İnsanın insana kanat germediği yerde kuşlar vuruldu yüreğinden.
Yaşamak isterken bulutları delerek tüyleri yolundu bedenlerinden.
Yok! Yeryüzü dar geldi kuşlara çığlıkları sığmadı masmavi göklere
Bir kırık camdan dökülen parçalar gibi kanları döküldü her yere.
Anne benim omuzlarım yok! Bir kuşkonmaza döndü tüm bedenim.
Gözler, eller, yüzler, bakışlar sürü sürü... Hiçbirinde yok bir anlam ve bütünlük. Hepsi bütünüyle masal kitaplarındaki yaratıklar gibi. Sürü sürü yüzler başıma üşüşen gagaları kocaman kuşlar gibi. Yırtık bir gömlek kalır geride bana hediye edilen. Bağrımı açtıklarım, göğsüme indirir bir yumruk. Bir kalbin büyüklüğündedir yumruk. Bana insanların gösterdiği sevgi kadardır aynı zamanda yumruk. Ne güzeldir oysa insan. Bir çay ikram edişi bile gün batımından daha güzeldir. Nedense benim hayatım çerçöp doludur. Çöpe atılan genelde ben olurum ne hikmetse. İnsan sevdiği kadar hürdür, sevildiği kadar da güçlüdür. Benim hürriyetim kendimle sınırlıdır, gücüm ise kendimdendir. Hiçbir kimseden yardım gelmez imdatlarıma. Bütün çırpınışlarım bir insanı sevmemden bir de denizi sevmemdendir. Deniz yaralarıma tuz basarken, insanlar kaçtığım sahillerde ayaklarımı inciten taşlardır. Ah ayaklarım benden şüphesiz çok şikayetçidir. Ey insanlar salladığınız tesbihlerde, arkadaşınızın size verdiği cesarette, anne ve babanızın gen haritasında kalın. Ne olur yanıma uğramayın. Hep aynı gülüşleriniz var. Hem kıllısınız hem de bıyıklarınızın altından kıs kıs gülüşlerdesiniz. Bir tükürük bir balgamsınız benim beğenilmeyen hayatıma düşen. Hem yapış yapışsınız hem de tükürüğünüz kadar alaycısınız. Hem tavşansınız dağlara küsen hem de benim dürüstlüğümün sesini duymayacak kadar sağırsınız. Kalın fotoğraflarınızdaki sahte gülüşlerde. Ne olur benim masallarıma girmeyin. Sizin kitabınızda hep sivri dilli kelimeler vardır: Oraya sokarım, buradan çıkarırım, vururum, batırırım, geçiririm gibi. Benim kitabımda ise ne çivi olmak vardır ne de bir çekiçten ya da keserden güç almak vardır. Gücüm kelimelerimdedir; ama hiçbirinde kurdun bir kızı korkutan sivri dişleri yoktur. Sizin hayatınız bir masaldır, benim kitaplarım bir masaldır. Siz hayatınızda çoluk çocuğu korkuturken, ben hayatımda sizleri yazarım. Siz kendi hayatınızdaki savsatalara inanırsınız, ben hayatınızdaki saçmalıkları çocuklara ders niyetine anlatırım. Hayatınızda çocuklar için dersler varken, bana hayatınızdan verebileceğiniz ne vardır ey insanlar. Büyüdüm ben artık sizin masallarla ve yalanlarla dolu hayatınızı ne edeyim.
Ben senin için birilerinin yerini mi tutmaktayım? Yoksa bir kopya bir müsvedde miyim? İnsan dereden karşıya geçmek istediğinde mermer taş arar mıydı? Ne bulduysa ayak altında çiğneye çiğneye karşıya geçmez miydi?
Bu yüzden miydi yanında ezik oluşum? Bu yüzden miydi derede taş oluşum? Peki kimdi ki seni karşı kıyıda bekleyen? Neydi beni bu kadar senin ayaklarının altında ezdiren?
Hayatım bir su gibi avuçlarından akıp giderken ellerin bir yığın hatırayı kuru yaprak gibi akıntıya dökerken bana can verebilir miydi ayak diplerin? Nice zulümler saklıyken tutuşlarında çatlayan dudaklarıma su serper miydi gelişlerin? Yosun tutar gibi ellerin ellerime değince saflığım, berraklığım parmaklarının arasından kayıp giderken temiz kalabilir miydi bana dönüşlerin? İşte bu yüzden adım atışlarına sevinemem. Çünkü her gidişin ezilişim olur. Her gelişin beni ayaklar altına alır. Zulmün beni perişan eder.
Zaman geçer o dereden çok sular akıp gider. Ellerin bir çöl olur sana tutunmak kum akıntısına benzer. Bana her el uzatışın yüreğime kaktüsleri,akrepleri,zehirli yılanları sürükler. Seni her umut edişimde gözlerim karanlığa döner. Gitgide kör karanlık kumlar dolar göz çukurlarıma.A ğlayışlarım duygu sellerimi sürekler. İşte o vakit gözyaşlarımın önüne katarım seni. Boğarım hıçkırıklarımın arasında gülüşlerini ve seni. O zaman görürsün güzelliğini nasıl yok ettiğimi ve seni nasıl tükettiğimi. Çölde açan bir gül olursun o vakitte. Ve seni kurtarmam azgın kum fırtınalarından. Kopar gidersin yüreğimden. Kök salamazsın duygu çölümde. Zaman akıp gider kum saati senin suretini yok eder belleğimden.
Ben senin için yoksa bir ağaç mıyım? Bedenime sarmaşık gibi dolanarak yayılmayı, gürleşmeyi sürdürüp, bütünüyle beni sarmalayarak güneşten, gökyüzünden alıkoymak mı yoksa beni yok edip kendini var etmek mi? Bana dayanarak gökyüzüne başını erdirmek mi beni öldürmek mi senin niyetin? Bir cehennem kuytusunda karanlığa gömülse de bedenim sarılma bana artık. Sevme ne olur böyle beni.
Acı bir kova su. Başım dalıp çıkmakta içine. Nefesim gırtlağımdan çıkamamakta. Bir ölüm kalım savaşı başımın yazgısıdır. Başım bedenimin volkan ağzı. Beynim gri bir lav, gözlerim kor ve alev. Şimdi bu kafayla sana nasıl şarkı söyleyeyim? Sözlerim kasabalarını yakar, yaşadığına pişman olursun. Eğer benim sevgim sende olsa, dilini çiğnersin. Susmak adına, dudaklarını dikersin. Kırık kalbinin cam parçaları her gün göğsünü kanatsa da, yine de acını içinde saklar mısın? Gönlün bedeninde cehennem olsa, yüreğin sevginle o ateşi körüklese ne yaparsın? İşte acıyı anlatması kolay, yaşaması zordur. Sen hep parmağımdaki kuşsun. Ha uçtun ha uçacaksın. Seni sıksam ölürsün, seni avucuma alsam kanatların incinir. Sana sevgi adına bir gökyüzü sunarım. Sen ise ayak izlerini öptürürsün bana. Sen hep gökyüzüne bakarsın. Bu yüzden gözyaşlarımın döküldüğü yerleri görmezsin. Acı insanın yüreğinde kalır da sevgili çekip gider. Peki acı çeken yüreği sevgili tamir edemezse kim tamir eder? Acı bir deniz. Ben de acılar denizine uzanan bir liman. Dalgaların gelip beni yıkmaya çalışır. Her yıkıcı dalgan beni daha çok sırılsıklam aşık eder. Benim yüreğim ve varlığım sana doğru uzayıp giderken, sen daha bir hırçınlaşırsın. Ne gemilerin sığınır bana ne de suların yüreğimin yangınını söndürür.
Sen bir nisan yağmurusun. Hayatımın pencerelerini şöyle bir tıklatıp gidersin. Sen yüzümde korkuyla karışık bir gülücüksün. Yanımda oluşun beni mutlu ederken, ne zaman gideceksin korkusu dudaklarımda acı bir tebessüme dönüşür. Bu aşk sana yeni kapılar açarken, benim yüreğimi sürgüler. Sana yeni yollar açan bu aşk, bana tabuttan daha dar bir dünya bırakır. Yaşamaya doymadan, ölmeye giden genç bir idam mahkumu gibi aklıma taze otlar gelir. Ve seni düşündüğümde o çimenler ezilip gider. Her aşk geride bir şey bırakır. Bu aşk bana acı bırakır. Senin geride bıraktığın aşk, yüreğime can gibi yapışır. Aşkını yüreğimden çıkarsam ölürüm, içimde kalsa ey sevgili söyle buna can mı dayanır?
Sen hiç ölmeye yatmadığın için, bütün güllerin parklarda ve bahçelerde olduğunu sanırsın. Bilmezsin ki ey sevgili gülüşün hatıramda bir beyaz güldür. Sen giderken o beyaz güller, beyaz kefenim olmuştur.
Bilmezsin arka bahçelerde açan çiçekleri. Sen hep önüne bakıp gidersin. Ardında açan çiçekler, sen kokarken, yolundaki güller başkaları kokar. Senin tenin benim için çiçek tarhı iken, başkalarının teninde dudakların kendi bedeninin cenazesini taşır.
Acı senden bana kalan hatırandır. Seni düşünmek beynimde bataklıktır. Saplanırım senli düşüncelere. Kurtulamam seni düşünmekten. Ey sevgili senin vardığın nokta aşk cümlesinin sonu değildir. Sana seni bırakamam diyemem kendimi düşünmüş olurum. Ey sevgili senden vazgeçemezken, başkaları seni bırakır. Unutma gittiğin her yer sana tertemiz görünse de, o yerler başka bedenlerle süpürülmüştür. Ben toz toprak içindeysem hala, aşk bahçeme başka gül dikmediğim içindir.
Kadehimin dolu yarısını sana kaldırıyorum. Bana dolu dolu yaşattığın bağ bozumları için. Güneşin ateşli bir kadın gibi gökyüzünde yanıp durduğu saatlerde bana pınar başındaki serin sular gibi öpüşler yaşattığın için kadehimi sana kaldırıyorum. Ellerimin hiç çiçek dermemişliğinde gül kırmızısı şarabı senin hatırana döküyorum. Herkes bana ne oluyor sana derken, karakolda sokaklardayken sağa sola çarpıp kırdığım eşrafın beş kuruşluk ticari itibarının ifadesini verirken, dudaklarımda bıraktığın şarap tadının hesabını kimseye vermiyorum sevgili. Hayatın çok pahalı olduğunu söyleyenlerin yanında, senin sevgini hesapsız yaşıyorum. Kadehin boş yarısını boş beyinlere kaldırıyorum. Bana ırkçı diyecekler belki de... Ben insanların kafasına bakıyorum. Boş kafaları, aval aval bakan suratları, yüreği dolu aklı fikri müreffeh insanlara kafa tutanları hiç sevmiyorum. Kafası integralden başka bir şeye basmayan matematikçileri, hastalığı en iyi şekilde tedavi etmekten başka bir şey düşünemeyen doktorları sevmiyorum. Çok iyi ders anlatmaktan başka bir şey üretemeyen kuru kafalı öğretmenleri de hiç sevmiyorum ve kadehimin boş yarısını bunlara kaldırıyorum. Dolunayda depresyona girenleri, hilalde Müslüman olanları ve başka bir zamanda hiçbir şey olmayanları, ay başında bankamatiğe koşanları da sevmiyorum. Kadehimi onlara kaldırıyorum. Şerefinize şerefsizler diyorum. Hepiniz kadehin boş tarafı kadar bana benziyorsunuz. Kadehin dolu tarafı ise gönül ehli olan insanlara benziyor. O tarafta dünyanın sinek gibi insanları boğulurken, bir yudum sevgiye değer verenler ise o dolu tarafta semazenler gibi baş döndürücü bir hayat yaşıyor. Ve ben kadehimin dolu tarafında sarhoş olucu bir sevgi yaşıyorum seninle. Sen ve senin gibiler kadehin dolu tarafı kadar bana benziyorsunuz. Yaşamayı bir başkasını korkutmak olarak telakki edenler, cesaretin korkutmak olduğunu sanıyorlar. Oysa bütün korkutmalara rağmen yine de yoluna devam edenler cesur oluyorlar. Bütün insanların çember takmasına rağmen, yine de insanlığını ayaklar altına almayanlar kadehlerini şerefsizlerin şerefine kaldırıyorlar.
Beni ancak yurdundan ite kaka kovulanlar
Yaban gülleri için dağlara meydan okuyanlar
Bir kurşunun ihanetine uğrayanlar anlarlar
Sen ise korkarak kaçmaktan anlarsın ancak
Düşsün ellerimden laleler yüreğim kanasın
Günümüz şiirleri çeviri şiirlere benzemektedir. Hani hep şikayet edilir ya, çeviri şiirlerin güzel olmadığından... Neden olarak da çeviri şiirlerin yazıldığı dilin, dil özelliklerine sahip olduğu, tercüme edilirken o dil özelliklerini yitirdiği söylenir.
Demek ki şiir yazıldığı dilin güzelliklerini içinde barındırmalıdır. Nedir bu güzellikler? Ahenktir, ritimdir, vurgudur ve tonlamadır. Oysa günümüz şiirleri çeviri şiirleri gibi Türkçenin güzelliklerini içinde barındırmamaktadır. Bir imge yığını, bir çarpıcı söz dizisi halinde ortada kalmaktadır. Lüks otomobil mezarlığına benzemektedir, günümüz şiiri. Yani bu anlayışla hiçbir yere gidilmez.
Peki şiir nasıl olmalıdır? Şiiri en çok dansa benzetirim. Bütün uzuvları raks etmeli şiirin ve kelimeler bir dans grubundakiler gibi el ele vermeli. Yani günümüz şiiri müzikaliteden yoksun. Kulağa hitap etmemekte ve bir köy düğününe benzemektedir. Naralar, kahkahalar, bakışmalar var; fakat estetik yok, birliktelik yok.
Günümüz şiiri salt mesaj vermekte. Bu mesaj bazen yalın, bazen süslü bir anlatım içermektedir. Peki şiirin amacı nedir? Coşku ve heyecan uyandırmak mı, derdimizi anlatmak mı, arzularımızı dile getirmek mi? Bence şiirin amacı; dilin bütün imkanlarından yararlanarak, duygularımızı ve düşüncelerimizi bir melodik ses olarak ortaya koymaktır. Oysa günümüz şiiri, ses getiren bir özelliğe sahip olsa da melodisini yitirmiştir. Yani günümüz şiiri, bir dikdatörün, bir yerden halkına yüksek sesle seslenmesine benzemektedir. Nasıl merhabayı, günaydını artık insanlardan değil de; kediden, köpekten bekler olduysak, şiirde de durum artık aynı gözükmektedir. Şiir insanın kulağını artık tırmalamaktadır.
Şiir sadece melodi değil tabi. Şiir anlamlı seslerin ve anlamlı sözlerin bir araya gelmesinden oluşan bir dizeler orkestrasıdır. Bunu somut bir örnekle açıklayayım:
Karanlık bir dünyada bir ışık aramanın sonsuz mutluluğunu terk edip bütün mum ışıklarını parmak uçlarımla söndürerek kendimi kör karanlık kuyulara atmak çılgınlığıydı bendeki deli sevda. Yaşamanın zifiri karanlığında bir tek ışık bulamamanın hüznüydü gözlerinde bir pırıltı aramak. Çok muydu mazlum rolüne girmeden güzel bir oyunda oynamak? İdam mahkumlarına ve kölelere gösterilen muameleyi kendine gösterilmesine razı olmamak ve sonrasında kaşla göz arasında adil bir dünya kurmak çok mu zordu?
İlla kabullenmek mi gerekliydi cehennemlik olduğunu? Bütün iyiliklerine ve ağlamarına rağmen kuruyan göz pınarlarına inanmamak mıydı kendini yakmak?
Oysa çok saçmaydı kendi ellerine inanmadan başkalarının ellerine inanmak. Oysa aptallıktı başkasının gözleriyle, başkasının sözleriyle kendi mutluluğunu bulmak.
Öyleyse sana ne başkalarının yemyeşil gözlerinden. Sırma saçlarından sana ne her tarafın cennetten uzaklaştırılmışken, bütün yolların cehhenme çıkarken. Sana ne başkalarının mutluluklarından.
Senin iyi olmanın veya başkalarının kötü olmasının çok da önemi yoktur aslında. Çünkü bu dünyada beyazla siyahın çok farkı yoktur.Çirkinle güzel arasında çok büyük mesafa yoktur.
Her şey ince bir çizgiden geçer. Bu ince köprüde yürümek için sadece Allah'a inanmak yeter.
Kırma iki kelime için sırça sarayımın duvarını.
Ne şiir yazılıdır ne saçma sapan aşk öyküsü
Buğulu camlarında varsın siz gözlerinle eşsiz.
Bırak çakıl taşlarına çarpa çarpa doğal süreç
Yaşasın sevgimiz aşk haresi kırılgan şişemiz.
Okyanuslara düşen yağmurlardan
Tesellisiz duygu yüklü bulutlardan
Dereye tepeye yağan yağışlardan
Sen varsın sonsuz aşka yağansın.
Yağmur ormanının yitik köşesinde
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....