Mehmet Çoban Şiirleri - Şair Mehmet Çoban

Mehmet Çoban

Yemin ettik bir kere
Boş vereceğiz saçma düşüncelere
Teslim olacağız Allah'a her şeyimizle
Barışık kalacağız kendi halimizle

Kur'an-ı ayet, ayet dinleyeceğiz

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Şair Eşref Bulvarıyla, Basmane’den gelen yolun kesiştiği kavşağın başındayım. Kavşağın güney cephesinden gelen 63 numaralı Bornova belediye otobüsü önümden hızlıca geçti. Arkasından durağına koşmaya başladım. Otobüse yetişemezsen, kim bilir kaç dakika bir sonraki gelecek otobüsü bekleyecektim. Onun için son sürat koşuyordum. Son anda binerken nefes nefese soluyordum. 56 yaşında bir insanın koşması da her zaman fark ediliyordu. Koşuşumu seyreden genç bir delikanlı, “maşallah amca koşucular gibi koşuyorsun, gençken sporcu muydun? ” diye takılıyordu. Gülerek başımı salladım. Bereket hava sıcak değil. Şubat ayının fazla soğuk olmayan, baharın girdiğini müjdeleyen serinliği vardı. Eğer koşacağım mesafe uzun olsaydı terleyebilirdim.

Bindiğim otobüs çok kalabalıktı. Hani derler ya “iğne atsan yere düşmez”, o şekilde. Kapı önünde biriken yolcular, şoförle birlikte arka taraflara bağırıyorlar. “Arkaya beyler arkaya… Sıraları ikileyelim… Binecek yolcu var…” İşe geliş gidiş saatlerinde belediye otobüslerine binmek gerçekten zor bir işti. Hadi bindin, otobüste yer bulamazsın, ayakta ise rahat nefes alamazsın. Herkes neredeyse birbirine yapışmıştır. Tabi gençler de hemen her zaman olduğu gibi, ne yaşlılara, ne özürlülere yer vermezler. Pişkin, pişkin bakarken, çoğu kızların ağzında sakız, arkadaşlarıyla ipe sapa gelmez, gereksiz, sulu, vıcık konuşlar yaparlar. Bazıları cep telefonuyla konuşmak yasak olmasına rağmen, uyarılara kulak asmadan dakikalarca zevzek bir arkadaşıyla zevzek konuşmalar yapar. Sanki onlardan başka otobüste kimse yoktur. Dünya umurlarında değildir. Saygının, sevginin gittikçe kaybolduğu dönemde yaşamak, çağdaşlaşma adı altında, bireyciliğin, sorumsuzluğun, saygısızlığın, sevgisizliğin ne hale geldiğini görmekti. Hemen her biri övünmeye gelince cumhuriyet gençleri olduğunu söyleyecekti. Ön taraftan binenlerin ittirmesiyle ileriye doğru hareket etmek zorundaydık. Söylenerek, itiş kakış arasında otobüsün arkasına doğru ilerlemeye çalışıyorduk.

63 numaralı belediye otobüsü, yaşadığım Bornova’nın Manavkuyu bölgesinden geçiyordu. Eski Manisa yolu dedikleri, şimdiki Sakarya caddesinde bulunan öğretmen evi durağında iniyor, evime gidiyordum. Evimle durak arasında on dakikalık bir mesafe vardı. Çalıştığım işyeri Şair Eşref Paşa bulvarında bulunan itfaiye durağının karşısındaydı. İşe giderken, işyerinin karşısında iniyor. İşten çıkıp eve gelirken Montrö durağına kadar yürüyordum. İş çıkışı Montrö durağına doğru koşturmak genel âdetimizdi. İşyerinde birlikte çalıştığımız üç arkadaşla, Montrö durağından aynı yöne otobüse biniyorduk. Arkadaşlardan biri yaşlıydı. O koşturmaya pek katılmazdı. Yaklaşık otuz beş yaşlarındaki genç olanıyla ikimiz koştururduk. Genç olan Gaziosmanpaşa otobüsüne binerdi. Bindiği otobüs Manavkuyu’dan geçip Evka-4’de kadar giderdi. Atatürk mahallesinde oturduğu için ona en yakın otobüs Gaziosmanpaşa otobüsüydü. Otobüse Manavkuyu’da inecek yolcular binerdi. Ancak ne şoför, ne de Gaziosmanpaşa yolcuları bundan hoşlanmazdı. Aynı yöne giden Gaziosmanpaşa otobüsüne rastlarsak, Manavkuyu’da ineceklerden biri olarak “Manavkuyu’da inecekler binmesin” diye bağırarak, otobüse binerdim. Yaptığım muzip davranışı bildiği için sadece arkadaş gülerdi. Başkaları Manavkuyu’da ineceğimi bilmezdi. Hangi otobüs olursa olsun, yönümüze giden otobüse binmek hakkımızdı. Bindiğimiz belediye otobüsüydü. Yakın inecekler binemez diye bir kural yoktu. Ancak halk kendi kendine söylenirdi. Niye Manavkuyu’da inecekler biniyor. Bize yer kalmıyor diye… Bazen onlara şoför de katılırdı ki, şoförün katılması suçtu.

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Çok üzgünüm
Gerçekten üzgünüm

Ülkemde artık sol yok
Ama solculuk yapan çok

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Yeni inanç edinir insan
Anlamsızca hayatından
Şaşkınca mantık kurar
Arzularına yenilmiş
Mantığı ters çevrilmiş
Der, inancım kalbimde

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Çevremde mazlumlar
Ezilip duruyorlar
İnsanlığa sürekli
Dram yaşatıyorlar

Gücü eline alanlar

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Her ayrılık acıdır derler
Benim ayrılığım mutluluğa bedel

Yanlıştan doğruya
Karanlıktan aydınlığa

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Düşünmeyi düşündüm
Düşünceler arasında
Belirsiz, karışık durumda

Düşünebilmeyi istedim
Sakin, sessiz ve derince

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Kılı kırk yarmak için çıktım yola
Sordum, söyledim sağa sola
Düşledim fikirler çare ola

Çare, bir garip hayal zamanda
Çareler dövülüyor havanda

Devamını Oku
Mehmet Çoban


Eskişehir’e gitmek için hazırlanıyorum. Mayıs ayının serin havası penceremden içeri giriyor. Yine ders kitaplarımın arasına kütüphanemden birçok kitap seçerek koydum. İmtihan sırasında fırsat buldukça okuyacağım. Diğer insanlardan farklı yapım var. Kitap okuyarak dinleniyorum. Kitap okumak en sevdiğim şey. Bir de sinemaya gitmek. Isparta’da dört sinema kalmıştı. Eskiden sinemaların sayısı altıya kadar çıkıyordu. Belediyenin yaptırdığı kültür sarayı (sineması) , belki de Türkiye’nin en modern sinemalarındandı. Herkes böyle bir sinema nasıl yaptırılır diye ilk önceleri kızarken, belediye, sinemasından çok para kazanmıştı. Diğer sinema fiyatlarının neredeyse iki misli fiyatlıydı ama her zaman doluydu. Filmlerin en kalitesini getiriyordu. 1968 yılında Ankara Bahçelievler’de yapılan Arı sinemasını, lüks, modern sinemalardan biliyordum. Ama Isparta’nın kültür sineması da Arı sinemasından aşağı kalır değildi.

İki şeyin, kitap ve sinemaların müdavimi olarak hayatımı sürdürüyordum. Okulda okumak, çalışmak hep ikinci planda kalmıştı. Okuduğum Eskişehir Ticari İlimler Akademisine imtihan için gittiğim de bile, yanımda birçok kitap alır imtihanlar arasında okurdum. Evimden götürdüğüm kitaplar yetmezdi, Eskişehir’deki kitapçıları dolaşır kitap alır okurdum. Ders kitapları okumaktan yorulduğumda, elime herhangi bir kültür kitabı, hikâye, roman alır okurdum. Okul arkadaşlarım beni okurken görünce sinir olurlardı. “Yahu imtihan aralarında bari ders kitaplarına önem ver. Bu ne okuma merakıdır? ” Onların beni anlamalarını beklemiyorum.

Öğrenciler için ders kitapları sıkıcıydı. Bana da sıkıcı geliyordu. İnsan nedense yapmak zorunda olduklarına karşı tepkili oluyordu. Sınıf geçmek için okuduğum ders kitaplarının en az on katını imtihan arasında okuyordum. Delilik gibiydi. Bir tarafta hayatımı temelden ilgilendirecek imtihanlarım. Diğer tarafta beni sakinleştiren, huzura kavuşturan, okudukça dalıp gittiğim kitaplar.

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Askerlikteki dört günlük askeri cezaevinden sonra ilk defa ciddi suçlamalarla cezaevine girmiştim. Suçumuz büyüktü. Devleti yıkıp, yerine şeriat devleti kuracaktık. O kadar komikti ki, üç kitap okurken yakalanmak, birkaç kişiye dini propaganda yapıyor diye yakalanmak, koskocaman devleti yıkacak, yerine şeriat devleti kuracak suçlaması yaptırıyordu. Savcının iddianamesi aklıma geldikçe gülüyordum. Yakalanan beş kişi, nasıl oluyor da, koskoca devleti yıkar, yerine şeriat devleti kurar? Böyle bir komediye kim inanır? Ne yazık ki inanan vardı. Veya inanç değil de böyle suçlamalar yaparak, bazıları din düşmanlığını egemen kılmaya çalışıyorlardı. Gece yarısı tutuklandığımdan bu yana yirmi gün geçmişti. Isparta Emniyetinde geçirdiğim on beş günlük gözaltından sonra cezaevine gönderilmiştim. Isparta’nın doğusunda, şehir ile askeri birlik arasında bulunan cezaevine götürülürken, siyasi şube amiri Halil Gören “seni beyaz saraya götürüyoruz” demişti. Beyaz saray, Isparta cezaevinin polis dilindeki ismiymiş. Isparta’nın eski cezaevini biliyordum. Ancak bu yeni cezaevini hiç görmemiştim. Belki de önünden geçmişimdir. İnsan bazı şeylerin önünden geçse de ilgi alanına girmedikçe hafızasına kaydetmiyor. Isparta’nın yeni E tipi cezaeviyle ilgili anılarımda hiçbir şey yoktu. Hâlbuki şehrin içindeki sadece erkeklerin kaldığı eski cezaevi anılarımda tazeliğini koruyordu. Ayrıca evimize giden yol üzerindeki kadınlara ait cezaevini hiç unutmuyordum. Kadınlar cezaevinin önünden geçerken, içerideki kadınlar gelip geçen gençlere pencerelerden laf atıyorlardı. Atılan laflardan dolayı yüzümün kızardığını hatırlıyorum. Cezaevine girerken başgardiyan tutuklanma kâğıdımdan suçumu okuyunca, “namaz kılıyor musun? ” diye sordu “evet” dediğim için, beni namaz kılanların çoğunlukta olduğu koğuşa göndermişti.

Koğuşa girdiğimde beni Sait ve arkadaşları karşılamıştı. Sait ve arkadaşları, 1980 ihtilalindan sonra Antalya’da tutuklanıp Isparta’ya getirilen ülkücülerdi. Mahkeme daha güvenli olur diye ülkücüleri, Antalya’daki cezaevinden Isparta’ya nakletmişler. Herhalde ülkücüler cezaevini basar diye korktular. Sait Urfalıydı. Kürt kökenli olmasına rağmen, ülkücülerin arasındaydı. En çok buna şaşırmıştım. 70’li yıllarda İslamcı, ülkücü olmak, etnik kökenlere dayanmıyordu. İslamcılar din değerlerini daha çok öne çıkarıyorlar. Osmanlı devletinin yıkılışından sonraki Müslümanların haline üzülüyorlar. Osmanlı döneminin üç kıtaya hükümran imparatorluğunun özlemini çekiyorlardı. Devlet, solcular, düzenden yana olanlar İslamcıları şeriatçılar, Osmanlıcılar, Ümmetçiler diye suçlayarak öteliyorlardı. Ülkücüler ise, ateizme, sola karşı Milli değerleri öne çıkarıyorlar. Etnik kökene önem verseler de, fikir liderlerinin “kim kendini Türk hissediyorsa Türk’tür” sözüne itibar ediyorlardı. Ülkücüler iki ana gruba ayrılmıştı. Etnik kökeni öne çıkaran, Nihal Atsız’ı fikir önderi kabul eden bozkurtçular. Bozkurtçuların içindeki bir grubun Şamanist olduğu söyleniyordu. Bazıları onların diğer ülkücülerden ayrı olarak, özel toplantılar düzenlediğini, kımız içtiklerini, kendilerine göre Şamanist ibadet yaptıklarını söylüyordu. Hiç şahit olmamıştım. Söyleyenler ülkücü olmadığında inanmıyordum. Bazen ülkücülerden de söyleyenler olduğunda hayret ediyordum. Bozkurtçuların içinde de Müslümanlığını öne çıkaran, Şamanist olanlarla mücadele edenler vardı. Müslümanlığını, Milli değerleri öne çıkaran ikinci gruba hilalciler diyorlardı. Üç hilalle kendilerini simgeleyen bu grup din değerlerine daha çok önem veriyor. Bünyesinde farklı etnik kökenleri barındırıyorlardı. Aslında hilalciler grubuyla, İslamcılar arasındaki büyük farklar yoktu. Din değerlerini öne çıkaran hilalciler, sola, ateizme karşı sert mücadeleden yanaydılar. İslamcılar ise fikri mücadeleyi tercih ediyorlardı. Hilalcilerle İslamcılar arasında belirgin ayrım siyasal parti seçimiydi. İslamcılar Necmettin Erbakan’ı, dolayısıyla Milli Selamet partisini takip ederlerken, hilalciler Alparslan Türkeş’i, dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisini takip ediyorlardı. İslamcı yazarlardan sayılan Necip Fazıl Kısakürek ilk zamanlar Erbakan’ı desteklerken, değişik yorumlanacak nedenlerle ülkücülerden yana tavır almıştı. Sait din bilgileri açısından kendini yetiştirmiş. Koğuşta namaz kılanlara imamlık yapıyordu. Koğuşta kırk beş kişi vardı. Ülkücüler on altı kişiydi. On altı ülkücü birlikte hareket ediyor. Namaz kılıyor. Namazlarına Sait imamlık yapıyor. Onlara bazı mahkûmlarda katılıyorlardı. Benim iktibas dergisinde yazdığımı öğrenen Sait çok sevinmişti. İktibas dergisini takip ediyorlarmış. Yazılarımı okuyorlarmış. Dergide yazan biriyle cezaevinde birlikte yaşamak onlar için önemliydi. Bu öneme derginin sahibi, yazarı Ercüment Özkan’da katılınca, ülkücülerin heyecanı doruğa ulaşmıştı.

Ercüment Özkan geniş kültürlü, nerede, nasıl konuşacağını çok iyi bilendi. Elli yaşın, geçmiş hayatının tecrübeleriyle konuları mükemmel değerlendiriyordu. Konuştukça, insanları geniş kültürüyle şaşırtıyordu. Toplumun her kesiminden, her türlü fikirden insanla çok rahat konuşabiliyordu. Düşüncelerini aktarırken, sunduğu argümanlar çok fazlaydı. Kendi deyimiyle “katır” gibi kitap okurdu.

Devamını Oku