Oysa bu dünyaya gülümsemeyi öğrenmeye gelmiştim. Gülmeyi aşağılayan zihniyetler arasından ağlamayı da unutarak büyüdük. Karı gibi gülme, erkek adam ağlamaz dediler. Ömrümüzden gözyaşlarımızı ve kahkahalarımızı yitirerek büyüdük. Şimdi öksüz bir bedenin içinde kahkahadan ve gözyaşından yoksun yaşama tutunmaya çalışıyoruz. Oysa gülümsemek için gelmiştik dünyaya. Gözleri yaşartırcasına gülümsemek için…
Gülün kaçıncı doğumuydu ki bu
beyazlar bürünmüş tenine.
Kırmızıyı yoldaş eylememiş miydi
düşerken sevgilinin omuzuna?
Sevgili,
gül kokulu gitmelerin içinde açmış yelkenlerini.
Bir yağmur damlası serptim sesime
Gölgesinde
Ebegümecinin yedi rengi
Görüntüsünde
Gülüşünün eşsiz ritmi
Esintisinde
yağmur yağacak ıslanacak dünyam,
bereket toplayacak yüreğim,
saçlarımdan süzülen damlalarla
yaşama merhaba diyecek dudaklarım,
merhaba güzellik diyecek gözlerim,
merhaba sevgi,
Kulaklarıma fısıldandığı anda, ‘ismim ne? ’ düşünmüştüm. Acaba, neyi anlatıyordu bu isim bana, hangi eksikliğimi fark ettirecekti, yolculuğum nereye giderdi ve ben kimim sorusunun hangi şıkkını barındırıyordu içinde, Murat?
Büyüdükçe, bir adım olduğunu öğrenmeye başladım. Düşünsenize evde akşama kadar ‘oğlum, bebişim, abu, dıgıl, bebeğim’ vb. isimlerle çağrılıyorsun, anne ve baba yarış halinde önce anne diyecek yok baba diyecek çalışmaları ve bu hengamede halen adımı zikreden kimse yok ve biraz dillenince arkadaşlarım oluyor ve etrafa adımın Murat olduğu söyleniyor. Sonrasında onunla çağrılmayı, onunla bilinmeyi, fark edilmeyi ve onunla sevilmeyi öğreniyorum. Ayrıca önüne ve arkasına aldığı tamlamalar ve ekler ile değerli hissedilmeyi, kötü olmayı ve yok olmayı da ekliyorum bildiklerim arasına.
Aldığı tamlamalar ile, bir an bilge oldum, başka bir an beş para etmez bir kişilik. An geldi kapıdaki adam oldum, an geldi toplum tarafından sevilen biri. Nihayetinde şunu öğrendim o isim ve ekleri olsa da olmasa da Ben vardım. Bunu görünce bir tercihte bulunmak gerekiyordu, işte o anda var olmayı seçip başkalarının yakıştırdığı sıfat ve tamlamalardan öteye geçip kendimi tanımlamaya ve tamamlamaya başladım.
Kabuksuz bir ölümdü benimki.
üzerime örttüğüm sözcüklerim,
içinde sakladığım ise varlığım idi.
şimdi çıplak bir gidişin orta yerinde,
göğüs kafesime ateşler yüklemekteyim.
'Öldürmekten daha kutsaldır ölebilmek'
Varlık olma nedenimiz yaşamaksa hangi din insanı yakmayı kabul görür. İnsanı yakmayı kabul eden bir zihniyetin TANRIsı varmıdır acep, Yaradan buyurmuşsa yakın diye vay anam vay Kerbela'da Yaradan tarih yazmak istedi ne ölenler nede öldürenler ders aldı bu tarihten. Ah çekip lanet etmekten başka kalan yanı olmadı bizlere. Maraş geldi, çorum geldi, Gazi Mah. geldi, Ümraniye geldi. Geldi ha geldi Yaradan tarih yazıyor. Biz halen ders almadan yanmaya devam ediyoruz. Sodom ve Gomorrah misali tarihten mi silineceğiz. Özümüzde toprak olmak var idi hakikat kapısına varabilmekle başlayacak bir yolculukla, biz toprağa küller ve katliamlar ile düşüyoruz ardımızda gelenlerin yollarını açarak.
Analarımızın ağıtları ile büyüdük hep, “ya Hüseyin” ile başlayıp “ya Ali” “ya Muhammed” ile biten hıçkırıklarla bütünleşen gözyaşlarıyla ıslanan bu kelimeler içimizde katlimizin yolunu açıverdi diye düşünüyorum. Böyle gelmiş 1400 yıldır, böylede gider bu süreç. Neden mi diyeceksiniz. Varın siz bulun nedenini.
her sevda bir kırılganlık yaşar
kaşığın, çay bardağındaki duruşu gibi
yudum yudum içersen,
serde,
güzelliği görmek mümkün olur
Himalayada hasret oldum Sevgili
Everest dağında yalnız bir keşiş
Evreni terk ettim
Gözlerinin hatrına
Dualarım, sessizliğimden doğan sana idi
Gözlerini kapatıp nirvanayı çağıran tüm seslerin içine doluyordu
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!