Her insanın söylenmemiş bir şiiri, çalınmamış bir şarkısı ve yorumlanmamış bir senfonisi vardır. Asıl sorun bunun ortaya çıkıp çıkmamasında bana kalırsa... Bazen cevher var olup olanak yoktur; bazen de tam tersi. Cevheri az olanın bile kulağı tırmalayan kötü bestelenmiş veya detonasyondan mahkum bir şarkısı bulunur mutlaka.
Yıllarca yazmaya durdum ben. Yazdım beğendim; yazdım nefret ettim; yazdım yırttım; yazdım bozdum; yazdım sakladım.... Bazılarını öyle saklamışım ki, bir daha bulamadım bile. Kafamda asılı kaldı onlar. Amacım yazmakla kendimi ispatlamak veya yazılarımı başkalarına okutmak değildi. Yazmak düşüncenin bir yansıması ve onun belgelenmesiydi sadece. Son yıllarda ise inter-aktif okurluğun bir gereği olarak yazdım.Yazılanların pek çoğunun yabancı posta kutularında çöpe gittiğini fark ettim bir gün. Çöpe giden aslında benim düşüncelerim ve beynimdi. Yazmaya “evet”, ama göndermeye “hayır” demeye başladım böylece. Hayali bir okura yazmalıydım o zaman. Bu hayali okur neden ben olmayaydım ki? Sonuçta kafam rahatlıyor ve düşüncelerim düzene girmiyor muydu? O halde, bu yeterliydi. Ayrıca başkaları tarafından kutsanmak veya lanetlenmekten çok daha önemliydi benim için. Özellikle, spotların altında bulunmaktan hoşlanmayan birisi olduğum düşünülürse...
Eli kalem tutan herkesi yazmaya davet ediyorum. Yazmalıyız hepimiz. Kötü olduğuna inansak dahi yazmalıyız. İçgüdüleri dillendirmek için yazmalıyız. Mutsuzluğumuzu anlatmak veya mutlu olmak için yazmalıyız. Daha sakin düşünebilmek ve daha çok düşünebilmek için yazmalıyız. Kendimiz için yazmalıyız...
bilirdik sevmeyi
anamızı sever gibi
sevilmeyi keşfettik sonra
ve acıyı
sevindik ağlarken
Dün gece şiirle söyleştik biraz. Derinleştikçe derinleşti muhabbet. Birbirimizi anlıyor muyduk bilemiyorum. O bana bir şeyler fısıldayıp duruyor; bense bir yandan düşünüyor, bir yandan da yanıtlıyordum. Kah umutlanıyor, kah umutsuzluğa kapılıyordum. Sonra düşüncelerimi yüksek sesle dile getirmeye karar verdim…
Şiirin bir tarihi olduğu gerçeğini sanırım hiç birimiz inkar edemeyiz. Bizlere ışık tutan; muhtelif dillerde neredeyse insan ömrüne sığmayacak genişlikte bir kütüphane sunan, zengin bir tarih. Ancak şiirin bir de keşfedilmeyi bekleyen coğrafyası, iklimi ve atmosferi var. Sıradan parametrelerin önem yitirdiği; 'şiirküre'ye uzanan dalgaboyundaki bir yolculuktan söz ediyorum. Matematiksel bağlamda düşünülürse, n-boyutlu bir evrende sürdürülen sonsuz bir serüvenden… Üstelik sırf tarihe takılıp kalınırsa eğer, “Şu, şunu demişti; bu, bunu böyle yazmıştı” diyerek, kısır bir fikir ortamında köşeye sıkışma ve hatta düşünceyi alışılagelmiş alıntılarla besleme alışkanlığı edinme gibi bir tehlikeyle burun buruna gelinebilir. Bu durumda araştırma, sorgulama ve irdeleme yeteneği daralır. Sonuçta, “çiçek açtıran, şen yüzlü ve sağlıklı bilgi”yi (La Gaya Scienza – Nietzsche) yaratmaz ama bilgi satar hale geliriz. Bu ise, şiirin temel ögeleri olan arayış, yaratım gücü, özgünlük ve özgürlüğü tümden yitirmek demektir…
Beynimde bir dolu soru dolaşıyor. Şiir ne için ve kimler için yazılır? Anlam ne oranda önemlidir? Şairin diğer bireylere ve onların oluşturdukları topluluklara karşı duruşu ne olmalıdır? “Şair duruşu” diye bir şey var mıdır gerçekten? Nasıl bir şeydir bu? Peki o halde, insan duruşu nedir? İnsan deyince, kafam büsbütün karışıyor. Hangi insandan söz ediyorum ben? Toplumun öyle veya böyle ürettiği; “sıradan” deyip geçtiğimiz ama aslında hiç de sıradan olmayan insandan mı? Yoksa, bilinçdışının hakimiyetinde veya libidonun güdüsünde yol bulmaya çalışan çaresiz ve tutkulu insandan mı? Düşünen-düşünmeyen; özverili-vurdumduymaz; acı çeken–acı veren; arzulayan-nefret eden; ihtirasların yarattığı orgazmların esiri olan insandan mı? Hepsi insan değil mi sonuçta? Ve aynı anda pek çoğu bir tek insanın içinde yaşamıyor mu?
kimi gün yaslanıp aşka
Likurga’dan esen
siyah-beyaz yalnızlık
densiz bir ağrı saymakta kendini
kanayan saatlerin
aşk emzirirdi bizi
sonra
un-ufaktık hayata
kaç kapıdan geçemedik
saydın mı hiç
bir kadın ağlıyor başı okşanası
kanadı örselenmiş kuşunu sarmalıyor
kimsesizler yetimhanesinde bir garip
sokağa seriyor yaygısını
…vaattir ıssızlığı gecenin…
bu obadan
bir göçer süzülür
:
aşktan konuşana
Bu sabah beni çok duygulandıran bir şey oldu. Mesaj kutumda, şair ve dost bir yürekten gelen bir not buldum. Sayfamın benim için “Hakkında Yazılanlar” bölümüne bir ekleme yaptığını söylüyordu. Bu bölüm sonradan ilave edildiği için olsa gerek; bakmayı da, diğer şairlere yazmayı da genellikle unuturum ben. Uyarmamış olsa açmazdım doğrusu…
Açtım ve gözlerim dolarak okudum. Onunla yazışmazdık bile. Birbirimizi fazla tanımayız üstelik. Sevgiyle, narin duygularla, beni onurlandırarak ve emekle hazırlanmış çok güzel bir yazıydı bu. Diğer dostlarımın bana verdiği armağanlar gibi sıcacıktı. Demek ki, içinden öyle gelmişti. O’na yazıp teşekkür edebilirdim ama bunu sizlerle de paylaşmak istedim.
Bir insanı mutlu etmek aslında hiç de zor değil Sevgili Manap. Yeter ki, inceliklerle dokunmuş olsun sevgi….
yedinci ev:
“altın ev”
farkındalık ve kendini sevme evi
değerini anlama iç benliğinin
tanrının parçası olduğunu
melankolik bir şarkı takılıyor örümceğime
piyano-piyano o balada çarpıyor akrebim
öfkeliyim!
bu saatler zulmü hapsediyor
Sevda Kenti'nin Öyküsü’nü dinlemek ister misin?
İstersen son şiirime bir göz at… Sevgilerle.
şiirinizde yorgun ve sarhoş bir yaprak gördüm onu aldım ırgat'a verdim...
bu sitede ender şiir yazanlardansınız..
saygı sevgi