Mehmet Çoban Şiirleri - Şair Mehmet Çoban

Mehmet Çoban

Terör, teröriste
Vur, kır, yak, öldür diyor

Devlet, görevlisine
Vur, kır, yak, öldür diyemiyor

Devamını Oku
Mehmet Çoban

İnancın sınırları vardır
Ama sapıklığın yoktur

İnsanlığın sınırları vardır
İnsanlık dışılığının yoktur

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Bir gün,
Şimşek çaktı beynimde
Kalbimde fırtınalar koptu
Ortalık karardı birden
Sanki gerçekler kayboldu

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Bir açık oturum
Ölümler tartışılıyor

Geçirdiğimiz yıl,
Ülkemizde toplam olarak
Normal ölümlerin dışında

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Askerlikteki dört günlük askeri cezaevinden sonra ilk defa ciddi suçlamalarla cezaevine girmiştim. Suçumuz büyüktü. Devleti yıkıp, yerine şeriat devleti kuracaktık. O kadar komikti ki, üç kitap okurken yakalanmak, birkaç kişiye dini propaganda yapıyor diye yakalanmak, koskocaman devleti yıkacak, yerine şeriat devleti kuracak suçlaması yaptırıyordu. Savcının iddianamesi aklıma geldikçe gülüyordum. Yakalanan beş kişi, nasıl oluyor da, koskoca devleti yıkar, yerine şeriat devleti kurar? Böyle bir komediye kim inanır? Ne yazık ki inanan vardı. Veya inanç değil de böyle suçlamalar yaparak, bazıları din düşmanlığını egemen kılmaya çalışıyorlardı. Gece yarısı tutuklandığımdan bu yana yirmi gün geçmişti. Isparta Emniyetinde geçirdiğim on beş günlük gözaltından sonra cezaevine gönderilmiştim. Isparta’nın doğusunda, şehir ile askeri birlik arasında bulunan cezaevine götürülürken, siyasi şube amiri Halil Gören “seni beyaz saraya götürüyoruz” demişti. Beyaz saray, Isparta cezaevinin polis dilindeki ismiymiş. Isparta’nın eski cezaevini biliyordum. Ancak bu yeni cezaevini hiç görmemiştim. Belki de önünden geçmişimdir. İnsan bazı şeylerin önünden geçse de ilgi alanına girmedikçe hafızasına kaydetmiyor. Isparta’nın yeni E tipi cezaeviyle ilgili anılarımda hiçbir şey yoktu. Hâlbuki şehrin içindeki sadece erkeklerin kaldığı eski cezaevi anılarımda tazeliğini koruyordu. Ayrıca evimize giden yol üzerindeki kadınlara ait cezaevini hiç unutmuyordum. Kadınlar cezaevinin önünden geçerken, içerideki kadınlar gelip geçen gençlere pencerelerden laf atıyorlardı. Atılan laflardan dolayı yüzümün kızardığını hatırlıyorum. Cezaevine girerken başgardiyan tutuklanma kâğıdımdan suçumu okuyunca, “namaz kılıyor musun? ” diye sordu “evet” dediğim için, beni namaz kılanların çoğunlukta olduğu koğuşa göndermişti.

Koğuşa girdiğimde beni Sait ve arkadaşları karşılamıştı. Sait ve arkadaşları, 1980 ihtilalindan sonra Antalya’da tutuklanıp Isparta’ya getirilen ülkücülerdi. Mahkeme daha güvenli olur diye ülkücüleri, Antalya’daki cezaevinden Isparta’ya nakletmişler. Herhalde ülkücüler cezaevini basar diye korktular. Sait Urfalıydı. Kürt kökenli olmasına rağmen, ülkücülerin arasındaydı. En çok buna şaşırmıştım. 70’li yıllarda İslamcı, ülkücü olmak, etnik kökenlere dayanmıyordu. İslamcılar din değerlerini daha çok öne çıkarıyorlar. Osmanlı devletinin yıkılışından sonraki Müslümanların haline üzülüyorlar. Osmanlı döneminin üç kıtaya hükümran imparatorluğunun özlemini çekiyorlardı. Devlet, solcular, düzenden yana olanlar İslamcıları şeriatçılar, Osmanlıcılar, Ümmetçiler diye suçlayarak öteliyorlardı. Ülkücüler ise, ateizme, sola karşı Milli değerleri öne çıkarıyorlar. Etnik kökene önem verseler de, fikir liderlerinin “kim kendini Türk hissediyorsa Türk’tür” sözüne itibar ediyorlardı. Ülkücüler iki ana gruba ayrılmıştı. Etnik kökeni öne çıkaran, Nihal Atsız’ı fikir önderi kabul eden bozkurtçular. Bozkurtçuların içindeki bir grubun Şamanist olduğu söyleniyordu. Bazıları onların diğer ülkücülerden ayrı olarak, özel toplantılar düzenlediğini, kımız içtiklerini, kendilerine göre Şamanist ibadet yaptıklarını söylüyordu. Hiç şahit olmamıştım. Söyleyenler ülkücü olmadığında inanmıyordum. Bazen ülkücülerden de söyleyenler olduğunda hayret ediyordum. Bozkurtçuların içinde de Müslümanlığını öne çıkaran, Şamanist olanlarla mücadele edenler vardı. Müslümanlığını, Milli değerleri öne çıkaran ikinci gruba hilalciler diyorlardı. Üç hilalle kendilerini simgeleyen bu grup din değerlerine daha çok önem veriyor. Bünyesinde farklı etnik kökenleri barındırıyorlardı. Aslında hilalciler grubuyla, İslamcılar arasındaki büyük farklar yoktu. Din değerlerini öne çıkaran hilalciler, sola, ateizme karşı sert mücadeleden yanaydılar. İslamcılar ise fikri mücadeleyi tercih ediyorlardı. Hilalcilerle İslamcılar arasında belirgin ayrım siyasal parti seçimiydi. İslamcılar Necmettin Erbakan’ı, dolayısıyla Milli Selamet partisini takip ederlerken, hilalciler Alparslan Türkeş’i, dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisini takip ediyorlardı. İslamcı yazarlardan sayılan Necip Fazıl Kısakürek ilk zamanlar Erbakan’ı desteklerken, değişik yorumlanacak nedenlerle ülkücülerden yana tavır almıştı. Sait din bilgileri açısından kendini yetiştirmiş. Koğuşta namaz kılanlara imamlık yapıyordu. Koğuşta kırk beş kişi vardı. Ülkücüler on altı kişiydi. On altı ülkücü birlikte hareket ediyor. Namaz kılıyor. Namazlarına Sait imamlık yapıyor. Onlara bazı mahkûmlarda katılıyorlardı. Benim iktibas dergisinde yazdığımı öğrenen Sait çok sevinmişti. İktibas dergisini takip ediyorlarmış. Yazılarımı okuyorlarmış. Dergide yazan biriyle cezaevinde birlikte yaşamak onlar için önemliydi. Bu öneme derginin sahibi, yazarı Ercüment Özkan’da katılınca, ülkücülerin heyecanı doruğa ulaşmıştı.

Ercüment Özkan geniş kültürlü, nerede, nasıl konuşacağını çok iyi bilendi. Elli yaşın, geçmiş hayatının tecrübeleriyle konuları mükemmel değerlendiriyordu. Konuştukça, insanları geniş kültürüyle şaşırtıyordu. Toplumun her kesiminden, her türlü fikirden insanla çok rahat konuşabiliyordu. Düşüncelerini aktarırken, sunduğu argümanlar çok fazlaydı. Kendi deyimiyle “katır” gibi kitap okurdu.

Devamını Oku
Mehmet Çoban


Eskişehir’e gitmek için hazırlanıyorum. Mayıs ayının serin havası penceremden içeri giriyor. Yine ders kitaplarımın arasına kütüphanemden birçok kitap seçerek koydum. İmtihan sırasında fırsat buldukça okuyacağım. Diğer insanlardan farklı yapım var. Kitap okuyarak dinleniyorum. Kitap okumak en sevdiğim şey. Bir de sinemaya gitmek. Isparta’da dört sinema kalmıştı. Eskiden sinemaların sayısı altıya kadar çıkıyordu. Belediyenin yaptırdığı kültür sarayı (sineması) , belki de Türkiye’nin en modern sinemalarındandı. Herkes böyle bir sinema nasıl yaptırılır diye ilk önceleri kızarken, belediye, sinemasından çok para kazanmıştı. Diğer sinema fiyatlarının neredeyse iki misli fiyatlıydı ama her zaman doluydu. Filmlerin en kalitesini getiriyordu. 1968 yılında Ankara Bahçelievler’de yapılan Arı sinemasını, lüks, modern sinemalardan biliyordum. Ama Isparta’nın kültür sineması da Arı sinemasından aşağı kalır değildi.

İki şeyin, kitap ve sinemaların müdavimi olarak hayatımı sürdürüyordum. Okulda okumak, çalışmak hep ikinci planda kalmıştı. Okuduğum Eskişehir Ticari İlimler Akademisine imtihan için gittiğim de bile, yanımda birçok kitap alır imtihanlar arasında okurdum. Evimden götürdüğüm kitaplar yetmezdi, Eskişehir’deki kitapçıları dolaşır kitap alır okurdum. Ders kitapları okumaktan yorulduğumda, elime herhangi bir kültür kitabı, hikâye, roman alır okurdum. Okul arkadaşlarım beni okurken görünce sinir olurlardı. “Yahu imtihan aralarında bari ders kitaplarına önem ver. Bu ne okuma merakıdır? ” Onların beni anlamalarını beklemiyorum.

Öğrenciler için ders kitapları sıkıcıydı. Bana da sıkıcı geliyordu. İnsan nedense yapmak zorunda olduklarına karşı tepkili oluyordu. Sınıf geçmek için okuduğum ders kitaplarının en az on katını imtihan arasında okuyordum. Delilik gibiydi. Bir tarafta hayatımı temelden ilgilendirecek imtihanlarım. Diğer tarafta beni sakinleştiren, huzura kavuşturan, okudukça dalıp gittiğim kitaplar.

Devamını Oku
Mehmet Çoban

İnsan gününü değerlendiremedikten sonra
Gelecek nedir ki?

Geleceği, umutlarla, hayallerle süslemek
Gününü değerlendiremeyen insanların tesellisi mi?

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Bazı olayları anlamak, anlatmak için teknik terimler vardır. Makro, mikro gibi tanımlar. Makro genişliği, genel bakışı ifade ederken, mikro küçüklüğü, özü ifade eder. Ekonomi, siyaset bilimi, sosyolojik bilimler makro ve mikro tanımlamalarıyla çözülmeye çalışılır. Bende bu gün, “hadi lan” gibi kaba bir tarifle; insan, toplum, devlet ilişkilerini anlatmaya çalışacağım.

Bilindiği gibi, “hadi lan” ifadesi kullanan tarafından, karşı tarafın silinmesini ifade eder. Yani bir kişiye, bir topluma, bir devlete “hadi lan” ifadesi, kişiyi, toplumu, devleti takmamaktır. Hadi lan ifadesindeki tarafları değişik açılardan inceleyelim.

Hadi lan diyen taraf,

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Kan, dökülüyor
Can, ölüyor

Yağmur, yağıyor
Yeryüzü, yıkanıyor
Cinayetin, delili kalmıyor

Devamını Oku
Mehmet Çoban

An düşer zamana
Zaman insanda muamma

Gecelerde çizilir zaman
Dönüşür aylar, aydan
Yeni yıla geçer, yıldan

Devamını Oku