar beynime kaçmıştır. Nazım Hikmet gibi düşünmek beynimi acıtmıştır. Yazık sana yazık! Nazım Hikmet hep özgürlük derken, sen it gibi yaşamaktasın ve beni de yaşatmak istemektesin. İt gibi ulumak, ısırmak, kırıntılara razı olmak, korkunca kuyruğunu apiş arasına saklar gibi yaşamak senin hayat tarzın olabilir. Hem şunu da unutma, köpekler istedi diye de tüm kediler ölmez. Sen ister bana havla istersen ikide bir kuyruğunu salla, it gibi birinin sevgilisi olmak bana yakışmaz. İnsanca sevmek ve insanca sevilmek varken, it gibi koklaşmak, hayatıma güzel kokular yaymaz. Yazık sana yazık! Aşk bir avlanma şekli değildir. Etiler, Nişantaşı ve Teşvikiye’nin spritüel kancıklarına sürtünmek değildir aşk. Zengin adamlardan veya karılardan intikam almak için onların eşleriyle yatmak da değildir aşk. Hayat ise içinde hayvan resimleri falan olan bir şey değildir. Sen o kafayla anca gidersin. Sen o kafayla anca kemiği sevilen insanlar bulursun.
Bugün birisinin yanına hayırlı olsuna gittim. Kendisi bir bakkal işletiyordu. Dükkandan içeri girdiğimde beni soğuk bir edayla karşıladı. Zoraki konuşmaların ardından ben bir koltuğa oturdum. Onun için oraya gitmiştim ve çok yorgundum. Oturduğum yerden kalkmamı isteyip beni hıyarların olduğu bir yerde oturtmak istedi. Ayakta kalakaldım. Sonra bir hıyarla aynı yerde olamayacağımı düşünerek oradan ayrıldım. Giderken kusura bakma burası bakkal seninle ilgilenemedim dedi. Dedim ki senin gençliğini de bilirim canını sıkma. Oradan uzaklaşırken kendimi çok kötü hissettim.
Sonra bir arkadaşın yanına gittim. Bana çay içer misin dedi. Olur dedim. Bir masada oturuyordum. O arkadaş ise işletmenin sahibi olduğu için sağıyla soluyla ilgileniyordu. Az bekle yanına geleceğim dedi. Beklerken oturduğum masaya bir bayan gelip oturdu. Lahmacun söyledi. Siparişi gelince lahmacunu ikiye böldü. Yer misin dedi. Çok şaşırdım. Şaşkınlığımı söyleyip artık bu gibi davranışları kediden köpekten bekler olduk dedim. İnsanlığın artık kalmadığını söyleyerek teşekkürümü ilettim. Ardından eve geldim. Kızım benden kuruyemiş ve meyve suyu istedi. Gidip mahalle bakkalından aldım. Sonra beraber yerken konu nereden açıldı bilmiyorum kızım, baba beni birkaç yıl önce odaya kapatmıştın, niçin öyle yapmıştın ki dedi. Kızım dedim hatırlıyor musun, şu şu yanlışı yapmıştın. Çocuk doktorları oğlunuz ya da kızınız suç işlerse onları beş dakikalığına odasına kapatın diyorlar dedim. Baba beni yine odaya kapatacak mısın dedi. Niçin kapatayım ki dedim. Ama çocuk doktorları öyle söylüyor dedi. Ah kızım hapishanelere kapatılanları bir bilsen demek ne çok üzülürsün diye içimden geçirdim. Kızım her şeyin bir karşılığı olmalı değil mi, insanlar yaptıkları kötülüklerle kalmamalı dedim. Yüreğim bunca yoğunluğu taşıyamadı, kafamı dağıtmak istedim. O an yazmak geldi içimden. Ve bu cümleler döküldü yüreğimden. Sonra düşündüm bunları yazıyorum ve insanlar okuyor. Ve söylendim kendi kendime: Hıyarla denk tutulan bir insanın yazılarını kim niçin okurdu ki? Ya da bir bayanın lahmacunun yarısını paylaşmak istediği bir adamda ne bulurdu ki? Çünkü o bayan hıyar gibi kendini hisseden bu adama insan olduğunu hissettirmişti. Yani bu kadar gel git yaşayan bir adamdan- kendini sebze olarak hissederken bir anda adama dönüşenden- ne umardı ki? Kızının soruları karşısında çocuk doktorlarına sığınan, aciz ve zavallı bir babadan ne gibi bir yardım beklerdi ki? Bilirsiniz kan abdest bozar. Bu kadar yüreği kanlı bir insan olarak camilerden yüz çevirmedim. İçeri girip yaralarıma dualarımı sardım. Allah’tan yardım diledim. Acaba yazılarımı okuyanlar mıydı yaralarıma rahmet olan. Yoksa Allah beni insanların beyninden mi süzüyordu. Beni insanlık süzgecinden geçire geçire mi makamına kabul ediyordu. Öyleyse Allah insanların yüreğinde ve beynindeydi. İnsan bir başkasının düşüncesiyle ve duygusuyla yaradanına demek ki ulaşabilirdi. Bu demek değil ki başkasının aklıyla hareket edelim. Bu demek değil ki aman ne düşünürler ne derler korkusuyla hep yaşayalım. Sadece herkesin bir düşünce kapasitesi vardır. Herkes düşünce kapasitesi ölçüsünde bir başkasına yardım eder ve ya bir başkasını düşünür. Düşünce kapasitesini arttırmak, insanlar hakkında iyi düşünmektir. Allah da bu beyinlerde bulunur. Yani Allah bir ada, iyi düşünce bir insan, hakkında iyi düşünülen kişi bir kayık ise, adaya ulaşmak, beynimizde insanlar hakkında ne kadar iyi düşünceler beslememizle orantılıdır. Bu hem kişiyi hem de hakkında iyi düşünceler beslenilen insanı Allah’a ulaştırır. Ey beyinler benim hakkımda iyi şeyler düşünün ki düşünce kapasiteniz artsın. Ben de kendimi hıyar olarak değil insan olarak düşüneyim. Ey insanlar sizin düşünce ufkunuzla Allah’a ulaşayım.
Bir dal ipince yerinden kırılır gecenin karanlığında
Düşer ulu orta ayazın karın, günahın tam ortasına
Yıldızlaşan silahlardan anne mermiler kulaklarımda
Bir ölüm bir beyaz kurşun ha değdi değecek bana
Ellerimi hissetmiyorum anne ölüyor muyum yoksa
yatır ölüm döşeğine ömrümü
çekme dudağımdan dudaklarını
ağaçlar ilk yapraklarıyla tutuşur
kavur ateşinle öperek yak beni
çok özel sözler var beynimde
öperim dudaklarından adını okurken
şiirlerin kalbinden söktüm mısraları
sana yazdıkça parmaklarım kanıyor
yalpalıyor duygularım sana sarhoşum
gözümde büyüyorsun ah ağlıyorum
öperim dudaklarından adını okurken
Zaman aynı rakım aynı bu gökkubbe altında
Bir çığlık büyür dal gibi orman uğultusunda
Ağaçlar üşümüş gibi durur rüzgarlı havalarda
Çakallar ay ışığında namlunun ucunda uyur
Bir orman kuytusunda söğütler sulara vurur
Asaletin göklere kadar uzansa da sana kısaca anlatayım, karşımda dağ gibi durma, boyundan büyük işlere karışma. Ben beş parasız biri olsam da, seni cebimden çıkarırım bunu unutma. Güzelsin, hoşsun ama boşsun. Bu saatten sonra gönlünü şiirlerle, şarkılarla, türkülerle dolduramam. Senin boşluğuna yıldızları koyamam. Her yerinden asalet fışkırsa da, senin sularınla yıkanamam. Senin sevgin için paçalarımı sıyırıp sığ sularında yürüyemem. Ben ölürken başka aşklar için, dudaklarıma su olup dökülsen ne olacak. En iyisi sen dağ, taş olmaktan vazgeç, biraz da küçük at kargalar yesin. Belki de derdinden onlar anlayacak.
Lütfuna ihtiyacım yok. İstersen beni yerden yere vur. Ben düştüğüm yerden kır çiçekleri toplamasını da bilirim. Burnun o kadar yukarıdayken sen ne koklayabilirsin. İsterim ki beni koklayan dünyanın tüm güzel kokularını ciğerlerine çeker gibi olsun. Git kime gidersin git yolun açık olsun. Beni sevme. Ne gülüşüne muhtacım ne de tatlı bir sözüne kanarım. Ağzını toplamadan git. Kime şarkılar söylersen söyle. Ne masamda meze ne de rakı olabilirsin. Keyfimi kaçırmadan git. Asaletin yeri göğü delse de, beni bırak! Seni delik deşik etmeden çek git.
Hani şarkı vardır ki bıktırmasın, hangi söz vardır ki sıradanlaşmasın. Bir kitap yazsan o ince ellerinle, asla bana dokunan bir söz yazamazsın. Nedir bu dağ gibi duruşunun sebebi. Küçük tepeleri yaratmaktan vazgeçip, dağ gibi mi olmaktasın. Öyle küçük düşünmektesin ki, herkesi kendine hayran bırakacağını sanmaktasın. Sen dağ gibi olsan da, ben şu an dalgalarla sevişmekteyim. Oh deyip derinlere dalmaktayım.
Yaşamak bir rüyadır, gecelerde görülen. Bilir misin ki ne kadar büyük olursan ol, gece karanlığında görünemezsin. Sen benim rüyam olamazsın. Karanlıkta kaybolup gidensin, hangi aydınlığı bana lütfedeceksin. Bir dağ olsan da, kocaman bir yalansın. Artık karşımda daha da küçülmekten vazgeç. Sen kendini küçük hissedenlerin karşısında bir dağ olabilirsin. Benimse karşında küçülecek bir yanım yok. Lütfuna ihtiyacım yok.
Niçin böyle doğa harikası gibi davranırsın. Sen benim için çatısı akıtan bir ev gibisin ve senin aşkınla ıslanmaya niyetim yok. Lütfuna ihtiyacım yok.
Söyleyin ben nereye aitim? Bir mezarda açan çiçek miyim yoksa o mezardaki ceset miyim? Yaşamayı ve ölmeyi yurt edinmişim. Söyleyin yeryüzünde hangi yürek benim için çarpar ki? Kim bana sevgiyle bakar? Kim benim için ölmek ister? Kim mezarda açan bir çiçek olmak ister?
Ben yüreklerdeki sızıyım. Hangi duygu benim için çarpar? Kim sever hıçkıra hıçkıra ağlamayı? Ben göz çukurlarını mesken tutmuşum. Kim benimle göz göze gelmek ister ki?
Söyleyin Türk olmamın ne anlamı var bir Kürt beni sevemedikten sonra. İnsan olmamın ne anlamı var bir Ermeni ile Ermenice şarkı söyleyemedikten sonra. Söyleyin Diyarbakır'da yürümemin ne anlamı var Kürtler beni linç ettikten sonra. İnsanlığı ayaklar altına aldıktan sonra.
Benim ülkemi parçalamak isteyen beni sağ bırakır mı? Vatanımı bölen beni de bölmez mi? Ben sana ne yaptım ki canımdan can almak istemektesin? Oysa ben seni canla sevmekteyim. Eğer bu seni tatmin edecekse gel vur beni. Seni seven yüreğimi durdur. Ya da bu terörü durdur.
Oysa bana Kürtçe mor dağlardan bahsetmeni isterim. Bana bahar geldi de güller açtı da senin yüzün niçin solgun de. Beni anla da hangi dille anlarsan anla. İstersen Kürtçe anla. Ben Alah'ın Kürt yarattığına Türk demem. Sen de bana senin Türk bayrağını istemiyorum bu bana züldür deme. Çünkü o benim yıldızımdır. Ve gecenin karanlığında yıldızımı vurma. Beni vur onu vurma. Hiç düşündün mü Kürt olmak ne demektir. İnsanları hüzünlere salmak mıdır? Bilirim hep dilinde hüzünlü türküler vardır. Bana bir mutlu şarkı söyle yine de. Sesin yüreğinden acıklı çıkar. Bu yüzden kanın toprağa düşünce hazan bahçelerinde kırmızı güller açar. Ama ben sana bu topraklar hepimizin diyorum. Lütfen kan gülleri açmasın artık.
Neden insan insanı itekler ve öne geçmek ister. Bu ülkenin arka sokaklarını ben de bilirim. Ben de isterim bu ülkenin hijyenik sokaklarında özgürce yürümek. Neden bana molotof atarsın? Neden yüreğimi yakarsın? Bu ülkeyi cennete çevirmek varken, niçin cehenneme dönüşürsün? Hem kendini hem beni yakarsın.
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....