yalnızca biri vardı anlayan
sözün esrarını
kavrayan
öylesine gizlerdim kendimi
fark edilmezdi izlerim
İzleyenler bilirler; şiirlerimde az veya çok sayıda daima yorum alır, ve diğer yazarlar gibi onları dikkatle okurum. Darılmayın, gücenmeyin ama uzun zamandır ilk kez olarak şiiri unutup yorumlarda takılıp kaldım. Okurlarım, yolculuğuma gerçek anlamda katılmışlar ve benim bıraktığım yerden düşünmeyi sürdürmüşlerdi. Zorunlu olarak kendimle konuşmaya ve sorgulamaya başladım. Konuşmak derken yüksek sesle demek istemiyorum. Buna da bir itirazım yok ayrıca. Her ne kadar genel kanı, tek başına iken yüksek sesle konuşanların “deli” olduğu yönünde ise de büyük duygusal stresler, vuslata erememiş veya dipsiz acılarda yitirilmiş aşklar ve daha birçok nedenden dolayı insanların kendi kendine konuştuklarını biliyorum. Ve onlara hak da veriyorum. Ayrıca bir düşünürün dediği gibi “yalnızca akıllıların delirmeye hakkı vardır “ sözünü de anımsatmak isterim…
Kusuruma bakmayın. Klavyenin başında yine kendimden geçtim. İş yazmaya gelince bana bir haller oluyor. Kontrolden çıkıyorum. Ne diyordum? Evet, kendimle konuşmaktan söz ediyordum. İçe dönüp, içimdeki dağı karşıma alıp ona ünlemek, ünlenmek ve sonra yanıtlamak onu…
Sonuçta bazı yorumcularımı konuştuk…Her seferinde o dağ, yorumcunun kendisi oluyordu. Bana söylediklerinden söz etmeyeceğim sizlere. Ne de olsa Naime’nin “özel olan, özeldir” kuralını asla ihlal etmem! Beni tanıyanlar iyi bilirler bunu. Gelelim bu iç diyalogun bana düşen kısmına o halde….
…………….
Ne tuhaf bir duygu bu.... Şiir, iç barışa odaklanmış bir kişiyi bile altüst edebiliyor. Derin temizlik ve kökten kazıma yapıyor da ondandır belki. Dipteki çamuru, cerahati, birikintiyi deşiyor. Yeniden kurmak için yıkmaya teşvik ediyor; baş kaldırtıyor insana. Öyle böyle değil; geçmişi, günü ve geleceği kapsayan derin bir temizlik bu. Sonunu getirmenin olanağı yok. Her şeyden sorumlu olmak, her şeyle hesaplaşmak gibi bir duygu işte…
Şiire dair gerçeğin en gizemli tarafı ise deştikçe yaraların açılması; yaralar açıldıkça, kanın yenilenmesi ve insanın bir kez daha güçlenmesi. Muhtevasında en şiddetli tutkuları barındıran aşk kadar sarsıcı; hırpalayıcı ama bir o kadar da vazgeçilmez ve yaşadığı sürece sonsuza akıp giden bir nehir kadar hayat dolu...
Keskin bakışı sayesinde şair, “yaralayan” ve “yaralanan” kişi oluyor. Ancak biriktirilmiş saklı duyguları akladığı; sorular sordurduğu ve yanıtlar aradığı için de, geri dönüp tekrar “onaran”.... İçerdiği sorumluluk ve evrenin sorunlarını içselleştirme dürtüsü o kadar güçlü ve yakıcı ki; şair kimi zaman rotasını yitirebiliyor, korkuyor ve işin kolayına kaçıyor. Hatta şiiri ucuzlatabiliyor. Kimi zaman ise önünü göremiyor. Tüm bu sorunlara karşın yadsınamaz bir gerçeklik var ortada. O da şiirin aldatmacayı asla kabul etmediği ve adeta gerisin geri kustuğu. O halde, aynaya dikkatli bakmayı bilmek gerek!
söyle Pancho!
nasıldır acıya kılıç çekmek
aşk zırhını kuşanmışsan eğer
ağarmışsa saçların gözlerin ışıldarken
ve ıslaksa tenin hâlâ
tutulmak üzere
dağın ardına çekilen
güneşten geliyoruz
soluyor renkler
soğuyor evren
kim bilir kim olduğunu
düşmedikçe sureti bir aynaya
yankılanmadıkça sesi kuyuda
şiirin leylekleri durmaz uçar
yalnızca acılı yürek
dizekıran
imge cellâdı sancılar da var
katil barikatlar kurulur kör menzillere
emreder zemherinin anaforu;
'cebbar bir acıya yataklık et!
uçurum anlatıyor biri
suç yok
suçlu yok
ne tuhaf!
cezalandırılmaktan
içimin bilge gergedanları isyan ediyor
Bengal kaplanına dönüşüyorlar sıcaktan
ağaçlar grileşmiş
hava bunalım
gökyüzü solgun mavi
Sevda Kenti'nin Öyküsü’nü dinlemek ister misin?
İstersen son şiirime bir göz at… Sevgilerle.
şiirinizde yorgun ve sarhoş bir yaprak gördüm onu aldım ırgat'a verdim...
bu sitede ender şiir yazanlardansınız..
saygı sevgi