Mehmet Çoban Şiirleri - Şair Mehmet Çoban

Mehmet Çoban

Kelepir düş
Yakamdan düş

Ufacık gülüş
Birlikte gülüş

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Zamanın durduğu yerde,
Kalbimi verdim kalbine

Akıl tutulmasını yaşadım
Hala çınlıyor kulaklarım
Kurudu dilim damağım

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Sevdiğim ne varsa hayatta
Onulmaz yaralar açar bana
Nedenlerini sıraladığımda
Umarsızlığım çıkar karşıma
Çetelesiz tüm inançlarımda

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Belanın sarması
Arap saçı
Rezaletinden
Issız kalbinden
Şımarık ikiyüzlülüğünden
Isırır

Devamını Oku
Mehmet Çoban

O kadar ki, çok şey var
Hep üst üste geliyorlar
Canın sağ olsun mu diyeyim?
Yoksa sırra kadem basıp mı gideyim?

İnsan ceylan gibi

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Noktayı koydum
Etrafında dolaşıyorum
Sözlerim çember
Noktayı arıyorum

Yaşam iki nokta

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Gönülden yaptığını
Emrimle karıştırma
Biri benim senden istediğim
Diğeri senin bana verdiğin
Senden istediğimi vermezsen
Dinin gider elden

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Kardeşin derdine düşmüş
Kendinden başkasına küsmüş
Yılan gibi kıvrılıyor orta yerde
Hani yiğitlik var ya serde
Zaman içinde buruk anılar
Yiğidin damarında hoplar

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Selim donuk bir şekilde elindeki kâğıda bakıyordu. Yüzü bembeyaz, bakışları anlamsız, boşluğa bakıyordu. Birkaç defa göz göze gelmemize rağmen beni görmedi. İçeri girerken selam verdim almadı. İşyerine ait mütevazı çalışma büromuzda yaklaşık on yıldır beraberiz. Selim otuz beş yaşlarında, orta boylu, hafif kumral, ela gözlü bir arkadaştı. Konuşkan, hoş sohbetliydi. Konuşmaya başlayınca çenesini hiç tutamazdı. Onun konuşkanlığı benim suskunluğumu dengeliyordu. Mükemmel bir kadınla evli, bir oğlan, bir kız harika iki çocuğu vardı. Ailecek birlikte olmayı çok isterdim. Ancak benim hanımla karısı fazla anlaşamazdı. O nedenle bizde aile arkadaşlığı yerine, erkek erkeğe arkadaşlıkla hayatımızı sürdürüyorduk. Kimse alınmasın, Selim benim için kardeşten de öteydi. Onu on yıl boyunca hiç böyle görmemiştim. Daima neşeli, pozitif olan Selim, bugün suskun, donuk, şaşkın, boşluktaydı. Birkaç defa normal, yüksek olmayan sesle “Selim neyin var? ” dedim ama duymadı. Onun için bu defa bağırarak,

- Selim neyin var?

Dedim. Sanki sesimi derinlerden duymuş gibi, kafasını yavaşça bana döndürdü. Gözlerime boşluğa bakar gibi baktı. Hiç duymadığım bir ses tonuyla,

Devamını Oku
Mehmet Çoban

Nedense bu yıl Eskişehir beni bu kez çok yormuştu. Her zaman severek gezdiğim sokakları, hamam yolu caddesi bütün güzelliğine rağmen sıkıntılarımı gidermemişti. Sinemaları eskisi kadar ilgimi çekmiyordu. Eskişehir adına, tatar börekçisinin dışında hiçbir şeyi aramıyordum. Sınıfları çift dikiş geçtiğim okulun son sınıfı bunaltmıştı. Köprübaşından porsuk çayının kenarında ilerleyen piknik alanları pislik içindeydi. Dolaşırken insanın içini karartıyordu. Eskişehir Ticari İlimler Akademisi, Akademiler içinde ünlü bir yere sahipti. Hemen herkes Eskişehir’de okuyanların hemen iş bulabileceklerini söylüyorlardı. Hâlbuki bana pek öyle gelmemişti. Heyecanla başladığım okul artık bıktırmıştı. Bu yıl, okumaktan nefret ediyordum. Sınavlar, Eskişehir’e gelip gitmeler bıktırmıştı. Bir an önce bitirip bir daha Eskişehir’e gelmeyi düşünmüyordum. Aslında 1975 yılı benim için hiç iyi gitmiyordu. Eskişehir’e gelmeden de birçok aksilik yaşamıştım. Belki de, 1975 yılı hayatımın karabasan yılı olacaktı. Hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu. Kişisel problemlerin gün geçtikçe artıyor. Aile içindeki problemler beni geriyordu. İşyerindeki sorunlar olaylara tuz biber oluyordu. Her zaman birlikte dolaştığım yakın arkadaşımın İstanbul’a gidişiyle tamamen yalnız kalmıştım. İçimi yakan, beni sımsıkı yakalayan sorunlarımı içtenlikle paylaşacak kimsem yoktu. Sokaklarda yalnız yürümeyi hiç sevmezdim. Arkadaşım gidince sokaklarda yalnızdım. Yalnızlığımla sorumlarım iyice büyüyordu. Ruhum yapım bozulmuş. Düşüncelerim dağılmış. Gelecek endişesi yaşıyordum. Eski benden hiçbir eser kalmamıştı. Dengeli, tutarlı, ne dediğini bilen, kararlı halim gitmiş, panik içinde, ne yapacağını bilmeyen biri olmuştum.

Gelgitlerimden, mantıksız, akılsızca işlerden yorulmuştum. Delikanlılık çağımın en deli günleriyle baş etmeye çalışıyordum. Aileden aldığım terbiye, okuduğum kitaplardan edindiğim etik değerler nedeniyle, yanlışlarda işim olmazdı. Sigara dışında kötü alışkanlıklarım yoktu. Küçüklüğümde içki içen babamın bıraktığı kötü izler içkiye düşmanlığımı artırmıştı. İçenleri sevmez, asla ağzıma koymazdım. Geleneklerimizdeki kadın erkek arasındaki ayrılıkçı düşüncelere karşı tepkim büyüktü. Özellikle değişik kültürlerden okuduğum, hikâye, roman, bilimsel, fikri kitaplardan elde ettiğim insanlıkla, toplumun bana kazandırmak istediği insanlık arasında büyük farklar vardı.

Erkek arkadaşların her türlü cinsel arayış içine girip, tatminlere ulaştıktan sonra, evlenecekleri kızların bakire olmalarını şart koşmaları beni şaşırtıyordu. Etrafımda yüksek okul okuyan erkek arkadaşlarımın hemen her biri mutlaka karşı cinsten biriyle gayri meşru ilişki kurmuştu. Kimi evli kadınlarla, kimi kızlarla, kimi de genelevine giderek, cinsel ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Kaç kez, arkadaşlarla akşam gezisine çıktığımızda, bana fark ettirmeden genelevinin kapısında olurduk. Onlara kızar, bağırır, çağırır, onları orada bırakır geri dönerdim. Bazen de normal karşılar, onların işini bitirmelerini dışarıda beklerdim. Bütün bunlar inançlarıma, düşüncelerime yanlış geliyordu. Daha on dört yaşlarındayken, etrafımda konuşan ağabeylerimin konuşmalarından tiksinmiş, kendi kendime söz vermiştim. “Ben evleneceğim kızın bakire olmasını istiyorsam, kendim de ona bakir varmalıydım” Bu benim etik değerlerimin temeliydi. Kadın erkek arasındaki eşitlik konusunun can damarıydı. Kadın erkek eşitliğini savunan etrafımdaki insanların, gezmeye, tozmaya, cinsel ihtiyaçlarını tatmine gelince kendileri adına istedikleri kadar geniş olan, ama evlenmeye gelince temiz, bozulmamış, hiçbir erkekle yatmamış, gezmemiş, elini erkek eline dokundurmamış aile kızları istemelerine şaşırıyordum. Onlara bazen, “kardeşim, sizler ihtiyaçlarınızı giderecek kızları bulup işinizi görüyorsunuz. Aynı şekilde kız kardeşlerinizde başkalarıyla gezse, tozsa, yatıp kalksa ne yaparsınız? ” dediğimde “onları öldürürüz” diyorlardı. Ama kendileri başkalarının kız kardeşleriyle her türlü haltı yiyorlardı. Yüzlerine bu çelişkilerini vurduğum zaman beni sevmiyorlardı. Hatta beni çağ dışı ilan edip, “yahu kardeşim sen ormanda mı yaşıyorsun? Sen hangi devirde yaşadığını biliyor musun? ” diyorlardı. Cumhuriyet devrinde kadınlara büyük haklar verildiği söylenmesine rağmen, erkeklerin tatmini için genelevleri yasayla açılmıştı. Erkek yöneticiler bir taraftan kadın haklarından söz ederken, diğer taraftan, parasını vererek erkeklerin ihtiyaçlarını giderecek yasal mekânlar (genelevleri) açmışlardı. Erkeklerin ihtiyaçları, yasaların izniyle, polislerin kontrolü altında giderilecekti. Genelevlerine düşürülen kadınların, kızların haklarını arayan hiç kimse yoktu. Toplumumuzda hiçbir kadın, kız, kendi isteğiyle, arzusuyla genelevinde çalışmak istemezdi. Mutlaka birilerinin oyununa, tuzağına düşürülmüş, hakları gasp edilmiş, zorlanmış kadınlar çalıştırılırdı. Yasalar onları yakalayınca haklarını aramaz, ellerine vesika vererek, “gayri meşru değil, yasal çalışın” derlerdi. Böyle bir mantıkla kadın erkek eşitliği nasıl olurdu? Erkekler kısaca diyorlardı ki, “erkeklerin ihtiyacı var, onlara cinsel ihtiyaçlarını tatmin edeceği yasal mekânlar hazırlayalım”. Peki, kadınlar aynı şeyi isteyip, “bizde erkeklerin çalıştırıldığı genel evleri istiyoruz, canımız istediğinde gidip paramızı bastırarak ihtiyaçlarımızı gidereceğiz” deselerdi ne olurdu? Kim onlara haklısınız, bu sizin kadın erkek eşitliği doğrultusunda en tabii hakkınız derdi. Genelevleri yasasını çıkaranlar mı? Kadın erkek eşitliğini savunan kadınlar, erkekler mi? Toplum mu?

Devamını Oku