MAHZUN MAHZUNİ
................................Dar günümde eşim dostum çekildi
................................Mihrican değdi de gülüm döküldü
................................Nice umut ettim hepsi yıkıldı
................................Bülbüllerim baykuş imiş bilmedim.
Eskiler, “Bir adama beddua etmek isterseniz, O’na;‘Allah sana merhamet versin’ deyin” derlermiş. Merhamet! Taşımasını bilenler için ne büyük bir dert ne büyük bir sıkıntıdır. Düşünsenize; birinin canının yandığını bilseniz sizin de canınız yanacak, biri aç kalsa sızısı gelip sizin yüreğinizi bulacak, ka-vuşamayanın derdi sizi yakıp kavuracak…
Velhasılı onulmaz bir dert gibidir merhametli olmak. Taşıması ciddî bir sorumluluk ve yüksek bir vicdan gerektirir ki, her insan bunun üstesinden gelemez. Şâirlik bir nevi buna benzer. Halkın derdiyle dertlenmek yetmez, halka derdi olduğunu, dertli olması gerektiğini haykırmak gerekir şairlikte. Her der-dine bir em, her acısına bir teselli olmalı şâir kendi insanının. Zor zenaâttir şairlik hakikaten. Bugün bütün memlekette tanınan nice şairler vardır ki feleğin çemberinden geçmiş, hayatın her eleminden nasiplenmiştir kendince. Kendi derdi yetmemiş dertlilerin derdini de üstlenmiştir. Acısını ağıda, beklentilerini arzuhale dönüştürmüş, sevdalarını destanlaştırmıştır. Herkesin bir türküsünü rahatlıkla mırıldanabileceği âşık/şairlerden biri de Şerif Cırık (daha çok bilinen ismiyle Mahzuni Şerif)’dir. Bu yazımda size Mahzuni Şerif’i, en azından bildiğim kadarıyla tanıtmaya çalışacağım. Kelimeleri büyük bir ustalıkla kullanan Mahzuni Şerif’i, kendi kelimelerimle ne kadar anlatabilirsem o kadarıyla tabi ki.
***
Şerif Cırık’ın doğum tarihi ihtilaflı olmakla birlikte, 3 Ocak 1940 tarihi genel kabul görmüş gibidir. Afşin’in Berçenek köyünde başlayan dünya hayatı erken denecek bir yaşta, henüz 62 yaşındayken 17 Mayıs 2002’de Almanya’nın Köln şehrinde son buldu.
Zeynel’den olma, Döndü’den doğma, beşkardeşin ikincisi, Ağuçan Ocağına bağlı Cerit Türkmenlerinden olan Şerif Cırık, Mahzuni mahlasını küçük yaşlarda almıştır. Berçenek’e komşu Bakraç -eski adı Arıstıl- köyünden Kör Hafız namıyla bilinen ve irticalen şiir söyleyen Hafız Rahmi (Asıl adı Mehmet Konak, 1905-1979)¹ çevre köyleri dolaşarak âşık ve şairlerin meclisinde yer alırdı. Çevrede bulunan âşık ve şairlerle sohbet eder karşılıklı şiirler okuyup atışırlardı. Berçenek köyüne de sık sık uğrardı. Köydeki söz ve sohbetlerde Mahzuni de bulunurdu. Bu günlerden birinde Şerif Cırık, Kör Hafız ile karşılıklı atışırlar. Bir ara türkü söylemeyi bırakarak sohbete başlarlar. Mahzuni' nin sesi gür olduğu için Kör Hafız, Mahzuni'yi iri yapılı, babayiğit biri sanırmış. Sohbet esnasında Kör Hafız Mahzuni'ye,''Beri gel bakalım delikanlı, yaklaş yanıma,'' der. Mahzuni yanına geldiğinde Kör Hafız o'nu kucaklar ve şaşırarak, ''Yahu ben seni şöyle babayiğit, boylu-boslu biri sanmıştım, sen ne kadar mahzun biriymişsin'' der. İşte o günden sonra Şerif Cırık MAHZUNİ mahlasını alır. Mahzuni daha sonraları yazdığı bir şiirde, “Sorsalar ki nerden içtin doluyu/ Berçenek’te kör’ün birinden içtim” diyerek o günün hatırasını kayda girmiştir.²
Âşık Mahzuni arkasında 453 plak, 50 adet kaset, 9 adet kitap, TRT tarafından çekilmiş iki adet belgesel bırakmış, birçok sanatçı tarafından sayısı bilinmeyecek kadar şiiri bestelenerek yorumlanmıştır. Aziz Nesin, Mahzuni’nin şiirlerini, “O’nun şiiri zor yazılan kolay anlaşılan” şeklinde değerlendirmiştir. Anlaşılır, sade, arı-duru bir Türkçe ve yörenin kullandığı kelimelerle süslenmiş şiirlerdir Mahzuni’nin şiirleri. Zorlama, yapmacıklık, yapaylık yoktur. Herkesin içinden geçebilecek şeyler Mahzuni’de şiire dönüşmüştür sadece.
Âşık Mahzuni Şerif; adaletsiz paylaşımın, mazlum halkın dertlerinin acısıyla kükrer, yüksek perdeden türküler söyler acılar üstüne, dertler üstüne. Âşıklık zor zenaâttir demiştik. Şöhretine her insan talipken; çilesine, gözyaşına, hüznüne, acısına sadece âşıkların talip olduğu bir meslektir. Âşık yaşadığı hayatı anlamlı kılan ve bu yaşanılan hayatın değerinin olduğunu hissettiren adamdır.
Hayatın değeri olduğuna inanan insan, değerini aşındıracak her şeye karşı dağ gibi bir duruş belirler. Bu duruş tavrına ve sözüne de yansır. İnsanı bırak, canlı cansız varlığa dair her bulanıklık onu rahatsız eder. Mahzuni’yi anlamak için, Mahzuni’nin baktığı pencereden bakmak gerekir. Onun baktığı açı sevgi odaklıdır. Dili, dini, ırkı, rengi, memleketi insanın ötelenmesi için bir sebep oluşturmamalıdır. Bu bakış açısı Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş, Seyyid Nesimi ve Pir Sultan’ın bakış açısıdır.
Sermayesi söz olan Âşık Mahzuni Şerif, sözünü dudaktan, gözünü budaktan sakınmamıştır. Dokuz yaşında şiirin kapısını aralayan Mahzuni, sazının tellerine mızrabıyla her dokunuşunda, adaletsiz paylaşıma itiraz eden bir ses, mazlum halkın gözyaşına nefes olmuştur.
Âşık Mahzuni Şerif’in her şiirinin bir hikâyesi vardır. Halkın içinde yaşayıp, halkın dertlerini dillendiren Âşık işin tabiatı gereği yalnızdır. Eskiler, “Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek” demişler. Bu manada Mahzuni Şerif ömrü boyunca bir ayağı hep üzengide yaşamıştır.
Yine eskiler, “Doğruluk dost kapısıdır” da demişler. Bu da demek oluyor ki, Mahzuni Şerif atını mahmuzladığı anda dost kapısında bulmaktadır kendini. O dost nasıl bir dost ki, bir ömür onun kapısında olmaktan bıkıp usanılmamaktadır.
Amerika’nın Vietnam’ı işgali karşısında“Bütün insanlık adına/ Amerika katil katil” diyecek kadar cüretkâr, Bülent Ecevit’e “Bizim yüzümüze güleceksen gel, kurban olam eskisine benzeme” diyecek kadar açık sözlü, Öksüz Mamudo’ya “Ölsen kovar mezar seni/Mamudo kurban niye doğdun” diyecek kadar içi sızılı, yiğidin kuru soğana muhtaç oluşu karşısında “Pir Sultan’lar gibi dâr ağacını/Bilsem boylasam mı boylamasam mı” diyecek kadar vicdan sahibi, Almanya’ya iltica eden vatan evlatlarına “Bize küsüp bizden kaçıp gidenler/ Dönün gelin Anadolu bizimdir/ Hiçbir ana yavrusunu bırakmaz/ Binin gelin Anadolu bizimdir” diyerek bir nevi beyin göçünün de önüne geçme çabası olarak görülmesi gereken fikrin sahibidir. Mahkûm edilmesi karşısında, “Akşam oldu gene hapis kitlendi/Demir perdeleri çekme Gardiyan/ Ne yâr’dan haber var ne mektup salar/ Bir de sen belimi bükme Gardiyan” diyerek yalnızlığını yudum yudum içerken hangi dosta doğru at sürdü acaba?!.
“Mahzuni Şerif’i dostlar severdi/ Felek cezasını verdi ha verdi/ Devede kıl değil Eyub’un derdi/ Daha Allah bizi sınar mı sınar” diyen Mahzuni Şerif; çektiği acıları Eyub’un derdine eş tutmaktadır. Dünyada yüzünün gülmemesini Allah’ın kendini sınaması olarak telakki etmektedir. Bunca gamın-kasavetin içinde birisinin dostları tarafından seviliyor olması da az şey değildi.
Berçenek’e komşu Alemdar köyünden Merhum Mehmet Karahan ile (Sarışın olduğu için AlamanMaammet namıyla anılan) Mehmet Erdoğan ara sıra Berçenek yazısının Çıplak mevkiinde çilingir sofrası kurup demlenirlermiş. Yine böyle bir gün sofra açılmış, yanlarında getirdikleri teybe Mahzuni’nin kaseti yerleştirilerek başlama düğmesine basılmıştır. Dolup boşalan bardaklarla keyifler hafif hafif gıcır olurken Âşık Mahzuni’nin kendine has sazı ve sesi eşliğinde sohbet demlenmektedir. Mehmet Karahan, AlamanMaammed’e: “Mahzuni ölürse biz ne’dicik?” der. Bunun üzerine AlamanMaammet de; “ya doğmasaydı ne’diciydik?” der.
AlamanMaammet bir araya geldikleri bir ortamda bunu Mahzuni Şerif’e anlatır. Bu durum karşısında tebessüme hasret kalan yüzü güler, “beni yaşatacak sizlerin sevgisidir” diyerek memnuniyetini belirtir. Bu hoşa gelen sohbeti bir iki programında da anlatmayı ihmal etmez. Bu olayı bizzat Mehmet Erdoğan’ın ağzından dinledim.
Mahzuni’nin yaşadığı dönem itibariyle, aşırılıkların zirve yaptığı, çalkantıların dalga dalga yayıldığı, Türk siyasi tarihinin on senede bir ihtilallerle önü kesilerek her defasında farklı fitnenin önünün açıldığı çok talihsiz bir dönemdir. O talihsizlikten altmış küsur yıllık ömründe Âşık Mahzunide nasibine düşeni fazlasıyla almıştır. Bu düşen pay zaman zaman öfkeye, zaman zaman da aşırıya kaçmaya kapı aralamıştır. Netice de o da bir insandır. Farklı zamanlarda bu aşırılık ve öfkeyle söylenilmiş sözlerin önüne pişmanlık duygusuyla geçmek istemiş ise de, bir takım çevreler bunun önüne olağan üstü bir gayret göstererek geçmeyi başarmışlardır.
Elbistan’da verdiği en son konseri -yanılmıyorsam 1999 senesi- için bilet alarak gittiğim kapalı spor salonu kapasitesinin ancak yarısı kadar bir hayran kitlesi ile doluydu. Sahneye önce oğlu Emrah çıktı. Emrah sahnede kalma süresini biraz uzun tuttu. Konser saatinin büyük kısmını kendi doldurmak istiyordu. Çünkü babası hastaydı ve sahnede çok kalması sağlığına zarar verebilirdi. Emrah’ın tam olarak niyetinin bu olduğunu bilmiyordum, benimkisi sadece bir tahmindi. Emrah babasının sevilen parçalarını çalıp çığırdıktan sonra… Nihayet çalıp çığırma sırası Mahzuni’ye gelmişti. Büyük bir alkış tufanı koptu. Seyircide tezahür eden bu hareket, Mahzuni’ye duyulan özlemin büyüklüğünden olsa gerekti. İşin doğrusunu isterseniz ben de Mahzuni için gitmiştim. Hatta benimle aynı siyasi görüşte olan arkadaşlar, benim para vererek bilet almamı yadırgamışlar, paramla ona (Mahzuni’ye) destek olduğumu söyleyerek çıkışanlar bile olmuştu. Ben de onlara cevaben; “bu milletin derdiyle dertlenip dert sahibi olan bu vatan evladına sahip çıkmak hepimizin ayrı ayrı görevidir” demiştim. Beyin ameliyatı olduğunu da bildiğim için son defa dinleyeceğim duygusunun ağır basmasıyla da bu kararı aldığımı da ifade etmeliyim. Neyse söz uzadı. Sonunda sarı sazı elinde, gövdesinden büyük yüreğiyle Âşık Mahzuni Şerif sahneye doğru yürüdü. Seyirci coşmuş hep bir ağızdan “Hurman Çayı” diye tezahürat yapıyordu. Sahneye gelen Mahzuni kendini dinlemeye gelen hayranlarını selamladıktan sonra elini havaya kaldırarak müsaade istedi. Salon sinek uçsa duyulacak kadar sessizleşmişti. “Kıymetli Canlar” diyerek başladığı sözlerine, “ömrümü verdiğim siyasi parti bu dar günümde benim yanımda olmadı. Sağ olsun İşçi Partisi mensupları beyin ameliyatı masraflarımı karşıladı. Sakın siyaset için birbirinizi incitmeyin, kişiye karşı değil de düşünceye karşı mücadele verirseniz başarılı olursunuz. Adam öldürmekle düşünce ortadan kalkmaz” içerikli bir konuşma yapmıştı. Okuduğu türküler kadar yaptığı bu uyarıdan da etkilenmiştim.
Milletin ekseriyeti tarafından Âşık Mahzuni Şerif’in tele dökülen türküleri; yaralı gönüllere ilaç, ezilmişlere kuvvet, horlanmışlara kıymet, yoksulluğa katık, kimsesizliğe kimse, gözü yaşlılara ise umut ışığı olmuştur yıllarca. Olmaya da devam ediyor.
“Ölür ise ten ölür/ Canlar ölesi değil” diyen Koca Yunus’un bu tespitine katılmamak elde değil. İnsanların dertleriyle dertlenen Âşık Muhzuni de, söz ustalarının kervanında hak ettiği yeri almıştır.
ÂşıkMahzuni Şerif her kesimden, her meslekten, her görüşten insanın gönlüne dokunmayı başarmış nadir halk ozanlarımızdandır.
ÂşıkMahzuni Şerif’le aynı yaşta olmasam da aynı zaman diliminde yaşamış olduğumdan dolayı kendini şanslı hissedenlerdenim.
Bu toplumun vicdanı olan Âşık Mahzuni iyi ki doğu ve eserleriyle ölümsüzleşti.
1 : Bazı kaynaklarda yanlışlıkla doğum tarihi (1904), ölüm tarihi (1964) olarak yazılmıştır.
2:
Oy ki Oy
..................Âşık Mahsuni Şerif’e ithaf
Berçenek’ten yaya çıktı, dönmedi.
Dönsün diye su serpilen yollar oy!
Gurbet elde gözyaşları dinmedi,
Yatağını yarlandıran seller oy!
Beyler atlı gitti, o yaya kaldı.
Türküler çığırdı, nağmeler saldı,
Bayramın barışın kavgasın çaldı,
Kınayarak taşa tutan kullar oy!
Yokuş yukarıya yürüdü kervan,
Akşamdan yolları bağladı Mervan,
Dünya kurulalı sürer bu devran;
Hakikati dillendirmez diller oy!
Yobaz hoca ile sahte dedeye,
Kınadılar O'nu söz dedi diye.
Beytülmal’den gönderilmez hediye,
Hazineden iç edilen pullar oy!
Her daim açıkça dedi sözünü,
Her yerde ortaya döktü özünü,
Budaklardan sakınmadı gözünü,
Tutundukça ele gelen dallar oy!
Mamudo’ya iç geçirdi, kavruldu.
Poyraz esti ellik ellik savruldu.
Kaptan kaba konulmaktan yoruldu.
Dost yüzünden bu düştüğü hâllar oy!
Aradaki karlı dağlar kalkmadı,
Soyguna dur diyen adam çıkmadı,
Aç-açık kaldıda yine korkmadı;
Aralanmaz sırlı sırlı tüller oy!
Dost dediği dost kıymetin bilmedi,
Nice yüz güldürdü kendi gülmedi,
Çok sevdiği vatanında ölmedi;
Gurbet elden çıkıp gelen sallar oy!
Yollar sarplaştıkça yolcu yorudu,
Sarı seller aka aka duruldu,
Gözükara’m göz değince vuruldu;
Dost bağında derilmeyen güller oy
Kayıt Tarihi : 16.5.2020 15:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)