.............................'Şimdi bir avuç suda bile bizlere bıraktığın çalkantılar var...! '
..................................................................................................................................
Gözlerimizi birbirine uzatarak
Hep karşılıklı bakışalım
Gel bu davranış şekliyle
Birbirimizle tanışalım.
Ruhun da bir dili varmış
Anıları seslendirmek zoruma gidiyor
hele bir ayrılık sonrası insanın sesi bile değişiyor
hem yazmak daha kolay galiba
hem kalemler de benim gibi sessiz
fakat yazdıklarım sonradan içime işliyor
daha acıtıcı ve daha derinleşmiş olarak yine bana dönüyor
Gün gelir de yine gözlerin gözlerime değerse; içimden öpmek gelir bakışlarını. Unuturuz her şeyi. Boş sahiller örter, sensizliğimde biriktirdiğim yalnızlıklarımı. Belki, denizler alır içimdeki hasretini, sonra eğri gönlüm birden ayaklanıverir. Sadece sen süslersin gözlerimin kıyısını. Unuturuz her şeyi. Şarkın çalar, binlerce şakacı böcekler gibi uçuşan toz tanelerinde. Aldığımız nefesler bile değişir. Sen öylece bahar kokarsın olduğun yerde. Sadece sen dinlersin saçlarımdaki aklaşmış dertlerimi. Unuturuz her şeyi. Belki mavi bir gözyaşı düşer alnımdan. Sonra anlarsın beni, ağlarken bendeki sensizliğimdeki seni. Belki beni yeniden açar, beyaz kadifeleşmiş o gül yüzün. Sadece beni koklar. Korkamaz olur sonra, kendi yarattığımız korkularımızdaki korkular. Unuturuz her şeyi. Sonra nar taneleri düşer birer birer gözkapaklarımızdan. Koşarız onların korlarına el sürülmez yelpazelerinle. Artık, sen ayrılık kokmazsın, ellerin yüzüme değdiğinde. İyice açılırız uzaklara, gezinirken rüzgarlar dağlarda. Belki kuytu bir yerde eğilir ağzının içini öperim. Bayırlar koklarken aşkımızı…
hayat bir dağ gibi üstüne çökmüşse
kaç zamandır gözlerin uykuya küs kalmışsa
yüreğin de acılara uğrak bir mekana dönüp
Şakaklarına doğru masumca dağılmış kaşların, bakışlarında hüzünle gülümsemenin karıştığı güzel gözlerin, küs dudakların, yalnız duruşun ile kaybolmuş bir çocuğu anımsatıyorsun bana, bir de, dağlardaki mor kayalıkların üstündeki karlı yamaçlarda üşüyen miniminnacıkmavibeyaz kırçiçeklerini.
Bak, bir defa daha, çıplak göğün sisli akşamlarında yollarını sana adamış, gizli tarikat üyesi gibi yine sana yazıyorum.
Etrafım hayalinle kuşatılmış, gözyaşlarım evlerin damından akıyor.
camların karanlık yüzünde
uykumun geçmesini bekliyorum
birazdan gecem daha bitecek
biraz güneşe ihtiyacım olacak belki
üstüme kapanmış siyah bulutları kovacak
belki masum yıldız kaybolacak ellerimde
Bu gece yine
yaprağı kımıldamayan
orman ağırlığındayım
ve yine
som kütüklerin
sert kabuklarında
Ruhum, ateşe düşmüş gibi yanarak acıyor, demir bir çember gittikçe daha sıkarak göğüs kafesimi parçalamaya uğraşıyor, boynumu kımıldatmak bile sancıyı artırıyor, gözlerime toz dolmuş gibi hissediyorum.
İçimdeki hüzün topuklarımdan başlayıp yukarılara tırmanıyor.
Çocukluğumdan beri içimin ağrıdığını hissederim, bu ağrı neredeyse bir parçam gibidir ama bazen dayanılmaz hale gelir işte.
İstanbul’u aşkla ve sadakatle severim.
Arada bir başka şehirleri özlesem bile asla İstanbul’u başka bir şehirden fazla sevemem.
Bu şehirde doğdum, bu şehirde yaşamak ve bu şehirde ölmek isterim.
hisslerin ve duygularin kaleme döküldügünde renklenmesinin en güzel örnegini sergilemissiniz...