26 AĞUSTOS 1922 BÜYÜK TAARRUZ Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1922 günü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa komutasında Kocatepe'de saat 05.00’de top atışlarıyla Büyük Taarruz başladı.
Büyük Taarruzun başlangıcının 102. yıl dönümünde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve Ulusal Bağımsızlık Savaşımız'ın kahramanlarını saygı ve sevgiyle anıyor ve selamlıyorum.
Bazen değil, çoğu zaman az gelir Her vakit, gerçekler herkese söylenmelidir Bir gün ağanın, çobanlık yaptığını görürsem Ağa için de, aynı şeyleri söylerim
Şimdi öncelikle şair olduğunu iddia eden birinin, atıldığı siyasetin ne anlama geldiğini öğrenelim Size kolajlar halinde siyasetin yalandan ibaret olduğunu anlatırdım ama Bununla uğraşmayacağım İnsanların, akıldan ve izandan yoksun olduklarını düşünmediğim için Siyasetin sadece ''yalandan'' ibaret olduğunu söylemekle geçiştiriyorum
Şair olduğunu iddia eden kişi, doğruluğu benimsediği için şiir yazma ihtiyacı hisseder Siyasete atılmak, doğru söylemeyi iş edinmiş biri için, büyük bir hata 2. bir hata ise, siyasette dinin konuşulmasını istemesi Hatadan öte rezillik bu
Necip Bey, banka müdürü iken, doğruları ve yanlışları daha iyi ayırıyordu bir birinden bence
***Abdulkadir Bey, Necip Fazıl ve şürekası aktüel olarak güncelleniyorsa Türk Ulusal Edebiyatımıza ve çağdaş-muasır medeniyete gölge çekilmek isteniyordur??? Ancak bunlar konjonktürel olaylardır. Saman yanar, amma ve lakin alevinin izi ve kokusu kalmaz...Hayırlı çalışmalar. -----OZAN ÇAKIROĞLU------
Antoloji kürsüsünde paralel yapılanma olmuş Aklı başında insanların yerine, aklı iki karış havada olan insanlar tayin edilmiş Münferit fikirlerin bir araya getirdiği insanlık topluluğu Yerini tarikatçı ve cemaatçilere bırakmış
İsviçre'de yaşayan bir amcamız, bir röportajında şöyle diyordu ''ben orada İslam'ı tebliğ ediyorum''
Aziz Paul'da tebliğ yapıyordu Tebliğ peygamberlik görevidir Aziz Paul ise, İncil'i değiştiren kişidir Bu kişi Avrupa'ya Mersin'den yola çıkmıştır Hem İncil'i değiştirmiş, hem peygamber olduğunu iddia etmiştir
İslam'a inanmak için insanlar bir kişiye muhtaçtır Onunda adı Muhammed Mustafa'dır Muhammed-ül Emin Gayrısı boştur, lakırdıdır hoş da değildir
Necip Fazıl şair değildir, çünkü siyasete atılmıştır Siyasetçi de değildir, çünkü dini öne atmıştır Din adamı da değildir, en sonunda kafası da karışmıştır Necip bey benim gözümde halâ banka müdürüdür
Ben şairim Madde, evren, canlıların anatomisi, doğanın işleyişi ve deprem Hepsine, çizgi çekerim Ve büyük harflerle, yaşamı Yaşamak için en önemli unsur olan sevgiyi Sevdikten sonra, karşıtlığın çıkma olasılığına karşı Saygıyı benimserim
..
Siyaset, Askeriye, Din
Barış ve kardeşlik için Yani bir birini dost eylemiş Bir birinden çekincesi olmayan bir toplum için Bu üç şeyin kati suretle konuşulmaması gerekir
Sonuç: Bu gerçekler ışığında ilahiyatçılar olarak bizler, bütün halkımızı, aziz dinimiz İslam’ı yaşarken aynı zamanda büyük Atatürk’ün ve şehitlerimizin emaneti olan; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletimize sahip çıkmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, laiklik dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için de yaşamsal önem taşımaktadır. Devletin dini ancak adalettir anlayışıyla her türlü dinsel ve mezhepsel ayrıma karşı ulusal birlik ve bütünlüğümüzü korumalı ve güçlendirmeliyiz. Kamuoyuna saygıyla duyururuz."
İmzacılar: Cemil Kılıç (İlahiyatçı Yazar) Şahin Filiz (İlahiyatçı Prof. Dr.) Mustafa Öztürk (İlahiyatçı Prof. Dr.) İsrafil Balcı (İlahiyatçı Prof. Dr.) Hatice Doğan (İlahiyatçı Dr.) Hakkı Yılmaz (İlahiyatçı Yazar) Hıdır Temel (Din Bilimleri Dr.) İdris Şahin (İlahiyatçı) Yaşar Koçer (İlahiyatçı) Fikret Eroğlu (İlahiyatçı) Halis Dinçer (İlahiyatçı) Emine Yücel (İlahiyatçı) Mehmet Göl (İlahiyatçı) Mustafa Sağer (İlahiyatçı)
İslam dini, inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıdır. Şeriat uygulanamaz olsa da İslam dini, iman esaslarıyla, uygulama olarak da namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri ibadetleriyle, ahlakî açıdan ise helal haram anlayışıyla yüzyıllardır yaşanan ve bundan sonra da daima yaşanacak olan son ilahi dindir. İslam azizdir ve şeriatla kısıtlanamayacak denli değerlidir.
Büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin de dediği gibi din, Hz. Âdem’den beri gelen tevhid inancıdır ve asla değişmez. Ama şeriat değişir. Nitekim tarih boyu her ümmet için ayrı bir şeriat söz konusu olmuştur. Osmanlı’nın Mecellesi’nde de belirtildiği üzere; 'ezmanın tegayyürü ile ahkamın tebeddülü inkar olunamaz.' Ancak bu durum elbette ki din için söz konusu değildir. Din, sabittir ve tersi düşünülemez.
Birey kimliği, kadın erkek eşitliği, iktisadî ilişkiler, suç ve ceza kavramı, aile hukuku, siyasi sistem ve bilimsel çalışmalar açısından şeriat hukuku, dönemin Arap toplumunda değişim ve dönüşüme öncülük eden ilk uygulamaları içermiş olabilir.
Ancak, günümüzde uygulanabilirliği söz konusu olmayan kurallar yığını olarak, sadece akademide hukuk tarihi dersleri için bir anlama sahip olabilir.
Başka bir deyişle, şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığı yoktur.
Çok eşliği, kölelik kurumunu, çocuk yaşta evliliği, haremlik selamlık uygulamasını, haklar bakımından kadınların ikincilliğini, mürtedin idamını ve tekfirciliği içermesi, iktisadî tezler bağlamında da günümüzün girift ekonomik ilişkilerini karşılayamayacak denli basit oluşu, siyasal sistem açısından ise otoriter ve totaliter bir rejimi öngörmesi, şeriatı kabul edilebilir olmaktan uzaklaştırmakta ve olanaksız kılmaktadır.
İslam şeriatı denilen kavram İslam’ın kendisi demek değildir. Zira şeriat kurallarının çok azının kaynağı Kur’an ayetleridir. O ayetlerin de çoğu dönemsel olup esbab-ı nüzul çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gereken hükümleri içermektedir. İslam tarihinde bütünsel ve tek yapı halinde bir şeriat anlayışından söz edilemez.
Gerek fıkhî gerekse ona zemin oluşturan itikadi meselelere ilişkin onlarca şeriat yorumu ve uygulaması söz konusudur. Bu yorum ve uygulamalar, sahabilerin farklı görüşlerinden, sıhhati tartışmalı kimi hadislerden, İslam bilginlerinin kimi aklî çıkarımlarından neşet eden ve pek çok bakımdan birbiriyle çelişen ictihadî hükümleri yansıtmaktadır.
Hangi şeriat ekolü söz konusu olursa olsun içerdiği kurallar açısından hiçbirinin günümüz toplumsal yaşamına ve insan gereksinimlerine, temel hak ve özgürlüklerine dahası çağdaş hukuksal sorunlara yanıt verebilecek bir yapıda olmadığı açıktır. Böyleyken insanlığın ve Müslümanların geçirdiği hukukî evrimi dikkate almayan şeriat taleplerine itibar etmek mümkün değildir.
"İslam, şeriat demek değildir!" 2 (Baş tarafı: 1'de) Bildirinin tamamı şöyleydi: "Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bıraktığımız bu günlerde toplumumuz kısır ve tehlikeli bir tartışmanın içine çekilmek istenmektedir. Bu tartışma adeta dine rağmen din, İslam’a rağmen İslam denilebilecek düzeyde bir cahilliği içeren şeriat tartışmasıdır. Arap dilinde pek çok anlama sahip olan şeriat sözcüğü terminolojik açıdan dilimizdeki hukuk sözcüğünün karşılığıdır.
Gerek dinsel inanışları referans alan gerekse laik ve seküler dünya görüşüne dayanan yasalar Arap dilinde şeriat sözcüğü ile ifade edilir. Bu nedenle şeriatı din ve İslam’la özdeş bir kavram olarak yansıtmaya çalışmak gerçeğe aykırıdır.
Son günlerde sosyal medyada yeniden tartışma konusu olan şeriat, bana 14 ilahiyatçının Haziran ayında bu konuyla ilgili yayımladıkları ortak bildiriyi anımsattı.
İlahiyatçılar Cemil Kılıç, Prof. Dr. Şahin Filiz, Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Prof. Dr. İsrafil Balcı, Dr. Hatice Doğan, Hakkı Yılmaz, Dr. Hıdır Temel, İdris Şahin Yaşar Koçer, Fikret Eroğlu, Halis Dinçer, Emine Yücel, Mehmet Göl ve Mustafa Sağer'in imzasını taşıyan bildirgede, İslam dininin, inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıldığı belirtilmişti.
... Hani bilirsiniz, Alltan dersleri varsa mezun olamaz ya öğrenciler... Bu minval, hayatımızda tekerrüre düşen her imtihan, "Yahu hep mi beni bulur bu" dediğimiz her konu kendimizle ilgilidir. Yani her tecrübede şunu diyebilmelidir insan; "Bundan ne çıkardım?" Muhakkak ki, biz us'lanmadıkca, imtihandan noksanlarımızın dersini cıkarmadıkca, İlahi denge o alttaki dersi her imtihanda sorar...Aynıyla vâkidir.
İlahi dengeyi bilmekle kavramak için yaş yetmez, bir de şuurlu baş lazımdır.
Zan'a bakılırsa optimistin zân'ı hüsnü zan, pesimistin zân'ı ise su-i zan. Zan başkalarının sadece karakteristik olguları üzerinden edinimler değildir. Özelliklede karakteristik nitelikler hakkında sürekli zân halinde bulunmak, şüpheciliğin hastalıklı hali. Belirgensizlik ve gerçekci yaklaşmamak insanı zân haline sürükler. Zân vesvesenin ve şüpheciliğin elbiseye bürünmüş halide denebilir. Önemli olan arama ve araştırmada yani gerçeği bulmada ana unsur olan şüphecilikden kaynaklanan zan halini merak duygusuna dönüştürebilmek...
merhabalar güzel şiir dostlarım. iki gündür şiir patlaması yaşıyorum. şiirlerimin nirvanasına çok katlar olmasına rağmen o yolda ilerliyorum. antolojideki şiilerimi olumlu veya olumsuz yorumlamanızı istiyorum. iyi günler
Asırlardır İslam'ın yolunda şaşmadan yürüyen toplumumuzun, Kur'an-ı Kerim varken, üçüncü kişilerin işgüzar rehberliğine(!) HİÇ ama HİÇ ihtiyacı yoktur. Hele copy-past'lara(kopyala yapıştır) ASLA!
Zaten gerçek Müslüman'ların bu tür göz boyamalara rağbet etmeyeceği de asırlardır kanıtlanmıştır.
Bu nedenle, kişilerin Dinimizle oynamaktan, O'nu kullanmaktan ve O'nu kullanarak kendilerine hava verme/çıkar sağlama boş hevesinden vazgeçmelerini tavsiye ediyorum.
Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.Önce davalının avukatı sorar: "Ayşe Hanım, beni tanıyor musunuz?
Teyze cevap verir: "Hem de çocukluğunuzdan beri... Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Şimdi daha da betersiniz; sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, insanların arkasından konuşuyorsunuz, 3 kuruş için herkesi satarsınız.
Bütün salon şoktadır. Avukat ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar: "Peki hanımefendi, karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?"
Kadın yine cevaplar: "Elbette tanıyorum. Tembel, ödlek ve alkoliktir. Geceleri altına kaçırır. Çevresinde tek dostu yoktur."
Salon yine şokta dır ve ortalığı bir uğultu kaplar.
Hakim kürsüye vurup herkesi susturur. Her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırıp, "Yaklaştırın kulaklarınızı" der. Dediğini yapar avukatlar.
Hakim fısıltıyla; "Ulan" der, "eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız anam arvadım olsun ikinizi de harcarım!"
İnsanları tanışırken değil, tartışırken tanırsın. Çünkü öfke, sallanan kişiliği ortaya çıkarır.
26 AĞUSTOS 1922 BÜYÜK TAARRUZ
Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1922 günü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa komutasında Kocatepe'de saat 05.00’de top atışlarıyla Büyük Taarruz başladı.
Büyük Taarruzun başlangıcının 102. yıl dönümünde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve Ulusal Bağımsızlık Savaşımız'ın kahramanlarını saygı ve sevgiyle anıyor ve selamlıyorum.
Bazen değil, çoğu zaman az gelir
Her vakit, gerçekler herkese söylenmelidir
Bir gün ağanın, çobanlık yaptığını görürsem
Ağa için de, aynı şeyleri söylerim
Şimdi öncelikle şair olduğunu iddia eden birinin, atıldığı siyasetin ne anlama geldiğini öğrenelim
Size kolajlar halinde siyasetin yalandan ibaret olduğunu anlatırdım ama
Bununla uğraşmayacağım
İnsanların, akıldan ve izandan yoksun olduklarını düşünmediğim için
Siyasetin sadece ''yalandan'' ibaret olduğunu söylemekle geçiştiriyorum
Şair olduğunu iddia eden kişi, doğruluğu benimsediği için şiir yazma ihtiyacı hisseder
Siyasete atılmak, doğru söylemeyi iş edinmiş biri için, büyük bir hata
2. bir hata ise, siyasette dinin konuşulmasını istemesi
Hatadan öte rezillik bu
Necip Bey, banka müdürü iken, doğruları ve yanlışları daha iyi ayırıyordu bir birinden bence
***Abdulkadir Bey, Necip Fazıl ve şürekası aktüel olarak güncelleniyorsa
Türk Ulusal Edebiyatımıza ve çağdaş-muasır medeniyete gölge çekilmek
isteniyordur??? Ancak bunlar konjonktürel olaylardır. Saman yanar, amma
ve lakin alevinin izi ve kokusu kalmaz...Hayırlı çalışmalar.
-----OZAN ÇAKIROĞLU------
Antoloji kürsüsünde paralel yapılanma olmuş
Aklı başında insanların yerine, aklı iki karış havada olan insanlar tayin edilmiş
Münferit fikirlerin bir araya getirdiği insanlık topluluğu
Yerini tarikatçı ve cemaatçilere bırakmış
İsviçre'de yaşayan bir amcamız, bir röportajında şöyle diyordu
''ben orada İslam'ı tebliğ ediyorum''
Aziz Paul'da tebliğ yapıyordu
Tebliğ peygamberlik görevidir
Aziz Paul ise, İncil'i değiştiren kişidir
Bu kişi Avrupa'ya Mersin'den yola çıkmıştır
Hem İncil'i değiştirmiş, hem peygamber olduğunu iddia etmiştir
İslam'a inanmak için insanlar bir kişiye muhtaçtır
Onunda adı Muhammed Mustafa'dır
Muhammed-ül Emin
Gayrısı boştur, lakırdıdır hoş da değildir
Necip Fazıl şair değildir,
çünkü siyasete atılmıştır
Siyasetçi de değildir,
çünkü dini öne atmıştır
Din adamı da değildir,
en sonunda kafası da karışmıştır
Necip bey benim gözümde halâ banka müdürüdür
Ben şairim
Madde, evren, canlıların anatomisi, doğanın işleyişi ve deprem
Hepsine, çizgi çekerim
Ve büyük harflerle, yaşamı
Yaşamak için en önemli unsur olan sevgiyi
Sevdikten sonra, karşıtlığın çıkma olasılığına karşı
Saygıyı benimserim
..
Siyaset, Askeriye, Din
Barış ve kardeşlik için
Yani bir birini dost eylemiş
Bir birinden çekincesi olmayan bir toplum için
Bu üç şeyin kati suretle konuşulmaması gerekir
"İslam, şeriat demek değildir!" 6
(Baş tarafı: 5'de)
Sonuç:
Bu gerçekler ışığında ilahiyatçılar olarak bizler, bütün halkımızı, aziz dinimiz İslam’ı yaşarken aynı zamanda büyük Atatürk’ün ve şehitlerimizin emaneti olan; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletimize sahip çıkmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, laiklik dinin doğru ve özgürce yaşanabilmesi için de yaşamsal önem taşımaktadır. Devletin dini ancak adalettir anlayışıyla her türlü dinsel ve mezhepsel ayrıma karşı ulusal birlik ve bütünlüğümüzü korumalı ve güçlendirmeliyiz. Kamuoyuna saygıyla duyururuz."
İmzacılar:
Cemil Kılıç (İlahiyatçı Yazar)
Şahin Filiz (İlahiyatçı Prof. Dr.)
Mustafa Öztürk (İlahiyatçı Prof. Dr.)
İsrafil Balcı (İlahiyatçı Prof. Dr.)
Hatice Doğan (İlahiyatçı Dr.)
Hakkı Yılmaz (İlahiyatçı Yazar)
Hıdır Temel (Din Bilimleri Dr.)
İdris Şahin (İlahiyatçı)
Yaşar Koçer (İlahiyatçı)
Fikret Eroğlu (İlahiyatçı)
Halis Dinçer (İlahiyatçı)
Emine Yücel (İlahiyatçı)
Mehmet Göl (İlahiyatçı)
Mustafa Sağer (İlahiyatçı)
SON
"İslam slam, şeriat demek değildir!" 5
(Baş tarafı: 4'de)
İslam dini, inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıdır. Şeriat uygulanamaz olsa da İslam dini, iman esaslarıyla, uygulama olarak da namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri ibadetleriyle, ahlakî açıdan ise helal haram anlayışıyla yüzyıllardır yaşanan ve bundan sonra da daima yaşanacak olan son ilahi dindir. İslam azizdir ve şeriatla kısıtlanamayacak denli değerlidir.
Büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin de dediği gibi din, Hz. Âdem’den beri gelen tevhid inancıdır ve asla değişmez. Ama şeriat değişir. Nitekim tarih boyu her ümmet için ayrı bir şeriat söz konusu olmuştur. Osmanlı’nın Mecellesi’nde de belirtildiği üzere; 'ezmanın tegayyürü ile ahkamın tebeddülü inkar olunamaz.' Ancak bu durum elbette ki din için söz konusu değildir. Din, sabittir ve tersi düşünülemez.
DEVAMI: 6'da
"İ, şeriat demek değildir!" 4
(Baş tarafı: 3'de)
Birey kimliği, kadın erkek eşitliği, iktisadî ilişkiler, suç ve ceza kavramı, aile hukuku, siyasi sistem ve bilimsel çalışmalar açısından şeriat hukuku, dönemin Arap toplumunda değişim ve dönüşüme öncülük eden ilk uygulamaları içermiş olabilir.
Ancak, günümüzde uygulanabilirliği söz konusu olmayan kurallar yığını olarak, sadece akademide hukuk tarihi dersleri için bir anlama sahip olabilir.
Başka bir deyişle, şeriat kurallarının güncel yaşamda insan onuruna yakışır bir karşılığı yoktur.
Çok eşliği, kölelik kurumunu, çocuk yaşta evliliği, haremlik selamlık uygulamasını, haklar bakımından kadınların ikincilliğini, mürtedin idamını ve tekfirciliği içermesi, iktisadî tezler bağlamında da günümüzün girift ekonomik ilişkilerini karşılayamayacak denli basit oluşu, siyasal sistem açısından ise otoriter ve totaliter bir rejimi öngörmesi, şeriatı kabul edilebilir olmaktan uzaklaştırmakta ve olanaksız kılmaktadır.
DEVAMI: 5'de
İslam, şeriat demek değildir!" 3
(Baş tarafı: 2'de)
İslam şeriatı denilen kavram İslam’ın kendisi demek değildir. Zira şeriat kurallarının çok azının kaynağı Kur’an ayetleridir. O ayetlerin de çoğu dönemsel olup esbab-ı nüzul çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gereken hükümleri içermektedir. İslam tarihinde bütünsel ve tek yapı halinde bir şeriat anlayışından söz edilemez.
Gerek fıkhî gerekse ona zemin oluşturan itikadi meselelere ilişkin onlarca şeriat yorumu ve uygulaması söz konusudur. Bu yorum ve uygulamalar, sahabilerin farklı görüşlerinden, sıhhati tartışmalı kimi hadislerden, İslam bilginlerinin kimi aklî çıkarımlarından neşet eden ve pek çok bakımdan birbiriyle çelişen ictihadî hükümleri yansıtmaktadır.
Hangi şeriat ekolü söz konusu olursa olsun içerdiği kurallar açısından hiçbirinin günümüz toplumsal yaşamına ve insan gereksinimlerine, temel hak ve özgürlüklerine dahası çağdaş hukuksal sorunlara yanıt verebilecek bir yapıda olmadığı açıktır. Böyleyken insanlığın ve Müslümanların geçirdiği hukukî evrimi dikkate almayan şeriat taleplerine itibar etmek mümkün değildir.
DEVAMI: 4'de
"İslam, şeriat demek değildir!" 2
(Baş tarafı: 1'de)
Bildirinin tamamı şöyleydi:
"Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bıraktığımız bu günlerde toplumumuz kısır ve tehlikeli bir tartışmanın içine çekilmek istenmektedir. Bu tartışma adeta dine rağmen din, İslam’a rağmen İslam denilebilecek düzeyde bir cahilliği içeren şeriat tartışmasıdır. Arap dilinde pek çok anlama sahip olan şeriat sözcüğü terminolojik açıdan dilimizdeki hukuk sözcüğünün karşılığıdır.
Gerek dinsel inanışları referans alan gerekse laik ve seküler dünya görüşüne dayanan yasalar Arap dilinde şeriat sözcüğü ile ifade edilir. Bu nedenle şeriatı din ve İslam’la özdeş bir kavram olarak yansıtmaya çalışmak gerçeğe aykırıdır.
DEVAMI: 3'de
İslam, şeriat demek değildir!" 1
Son günlerde sosyal medyada yeniden tartışma konusu olan şeriat, bana 14 ilahiyatçının Haziran ayında bu konuyla ilgili yayımladıkları ortak bildiriyi anımsattı.
İlahiyatçılar Cemil Kılıç, Prof. Dr. Şahin Filiz, Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Prof. Dr. İsrafil Balcı, Dr. Hatice Doğan, Hakkı Yılmaz, Dr. Hıdır Temel, İdris Şahin Yaşar Koçer, Fikret Eroğlu, Halis Dinçer, Emine Yücel, Mehmet Göl ve Mustafa Sağer'in imzasını taşıyan bildirgede, İslam dininin, inanç, ibadet ve ahlak esasları olarak şeriattan kesinlikle ayrıldığı belirtilmişti.
DEVAMI: 2'de
Birgün evde kimse yokmuş. Kapı zili çalmış. Papağan; “Kim o?” demiş. Kapıdaki “Elektrikçi!” demiş.
Ancak içerden ses ve hareket gelmeyince zil tekrar çalmış. Papağan tekrar sormuş; “Kim o?” Adam tekrar cevap vermiş,"Elektrikçi!"
Soru cevap dakikalarca böyle sürmüş.
"Zrrr!"
"Kim o?"
"Elektrikçi!"
"Zrrr!"
"Kim o?"
"Elektrikçi!"
Sonunda elektrikçinin kalbi buna dayanamamış ve oracıkta yığılıp kalmış.
Bir süre sonra ev sahibi kadın gelmiş. Yerdeki adamı görünce korkuyla bağırmış, "Aman tanrım, kim o?!"
İçeriden papağanın sesi gelmiş, “Elektrikçiii !”
Oğuz Aksaç'la aynı çağa denk gelmek onurdur
-Alttan Ders-
...
Hani bilirsiniz, Alltan dersleri varsa mezun olamaz ya öğrenciler...
Bu minval, hayatımızda tekerrüre düşen her imtihan,
"Yahu hep mi beni bulur bu" dediğimiz her konu kendimizle ilgilidir. Yani her tecrübede şunu diyebilmelidir insan; "Bundan ne çıkardım?"
Muhakkak ki, biz us'lanmadıkca, imtihandan noksanlarımızın dersini cıkarmadıkca, İlahi denge o alttaki dersi her imtihanda sorar...Aynıyla vâkidir.
İlahi dengeyi bilmekle kavramak için yaş yetmez, bir de şuurlu baş lazımdır.
Susuşunu konuşmayacağım diyerek bozdu
Zan'a bakılırsa optimistin zân'ı hüsnü zan, pesimistin zân'ı ise su-i zan.
Zan başkalarının sadece karakteristik olguları üzerinden edinimler değildir. Özelliklede karakteristik nitelikler hakkında sürekli zân halinde bulunmak, şüpheciliğin hastalıklı hali. Belirgensizlik ve gerçekci yaklaşmamak insanı zân haline sürükler. Zân vesvesenin ve şüpheciliğin elbiseye bürünmüş halide denebilir. Önemli olan arama ve araştırmada yani gerçeği bulmada ana unsur olan şüphecilikden kaynaklanan zan halini merak duygusuna dönüştürebilmek...
merhabalar güzel şiir dostlarım. iki gündür şiir patlaması yaşıyorum. şiirlerimin nirvanasına çok katlar olmasına rağmen o yolda ilerliyorum. antolojideki şiilerimi olumlu veya olumsuz yorumlamanızı istiyorum. iyi günler
İhmal küfürden daha ağır bir elementtir
Elementin ne olduğunu biliyorum
Filler tepişir, çimenler ezilir!
Karaçalındı adsız kitaplara
Ölüm sıradanlaştı çocuklara
Elim avucum düşlerim kan revan
Kar yağar baktığım yamaçlara ..
Dinlenmek istiyorum yormadan yorulmadan
Merhaba Şule hanım,
Turkiyenin son 22 yıldır nasıl yönetildiğini(!) mükemmel anlatmışsınız. Kutlarım. :))
Saygılarımla...
Üçüncü Baskı
Asırlardır İslam'ın yolunda şaşmadan yürüyen toplumumuzun, Kur'an-ı Kerim varken, üçüncü kişilerin işgüzar rehberliğine(!) HİÇ ama HİÇ ihtiyacı yoktur. Hele copy-past'lara(kopyala yapıştır) ASLA!
Zaten gerçek Müslüman'ların bu tür göz boyamalara rağbet etmeyeceği de asırlardır kanıtlanmıştır.
Bu nedenle, kişilerin Dinimizle oynamaktan, O'nu kullanmaktan ve O'nu kullanarak kendilerine hava verme/çıkar sağlama boş hevesinden vazgeçmelerini tavsiye ediyorum.
Unutmayalım ki, tereciye tere satılmaz.
Yedi Nokta Yedi Şiddeti
Güftekâr-Hamiye Gül
Sanatçı-Çetin Gümüş
Akustik Şarkılar.
Tüm müzikseverlere
Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar.Önce davalının avukatı sorar: "Ayşe Hanım, beni tanıyor musunuz?
Teyze cevap verir:
"Hem de çocukluğunuzdan beri...
Siz taa o zamanlar bile aileniz için
tam bir baş belasıydınız. Şimdi daha da
betersiniz; sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, insanların arkasından konuşuyorsunuz,
3 kuruş için herkesi satarsınız.
Bütün salon şoktadır.
Avukat ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar: "Peki hanımefendi, karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?"
Kadın yine cevaplar:
"Elbette tanıyorum.
Tembel, ödlek ve alkoliktir. Geceleri altına kaçırır. Çevresinde tek dostu yoktur."
Salon yine şokta dır ve ortalığı bir uğultu kaplar.
Hakim kürsüye vurup herkesi susturur.
Her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırıp, "Yaklaştırın kulaklarınızı" der. Dediğini yapar avukatlar.
Hakim fısıltıyla;
"Ulan" der, "eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız anam arvadım olsun ikinizi de harcarım!"
"...Bir m a s a l, birtaş ağırlığında o l a b i l i r mi?..."
Kenan bey ;cennete giriş bileti kürsü de alınmıyor..
Bu inançla sizin Gazze ‘de olmanız gerekliydi ..
Asılmak için doğanlar ,suda boğularak ölmezler..