Ölüm ayırana dek demiştin AŞK'a gelirken BEN'i öldürüp sana teslim ettiğim anda ölüp gitmişti AŞK'lar...
Ah şu tenime değen ayın suya batmış halleri
ne çok sancıtır geceyi.
uykumu hangi yıldıza astım,
hangi rüzgara verdim nefesimi,
Tüm gece otursa kelimeler, noktalama işaretleri, hayret belirten ünlemler, zaman belirten edatlar ve özellik belirten sıfatlar ve seni anlatan tüm isim tamlamaları sadece seni yazsalar bana. Seni anlatsalar. Bir ninni bile olabilir piyanonun tuşları arasına serpiştirilmiş zamirleri de içine alan. Bana seni anlatmalı meydan larousse ve seni tanımlamalı türk dil kurumu sözlüğü. Seni anlatmakta zorlandığım her anıma ana britannica yetişmeli cilt cilt.
Gece bile oturup seni dillendirmeli bana, yıldızlardan ilham alıp. Ben LAL bir sevdanın dilsiz çocuğu oldum bu gece. Sözcüklerimi kitaplardan çalarak sesleniyorum sana sevgili. Ve tüm sözcükler aynı dilden konuşuyor bu yüzden ve tek bir şeyi fısıldıyor kulaklarıma, SENİ...
YAN'maktan değil, insAN olamamaktan korkmalısın. Ruhunda halen kaldıysa ateş; onu, başkasının tenine değil kendi tenine çalmalısın ki sana vaat edilen cennetine kavuşasın.
İnsan yakarak yarattığın cehennemin sadece zebanisi olabilirsin o kadar... Sana cennetlik olacağını söyleyen tüm din ulemaları ve ahmaklar tayfası ise o zebanilerin başındaki şeytandan başkası değillerdir.
En azından bundan sonraki hayatın için farkında ol. Sadece seni YARADAN'a teslim ol ve onu dinle, dizginlerini yitiren ahmakları değil...
Disiplin kuruluna sevk edilen bir çocuk gibiydim.
Okuldan atılacağımı bile bile ilan etmiştim sevgimi...
O sevgiye yaslayıp sırtımı,
kutsal AŞK sözcükleri yazıyorum,
yüreğine sürgün hallerim ile...
Dile gelmiş tüm sözleri yutarak büyümeyi öğrettiler bize,
Sözümüzü dimağımıza çakıverdik yutkunmaktan ağrılar yaşadı yüreğimiz
en derin yalnızlıkları yaşattık iç sesimizi dinlettikçe kendimize
dile gelmeyen sözlerimizle dertleşerek,
ölümü tarif ettik iç sesimizin kalp çarpıntılarında
kulağımız dinleyiverdi gelip giden harf kümelerini
kızıldır yüreğimin yangını benim,
su döksen rengime bulanır,
elini sürsen tenine bulaşır,
uzaktan baksan gün batımı,
yakına gelsen hiçlik olur kalırım,
tutuşturur kendini hecelerde gözlerim,
Şiir tadında paylaşımların çocukları gibiler artık yazılar
bir sana,
bir düşe,
düşüp duruyor heceler,
kapaklanıp gitmiyor kasvetli giysiler,
utangaç boynuna konuverirken öpücükler
Derler ki yer ve gök hep kardeşmiş taa ki insanoğlu araya uçakları, binaları, asfaltları, dev yolları yapıp onları ayırana kadar işte o günden beri insanlar sözde birbirlerine yakınlaşmış olsalar dahi birbirlerinden binlerce kilometre uzağa düşmüşler, biri alt katta diğeri üst katta olmasına rağmen yer ve gök gibi birbirlerinden kopuyorlar. Sevginin en derin halini terk etmiş insanlar, biri yer olmuş diğeri gök araya yüksek binalar yapıp düşüvermişler kendilerinden başka ülkelere. İki paralel doğru üzerinde ilerlerken bile birbirini göremiyorlar, görmezlikten geliyorlar. Masal bu ya herkes mutsuz ve mutluluğu aramaya başlamış, kimi bir taşın altında, kimi denizlerde, ormanda, gölün kıyısında, nehrin suyunda, gökyüzünün bulutunda aramış bulamamış.
Hem zenginliği ve mutluluğu kaybetmiş insanoğlu, zenginlik bu ya sadece para ile değerlendirilir olmuş. Yüreği bir okka etmeyen adamlar cebinde parası var diye adamdan sayılır olmuş. Yürekli kızlar ve delikanlılar sevdasının peşine düşmüş o düşme öyle derin ve anlamlı olmuş ki bazen adına kavga demişler, bazen de sevgi, aşk, dostluk, arkadaşlık ve güzellik. Uzamış günler saatler bir ileri bir geri alınır olmuş sanki günü kandıracakların sanıyorlar oysa ne günün nede zamanın kendi içinde saat kavramı var. Karanlık bastığında kendine çekilirken dünya insanoğlu yarattığı yapay ışıklandırmalar ile geceyi de gündüze çevirmiş ve salıvermiş kendini sokaklara, barlara, gece hayatı dediği tanımlara. İçki kadehlerini devirdikçe mutluluk hangisinde diye bakar olmuş bulana kadar devirmiş kadehleri ne yazık ki hiçbirinde bulamamış. Bitivermiş kadehler, şişeler ve kişiler.
Yürüyüşlere çıkmışlar, uzak diyarlara gitmişler adı mutluluk olan köyler aramışlar. Bulmak o kadar kolay değilmiş mutluluk denen bu şeyi. Bir gün gelmiş bakmışlar mutluluk sevinmişler, danslar etmişler, mutluluktan içivermişler kadeh kadeh, türküler söylemişler bağıra çağıra. Sonra uykuları gelmiş uyuyuvermişler, sabah kalktıklarında ne mutluluk kalmış nede güzellikler, ortalıkta şişeler, baş ağrıları ve ağır yük taşımanın yorgunluğu anlayamamışlar ne olduğunu. Anlamak içinde çaba harcamamışlar demek ki o değilmiş diyerek devam etmişler yollarına.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!