Bugün bir sınavda görevliydim.Hani araba sürersiniz de viraja gelince zorlanırsınız ya.İşte öyle insanlar çıktı karşıma.Sarıklı, cübbeli kişiler girdi sınava.Sanki bilerek böyle yapıyorlardı ya da bu tarz giyinerek kişilik buluyorlardı. Belki de birtakım odaklara hizmet ediyorlardı.Bu yüzden samimi Müslümanları istismar ediyorlardı.
Düşünün bir üniversitedesiniz.Öğrencilerin çoğu sarıklı, cübbeli ve asalı.Sizden hoşlanmadıklarında, kafanıza bir sopa vurabilirler.Bunu kutsal bir dava için yapabilirler.Siz onlar için bir köpek olabilirsiniz.Bu yüzden ellerindeki asalarıyla, Kızıl denizi ikiye yaramayacaklarına göre, kafanızı yarabilirler. Alnınızdan kan boşalırken değil bir insana, hayvana bile yapılmaması gereken bir davranış gösterebilirler.Allah rızası için ölümünüzü seyredebilirler.
Bugün sınavda görevliydim.Sarıklı cübbeli insanlar yoluma çıktı.O zaman anladım insana hiçbir şeyin uzak olmadığını.O zaman anladım Anya ile Konya’yı görmenin ne olduğunu.O zaman anladım keskin virajlara yakalanmanın sadece benden kaynaklanmadığını.Ben ne kadar kurallara uysam da gelip birisi bana çarpardı veya beni uçuruma atardı.İnsan başkasının eliyle çarçabuk yoldan çıkardı.
Gökten para yağsa ve insanlar sürekli para toplama hırsıyla gökyüzüne baksa, kaç kişi ayaklarının dibindeki uçurumu görebilirdi.İşte insanlar ne amaçla olursa olsun hırslı olmamalı.Kimseye çakal gözlerle bakmamalı, kimseyi tavuk yerine koymamalı.Dünya kümes değil çünkü.İnsan insana yol göstermeli.Bu yüzden herkes yol yordam bilmeli.Güzel giyinmeli.
Bir akşamüstü lokantada yemek yerken adamın biri dikkatimi çekti.Sakallarını elleriyle tutmuş, yemek yiyordu.Elleri bu kadar işkenceye maruz kalabilirdi.Avuçlarına cetvelle vurulsa, daha hafif kalırdı.Çünkü kaşığa tutayım diye,tabağın içine girip sakallarına bir zeval gelmesin diye resmen adam çırpınıyordu.Bu kadar sıkıntı içinde adam karnını doyuruyordu.Ama aslında aç kalıyordu.Sakalla bıyık arasına sıkışmış dudaklarına adam zevksizliği tattırıyordu.
Şimdi size sorarım.Bu insanla ne konuşulabilir? Sakalla bıyık arasında kalmış ve kendine kıldan bir dünya kurmuş bu insanla ne paylaşılabilir?
Sonsuzluğu arayan siyah gül yıldızları parlatır topraklarında
Çiy düşürürken karanlıklarına su serper duygu coğrafyasına
Ay ışığı vadinin en dar yerine vurur o saatlerde yürek sıkışır
Daralır zaman, kararır su, ay karanlık bir vakit aşka dönüşür
Gökyüzü altında siyah güller bulut gibi şimşek şimşek büyür
sarı çiçekler, kırmızı güller, mor menekşeler
bir asude baharın gümbür gümbür kokusudur
en büyük dileğimdir yanınızdayken ölüvermek
ne güzel bir renk cümbüşüdür sizleri sevmek
varlığım bir yapraktır gökyüzüne el gibi açılan
Hayatta her şeyden kovulmuş bir insanın yazdığı roman nasıl olurdu sizce? Kendisine yaşama hakkı bırakılmamış fakat haktan hukuktan bahseden insanların arasında kalmış bir insanın yazdıkları ne olurdu acaba?
Bunca ıstırabın arasında kendine bir yer edinmeye çalışan bir insanın hayatı kanlı bir rüyaya dönüşürken ve bu insan her yatağından kalktığında ayaklarına kurt kapanına benzeyen çorapları giyerken nasıl alnı ak başı dik durabilirdi sizce?
Hayatın patika yollarında her adım atışında bir daha bir daha geri dönmek isterken, arkasında bekleyenlerin birer heyelan birer felaket olduğunu gördüğünde mutlu olmadığını anlatmak istediğinde nasıl bir roman ortaya çıkarırdı kanaatinizce?
Evet hayatta en adam dedikleri bile birer palyoçadan öteye gidememiş bir insanı kim güldürebilirdi? Kim yatağını bir mezardan farklı kılabilirdi? Hayatında mutlu fotoğrafı olmamış bir insanın, kelimelerle resim yapmaya kalktığında mürekkebinin rengi ne olurdu sizce?
Başkaları rüyalarında pembe bulutlardan toz halinde yağmurlar görürdü ve her gün dingin bir şekilde uyanırdı sonra gidip gülbeyaz renginde kitaplar yazardı.Oysa gözlerini hiç dikenlerden kurtaramamış bu insanın yazdıkları hangi kokuda hangi renkte olurdu sizce? Gözlerine dünyanın her türlü eziyeti batmış bir insan elleriyle ağlardı kuşkusuz.
Evet hayatın bütün kapılarından kovulmuş bir insan şüphesiz 'Sana Yetmediysem Git' diye roman yazardı.İçinde biriktirdiği tüm duyguları kanlı ve bulanık bir nehir gibi akıtırdı.
Çelişkilerin sağanağından çok yanım sırılsıklam
Ağlayan bebeğin gözünde şeytan şırıltısına bak!
Bir elimde balta bir elimde orman tercih yaparak
Yaşarım doğruyu dal dal ormanlarımı çoğaltarak.
Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Her ne zaman sana ellerimi uzatsam, benim kolumu kanadımı kırıyorsun.Her ne zaman kollarımı sana açsam, boşluğu sarıyorum.Niçin bu kadar güşsüz bir kişilikle insanların ellerini ısırıyorsun.Oysa bilirsin ki en tutkulu öpüş, avuç içini öpmektir.Sen benim ellerimi havada bırakıyorsun.Niçin beni kendi boşluğuna çekiyorsun.
Ne zaman bir çiçekçinin yanından geçsem, bütün çiçekleri alarak sana vermek istiyorum.Sana belki bir bahar akşamı rastlamamış olabilirim ama hayatını bahara çevirmek istiyorum.Sen ise elini, eteğini hayattan çekiyorsun.Ben ise, önce ellerini güllerle doldurmak sonra avuç içinden doya doya öpmek istiyorum.Bir daha böyle bir anı yaşayamam diye, dünyayı durdurmak istiyorum.Neden bana hor bakıyorsun.Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Bilirsin ki, hayata tutunamayanlardanım.Ellerine tutunmak istediğimde, sen beni boşluğa bırakıyorsun.Bana kötülük yapma konusunda elinden geleni yapıyorsun.
Ah bir bilsen senin için fotoğraf makinesi almak istiyorum.Sadece ellerinin fotoğrafını çekmek istiyorum.O ince pamaklarını, ince tırnaklarını ölümsüzleştirmek istiyorum.Oysa sen ellerimi zayıflatıyorsun. Sana her ne zaman dokunsam, sanki parmaklarımı kırıyorsun.
Bu yüzden sana karanfillerle gelmek istiyorum.Haykıra haykıra, gür bir sesle seni seviyorum derken, bütün ezilmişlerin diliyle sana karanfilleri uzatmak istiyorum.Ellerimdeki karanfillerle güç toplayarak sana sevgimi ifade etmek istiyorum.
Sen elindeki avuçlarındaki hoşgörüsüzlükle beni kurutmaya çalışsan da ben sana güllerle, karanfillerle gelmek istiyorum.Sen beni kupkuru bir dala döndürsen de, ben sana okyanus esintileriyle varmak istiyorum. Avucumdaki kıpkırmızı gül yapraklarını yüzüne üflemek istiyorum.Ellerime en büyük ihaneti etsen de, avuçlarıma sevgisizliğinle vursan da, kolumu kanadımı kırsan da, seni elimden geldiğince sevmek istiyorum.
Bir şey isteme benden. Senin isteklerin hem kapkara bir böcek gibi sevimsizdir hem de çekirge sürüsü gibi talan edicidir. Karşında bitip tükenmeyen bir ırmak olsam da, sen sularımı kirletirsin. Yanında masmavi bir deniz olsam, bir karpuz gibi sularıma düşersin. Sana sofra dolusu yiyecek olsam, sen ekmeğe nankörlüğünü sürersin. Önünde dursam bir heykel gibi, senin önüne geçtiğim için, ya da senin heykelini dikmedikleri için bana ucube dersin. Ey sevgili sen bir ucube bile olamazsın. Öyle bir insansın ki, dağın heyelana uğramış yanına benzersin. Ey sevgili bir dağ manzarasında en çirkin görüntüsün. Bir çiğdem kadar güzellikte yoktur eserin. Ben aşkta gamzeli bir gülüşüm. Sen ise aşkta bile dudakları kurt kapanı olan, fakat nedense koyunları yakalayan yalancı birisin. Ben sevgide gözyaşı iken, sen gözdeki çapaksın. Bir şey isteme benden. Sana şairliğimi verebilirim belki, şiirlerimi benden isteme. Şiirlerim bir hayal dünyasıdır. Sen ise hiç hayalimde yoksun. Sen gerçeğimsin belki, gözümle gördüğüme inandığımsın belki. Fakat şunu ey sevgili, sağ göz, sol gözü göremez hiç. Sen iki gözüm de olsan, sağ gözümün göremediği sol gözümsün aynı zamanda. Ey sevgili iki göz aynı şeye ağlasalar da, ikisi de tek başına ağlar. Aynı anda ağlamaya bşlasak da ey sevgili, sen benim tek başıma ağladığımsın. Aynı güneşin altında olgunlaşan meyveler olsak da, aramızda yine de irilik farkı vardır. Ben ele avuca sığmaz biriyim, sen çocuk elinde bir elma şekerisin. Tat verdiğin duygular anca çocuk yüreklerde iz bırakabilir. Ben kendi yeteneklerini çalan bir şairken, sen önüne gelenin dükkanına uğrayan bir yürek cebi boş olan bir fukarasın. Benim gözyaşlarım iri iken ve ışığında güneş parlarken, senin gözyaşların kör kuyuya düşen bir aç gözlülüktür. Benden bir şey isteme. Bir tablo ressamdan ne fırça ister ne de boya. İkisinin bir imgede buluşması, bir çerçeveye dönüşür. Benden bir şey isteme. Seninle bir dairede buluşamazken, bir karede açı ya da köşe nasıl olalım? Açtırma benim matematik ağzımı ağzımı. Sıfırsın işte koca bir sıfır. Yanında bir olsam, isteklerinin sınırı gelmez.
Bütün limanlar sensiz.
Tüm gemilerim yelkensiz.
Dalgalar, yüreğimin kıyılarını döverken,
Sen yoksun hiçbir sahilde.
Mektup açacağını saplarken kalbime
Objektif olan insandır. Gerisini at çöpe. Ve dünya yana kayıyor. Hayatın dengesi allak bulak oluyor. Kime alkış tutarsan o sana elini uzatıyor. Bir ceylanı parçalayan aslanın dişi oluyor, pençesi oluyor insan. Kimse ceylanın gözlerindeki objektifin kendisini fotoğraflamasına izin vermiyor. Herkes aslana şirin görünmeye çalışıyor. Tam iki kelime edecek birini buluyorsun, sohbete dalıyorsun; derken karşı tarafın telefonu çalıyor, bir parmak işaretiyle senden ayrılıp gidiyor. Ve sen film arası reklam gibi ortada kalıyorsun. Sözcüklerin boğazında tıkanıp kalıyor. Nefes alamıyorsun. İşte o an gözlerinin ovayı gösterdiği yerde bir ceylan, aslana yem oluyor. Ne yazık gözyaşı bile dökemiyorsun. İnsanlar o kadar değişken ki bir kadını günün herhangi bir saatinde erkekleşmiş görebiliyorsun. Şiddet ve küfür dolu sözlerinden bir pantolon giyip erkekçe cümleler kurabiliyor. En onulmadık zamanda kasıklarına bir tekme indirebiliyor. Yanı başında kuruyan çiçeklere bakmayıp, bir insanın köküne kibrit suyu dökebiliyor. Kadınlar bir dalda çiçek olmaktan vazgeçip, yakışıklı ama odun gibi olan erkekler gibi davranabiliyor. Bazen erkekler bir olay karşısında kadınlaşıyor. Kadınlar kadar dedikodu yapıp, rakibini devirmek için her türlü kancıklığı yapabiliyor. Ah günler ne günlere kadirsin. Bir erkek bir insanı kıvırta kıvırta kandırabiliyor. İnsanlar o kadar değişken ki onları anlamak çok zorlaşıyor. Sabahtan akşama kadar her dine, her mabede giriyor. Sabah en koyu Müslüman, akşam tam bir papaz kesiliyor. Şimdi gidin bir sırrınızı birine anlatın. Sabah internete düşmüş gibi rezil olursunuz. Ne kadar mahreminiz varsa, insanların gözlerinde şehvet ışıltılarıyla gezdiğini görürsünüz. İnsanlar sizin yüzünüze bakar da, siz bir daha insanların yüzüne bakamazsınız. Utanç insanların gözlerinden size gözyaşı olarak değil, bir ok gibi gelir. Öyle yaralanırsınız ki bir daha uzun cümleler kurmayacağınıza kendi kendinize söz verirsiniz. Kimse size objektif gözle bakmaz. Çünkü dünya yan yatmıştır. Dünyanın dengesi bozulmuştur. Siz yine de dik durmaya çalışırsınız. Ama insanlar sizi alt etmeye ve ezmeye çalışırlar. Oysa ayaklar altına alınan insanlıktır. İnsanlar onurunu bir başkasının üzerine basa basa kaybetmişlerdir.İnsanlık bu yoldan gittiği sürece çıkmaz sokaklara sapmıştır. Bir kadın güne kadın olarak başlamıştır. Akşam ise kocasıyla bir erkek gibi yatmıştır. Koca ise kancık gibi dolaştığı işyerinden fahişe olarak dönmüştür. Şimdi söyleyin kim kimin kocası olmuştur. Gün içinde insan her yola sapmıştır. Bir kadın kocasını sandalyeye sürtünerek aldatmıştır. Bir koca koltuğa oturduğunda poposunun zevkiyle kendinden geçmiştir. İnsan gün boyu epeyce ahlaksızlık yapmıştır. Hayatta her şey birbirine girmiştir. İnsan gün boyu her türlü ruh ve düşünce dünyası içine sığmıştır. İnsan tam bir yamalı bohça olmuştur. Her kılığa girmiştir. Yaşam o kadar sınırları keskin bir çizgi ki. Bir ağaç hiçbir zaman bir kuşa özenip uçmaya çalışmamıştır. Evet bir dal bazen meyve verip dişi olmuştur, bazen de sap gibi kalarak erkekleşmiştir. Fakat asla bir dal ağaca zarar vermemiştir. Ağacın ve ormanın köküne kibrit suyu dökmemiştir. İnsan gibi özünü yitirmemiştir.
Başka bir şey bu adı daha konmamış bir duygu.
Sancıları daha bitmemiş acılarımın narkoz fışkırışı
Masaya yatmış ölüm kalım mücadelemin kanlanışı
Henüz daha hayata doymamış yüreğimin ters duruşu
Senin için sevgili senin için yaşadıklarım işte bu.
Bir deli saçmalığının içinde çıldırmadan kalmışlığım
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....