her sevda ve aşk yeni BENler doğuruyor
ve her yeni doğan BENlik
yeni birilerini doğuruyor, büyütüyor, yüceltiyor.
Sonra terk edip gidiyorlar seni
Karanlıktır geceler sensiz,
soğuktur
yalnızdır
korkak ve ürkektir
özlem yüklüdür
dokunsan ağlayacaktır gözyaşları
açık hesap verilmiş sözlerimiz vardı,
sözümüzü senet yapıp elde olanı teslim ettik,
insanlığımızı sözlerimize yedirmeden göçüp gideceğiz bu dünyadan,
senetler gün gelir bozulur,
gün gelir karşılığı çıkmaz,
lakin bizim sözümüz her zaman onurumuzdur.
Hadi ben yangınındayım AŞKın. İçim coştukça coşup yağıyor gözkapaklarımdan yüreğime. Sana ne oluyor üzerimi örten gökyüzü. Sen neden iki gündür durmadan yaşlar döküyorsun üzerime.
varolmak için
varetmek zorundasın,
varettiğin şeylerle
varlığın
ifade edilebilir oluyor.
bu sebepten
Erkek, kendi yarattığı cehennemin suçlusu olarak gördüğü kadını yaşamın her alanında silikleştirmeye ve yok etmeye çalışmaktadır. Korkular, edilgenlikler, teslimiyetler, sahiplenmeler, tutsaklıklar, baskılar, dayak, şiddet ve kadın…
Kadın Olmak… Kadın olmak; tanım gerektiren bir yazıya başlamadan önce merak ederim Türk Dil Kurumu (TDK) nasıl bir tanımlama yapmıştır bu kelime ile ilgili. Nihayetinde toplumsal bakış açımızın bir yansıması gibi duruyor sözlüğe eklediğimiz tanımlar. İşte TDK ve kadın olmak…
1. İsim, erişkin dişi insan, hatın kişi, zen
“Yanlarında, kendileriyle ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar veya erkekler görmek isterler.” A.Ş Hisar
yağmurdan ıslandı gün
sırılsıklam oldu kaldırımları
şehrin
ağaçların yanaklarından
bedenlerine süzülen
binlerce damla var
Yağmurla gelen bir günden binlerce selam olsun sana, yollarda sekerek geçen insanlar arasından geçtim, suların sellere dönmediği durgun bir şekilde yol kenarlarından aktığı derelerden geçtim, ayakkabımın üzerine sıçrayan su damlalarına baktım çiğ düşmüş yaprak misali göründüler birden. Sonra insanlara baktım, ellerinde şemsiyeler birbirlerine çarpmamak için –ki bazende çarpıyorlardı- dar kaldırımlarda hızlı ve çevik hareketlerde bir yerlere gitme telaşındaydılar, bu da nerden çıktı der gibi bakıyorlardı yağmura bazıları. Yol kenarına dizilmiş iki üç şemsiye satıcısıyla karşılaştım, aklıma çocukluğumdaki görüntüler geldi birden. O zamanlar yaşadığım mahallede yollarda asfalt yoktu, kaldırımlarına parke taşları döşenmemişti, her yağmur yağışında ortalığa onlarca, yüzlerce solucan çıkardı, kurbağalar sıçrardı arada bir sağdan soldan, sadece yağmur yağdığında çıkarlardı ya ben hep yağmurla beraber onlarında yağdığını düşünürdüm o vakitler, şimdide şemsiye satanlar için bunları düşünüyorum garip bir benzerlikleri var.
Yürümeye devam ettim, yol kenarında çıplak ağaçlar vardı. Aslına bakarsan daha ağaç olamamış iki metrenin biraz üzerinde ağaç fidanlarıydı. Yandan bakınca uzun bir orman gibi görünebilir diye düşündüm de olmadı çünkü yolun soluna ağaçların sağına parkeden araçlar yüzünden böyle görmek zor oldu. Ağaçlar arabaların renk çümbüşleri arasında kimliğini silikleştirip yitmişlerdi. Gerçi araya dikilen sokak lambalarının direkleri de ağaçların sürekliliğini engelliyorlardı ya arabalar daha çok detay yaratıyorlardı görüntüde.
Kamburu çıkıyor toprağın artık, üzerine örtülen bu kadar demir, bina, asfalt, arabalarla nereye kadar dayanır. Onunda yağmuru teninde hissetmeye ihtiyacı var diye düşündüm birden, sonra toprağın yağmurla ıslandığı coğrafyalar aklıma geldi gitmenin en güzel düş olduğunu hissettim nedense.
Yağ saçlarımdan tenime
Bak yüzümü sana döndüm
Sağanak sağanak yağ
Gözlerim senden başkasını
Görmesin
Yüzümden akarken




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!